Nuri Bilge Ceylan, benim hep ne kadar başarılı olduğuyla alakalı olarak adını ve filmlerini duyduğum bir yönetmen. Ancak, açıkçası birkaç gün öncesine kadar hiç detaylı bir şekilde araştırmadığım bir isimdi. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’a gitmesi zaten yıllardır olan ve duyduğum bir durumdu; fakat arka arkaya FIPRESCI ve Palme D’or (Altın Palmiye) ödüllerini alması kendisi için bir ilk… Yılmaz Güney’den sonra erişemediğimiz bir ödül olan Altın Palmiye’nin, dün akşam itibariyle onun, bir nevi de bizim olduğunu duyunca; yazı günüm için başka bir konuyu önceden belirlediğim halde, o ve bu ödül hakkında yazmanın kaçınılmaz olduğunu hissettim.
FIPRESCI ödülünü aldığı geçtiğimiz günden beri, kültür ve sanatla az biraz alakası olan herkes ondan bahsediyor, konu hakkında daha detaylı bir birikime sahip olan bütün sinemacı ve yazarlar ise FIPRESCI’den sonra Palme D’or’un da Ceylan’ın olabileceğinin yüksek ihtimalini konuşuyordu. Bu durum beni hem çok sevindirdi, hem de şimdiye kadar hiçbir filmini maalesef izlememiş olduğum için utandırdı.
Sevindirdi; çünkü uzun zamandır her gün duyduğumuz kötü hatta korkunç bin bir haberin gündemi altında boğulduğumuz bir dönemde bize umut veren, yüzümüzü güldüren bir olay oldu Nuri Bilge Ceylan’ın başarısı. Buruk da olsa gülümsemeyi sayesinde hatırladığımızı hissettim ve okuduğum onlarca yorumda aynı hissin ortak olduğunu gördüm.
Nuri Bilge Ceylan’ın, ödülü ülkenin gençlerine özellikle de geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden gençlerine ithaf ettiğini söyleyen ödül konuşmasını sanırım binlerce kişi izledi ve duygulandı. Hepimizin heyecanının ve sevincinin perçinlendiği bir andı. Sade, naif ama aynı zamanda da bilgili, her şeyin farkında bir insan gördüm sahnede. Kendisinin sakinlikle karşıladığı ödüle ekip arkadaşlarının coşkusu, özellikle Demet Akbağ’ın mutluluğu hepimizi etkiledi.
“Bu ödül benim için sürpriz oldu.” dese de Ceylan, aslında onun bu başarısı hiç sürpriz değil. Bunu biyografisine bakarak kolayca söylemek mümkün. İlk filmi ve bir kısa film olan “Koza” 1993’te çekilmiş, iki sene sonrasında Cannes’da yarışmaya seçilen ilk Türk kısa filmi olmuş. Ardından “Kasaba”, “Mayıs Sıkıntısı” ve “Uzak” isimlerindeki filmlerle bir üçleme çekmiş, “Uzak” 2003’te Cannes’da büyük jüri ödülünü alarak Nuri Bilge Ceylan’ın uluslararası anlamda dönüm noktası olmuş ve tanınırlığını bir hayli arttırmış. Uzak’ın başarısı Cannes’la da sınırlı kalmamış. Film 23’ü uluslararası olmak üzere toplam 47 ödül alarak bir rekora imza atmış ve Türk sinemasının en fazla ödül alan filmi olmuş.
Muhteşem bir başarı ve mutluluk olsa gerek. Bir ödül alındığında bile ne kadar sevinilir, kırk yedi ödülün vereceği mutluluğu ve o takdir edilmenin, emeğin karşılığını almanın hazzını tahmin edemiyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın sadece yönetmenlikte değil, oyunculukta da kendini harika bir şekilde kanıtladığı ve senarist eşi Ebru Ceylan ile beraber başrollerde oynadığı filmi “İklimler” FIPRESCI ödülünü almış. 2008’de “Üç Maymun” ile gene Cannes’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan Nuri Bilge Ceylan’ın bu filmi aynı yıl Oscar’da da ilk dokuza kalarak gene Türk sinema tarihinde bir ilki gerçekleştirmiş. Sırada yönetmenin Kış Uykusu’ndan önce çektiği son film olan “Bir Zamanlar Anadolu’da” var. Film, 2011’de ona Cannes’da tekrar bir Jüri Büyük Ödülü getirmiş. Yıl 2014, işte karşımızda “Kış Uykusu” ile hem FIPRESCI hem de Palme D’or alan Nuri Bilge Ceylan ve onu ayakta alkışlayan Cannes jürisi… Belli ki bu başarı kendini yıllar öncesinden hissettirmeye başlamış ve sonunda Altın Palmiye ile taçlandırılmış.
Film ile ilgili birçok övgü okudum, burada hangi birini paylaşayım bilemedim. En iyisi siz kendiniz bularak okuyun ve gururlanın. Neredeyse bir saat olan basın toplantısını da izledim, filmin çok ustaca yazılmış ve çekilmiş olduğunu, üzerinde gerçekten çok ama çok düşünüldüğünü, oyuncuların titizlikle seçilmiş olduğunu bir kez daha anladım. Provalarda bile kamerayı kapatmamışlar ve toplamda 200 saatlik bir malzeme olmuş ellerinde.
Haluk Bilginer’e senaryo ilk ulaştığında karşısında 180 küsur sayfa varmış ve Bilginer bir gecede okuyup bitirdikten sonra ne kadar harika bir hikayenin önüne geldiğini düşünmüş. Diyaloglarda Çehov’dan etkiler mevcutmuş. Bunlar benim dikkatimi çeken birkaç detaydı.
Filmin özetinden bahsedip gerisini size bırakacağım. Film ağustos ayında vizyona girdiğinde koşa koşa gidip izlemek mutluluk verecek bir farz haline geldi. Cannes’daki insanların yere göğe koyamadığı bir yönetmeni ve ürünlerini çok daha iyi tanımamız gerektiğini düşünüyor, hem kendisini hem de ekibini tebrik ediyorum ve nice başarılar diliyorum. İyi ki Nuri Bilge Ceylan var.
Filmde, Aydın (Haluk Bilginer) aktörlük yaptığı yıllardan sonra Anadolu’da küçük bir otelde çalışarak yaşamını sürdürmektedir. Kendisine uzak ve soğuk davranan genç eşi Nihal (Melisa Sözen) ve boşanmış kardeşi Necla (Demet Akbağ) hayatına etki eden iki kadındır. Kışın yoğun olarak yaşanmaya başlaması kar yağışları bu taşra ortamında Aydın’ı oldukça bunaltır ve onu uzaklara götürür… Şimdiden iyi seyirler.