Uzunca bir müddetten sonra yeniden merhaba sevgili sinefiller. Bugün yeni döneme bomba gibi bir dönüş anlamında kurgusal bir biyografi film değerlendirmesinin en iyi dönüş çeşidi olacağına karar vermiş bir şekilde ekranlarınızda yer edinmeye hazırım.
Öncelikle malum hayat pahalılığı yüzünden bu filme 2 hafta önce kültür yolu sayesinde sinemalar 80 tl’ye düşmüşken gittiğimi belirtmeliyim. Maalesef ki şu günlerde bu fiyat 300 küsur tl civarlarına yükselmiş durumda ve sizleri bu filme gitmeye değer mi değmez mi konusunda ikileme sokabilir. Hatta bugün ben gidiyor olsam bu filme 300 lira vereceğime başka bir etkinliğe gitmeyi yeğlerdim, ama 80 lira bazında oldukça iyi ve kaliteli bir film.
Biraz yukarıdaki havadan da anlayacağınız gibi film bir bilimkurgu hayranı olan bendenizin oldukça hoşuna gitmiştir. Stephen King’in kısa romanından uyarlanmış olsa da (hatta korkunç olma ihtimali başta beni biraz germişti) gerek gerilim gerek biyografik açıdan tam olarak sürükleyici. Ah bu arada, evet yine spoiler vermemeye dikkat edeceğim. Kim bilir belki şu an bu satırlarda bir Stephen King hayranı dolaşıyordur ve gitmek isteyecektir bu yazıdan sonra?
Chuck’ın Hayatı, Chuck isimli bir muhasebecinin hayatının son günlerinden başlatıyor, ve 3 adet bölüme ayrılmış vaziyette: Son- Orta-Baş. Fakat ilginçtir ki filmde olayları geriye sarma gibi bir durum yok. Son kısmında mesela “son”a bir süre kala başlatıyor filmi ve asıl karakterin nasıl bir hayatı olduğunu “orta” başlayana kadar anlamamız mümkün değil. Eh bu durum da bilimkurgu filmlerine has olduğunu düşündüğüm “tahmin edememe” durumunu doğuruyor ki bir sinefil olarak en çok hoşuma giden özelliği de bu esasen.
Filme dair hoşuma giden bir diğer önemli detay ise farklı bölümlerdeki karakterlere görsel olarak diğer bölümlerde de yer verilmesi. 1. bölümün en önemli karakterinin 3. bölümde de mesleğini yaparken görmek zaman ve mantık kurallarına aykırı olsa da görsel olarak seyirciye zevk verdiğini düşünüyorum. Ah tabii böylesi bir yaklaşımın Amerikan film yaklaşımında olup olmadığını sorgulayabilirsiniz çünkü genelde belirli bir elementi görsel açıdan tekrar tekrar karşımızaa çıkarmak amerikan film mantığından ziyade bizdeki Türk tipi sinema yaklaşımında görebileceğiniz bir element, fakat bu seferkinde yönetmen filmin öncesinde söylenilmiş bir bilgiyi hatırlatmak için akışa dahil etmektense o karakteri, bölümler arasında bağlantılar olduğunu görselliği ön plana çıkararak bahsetmeyi uygun görmüş gibi geldi bana. Eh bu da seyir zevkini arttıran önemli bir unsur oldu benim için.
Biraz karman çorman gelsek de filmin 2. ve 3. bölüm Chuck’ın yetişkinliğine ek olarak çocukluk & ergenlik kısmına değiniyor. 2. bölüme dair en hoş detay ise ana karakterin “muhasebecilik” yönü dışında ön plana çıkan daha önemli bir yönü öne çıkıyor: Dans. 2. ve daha önemlisi 3. bölümde yönetmen Mike Flanagan dans ve matematik arasındaki ahengi göstermek istemiş desek yanlış olmaz. Ki bu ahenk daha sonrasında Chuck’ın mesleğini nasıl seçtiği konusunda da önemli bir rol oynuyor.
Eh tabi ana karakterin bu denli çok yönlü olmasında çevresindekilerin de inanılmaz etkisi var. Teker teker bahsetmeyeceğim elbette ama birkaç karakterin yapısı – özellikle büyükanne ve Chuck’ın edebiyat öğretmeni – rolleri kısa olsa da oldukça önemli elementleri Chuck’a aktardıkları için önemli.
Sonuç olarak son derece seyir zevki veren filmlerden biri oldu benim için. Hazır hala vizyondayken ve gerçekten güzel bir indirim yakalarsanız gitmenizi önereceğim filmlerden biri. Gerek karakter derinliği olsun, olay akışı olsun birçok açıdan güzel bir puan aldı benden ve şans verirseniz ruhunuzu doyuracak filmlerden biri olduğunu düşünüyorum özellikle de son sekansıyla beraber.






