Kelepçeyi takanlara kelepçe taktılar!

Tarih: 22 Temmuz 2014

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın emniyetteki ‘paralel yapı’ iddialarına ilişkin yürüttüğü soruşturmalar kapsamında 76 emniyet görevlisi hakkında ‘casusluk’, 39 emniyet görevlisi hakkında da ‘yasa dışı dinleme’ gerekçesiyle yakalama kararı çıkarıldığını ve sabaha karşı operasyonların başladığını basından öğrendik.

Sabaha karşı operasyonlarına alıştırılmış Türkiye, yeni güne uyandığında kahvaltıda çayını yudumlarken ve gözünün ucuyla izlerken haberleri Başbakan’ın ‘inlerine gireceğiz’ sözlerini hatırlayıp sağ yanında oturan kuvvetler ayrılığına alaycı bir gülücük attı. Şaşılacak bir şey yoktu. Yargı erkinin siyasal dizaynı sistematik olarak devam ederken topyekûn bir temizlik için böyle bir operasyonu herkes bekliyordu. Ne de olsa son yıllarda bu tarz mıntıka temizlikleri için soruşturmalar, operasyonlar, davalar yaygın olarak kullanılıyordu.

Sabaha karşı mı yapılmıştı operasyonlar?

–          Başka ne olabilirdi ki! Bilirsiniz böyle siyasî etkileri olan operasyonlar sabaha karşı yapılır.

Zamanında emniyette üst düzey görevlerde yer almış yetkili kimselere kelepçe mi takılmıştı?

–          Kelepçenin gerçek amacı budur zaten yıllardır da itibarsızlaştırma için kullanılır (!)

Peki neye şaşıracaktık?

Hemen söyleyeyim. Türkiye’nin bu pis alışkanlıkları edinmesinde büyük çaba harcayan adamlar bu sefer kelepçenin diğer ucundaydı ve ‘adalet yerini bulacak’ diye haykırıyorlardı. Keser döner sap döner hesabı gerçekten de dönen dönmüştü. İnsan onurunu hiçe sayan uygulamalarla hukuku ayaklar altına alıp bireylerin hayatlarından yıllar çalanlar kelepçenin diğer ucunda çırpınıyorlardı şimdi.

O saatten itibaren herkes bir takım şeyler karalamaya başladı gerek kağıtlara gerekse de tweetlere.

Başbakan’ın literatüre soktuğu şekliyle ‘paralel yapı’ olarak adlandırılan Gülen Cemaati’ne yakın isimler yakalama ve gözaltılara isyan ediyor, kelepçelemenin itibarsızlaştırma çabası olduğunu vurguluyor ve siyasi buldukları bu operasyonun hukuk dışı olduğunu dile getiriyorlardı (istemsizce güldüm). Öyle ki Başbakan’ın tweetlerini hakaret unsuru taşıdığı gerekçesiyle şikayet ettiği, ancak daha evvel altına makam aracını tahsis ettiği savcı Zekeriya Öz bile operasyonlara tepki gösteriyordu.

Diğer taraftan Gülen Cemaati ile yıllarca kol kola gezip; Ergenekon, Balyoz,  KCK, Devrimci Karargâh, Askerî Casusluk, Odatv Davası gibi davaların savcıları olduğunu haykıranlar adaletin yerini bulacağını, ülkenin bu ‘paralel yapı’dan temizleneceğini söylemekle yetinmiyor, yine ‘savcılık’ yaparak operasyonların farklı alanlara sıçrayabileceği sinyalini veriyorlardı. Bir de eskiden ‘darbeci’ olarak nitelendirdikleri insanlara ‘darbeci’ yakıştırmasıyla haksız ve hukuksuz uygulama yapanlara da yine ‘darbeci’ demeye başlamışlardı. Yani kendileri hariç hemen herkes darbeciydi.

paralel-yapi

Basına yansıyan savcılık açıklamalarına göre ‘casusluk’ ve ‘yasa dışı dinleme’ soruşturmaların temelinde yatan iddialar

Kısaca son kavganın tarafları beklenen oyunu oynuyorlardı.

Bir de hani Başbakan’ın ‘ben bu davaların savcısıyım savcısııııı’ diye bağırdığı davalar var ya yukarıda saydığım, işte o davaların mağdurları vardı. Onlar için durum çok karışıktı ve ben en çok onların ne diyeceğini merak ediyordum. Hayatlarından, özgürlüklerinden, ailece yedikleri akşam yemeklerinden, çocuklarının küçük ellerinden, eşlerinin güzel kokusundan, annelerinin hayran oldukları ellerinden, babalarının güçlü tokalaşmalarından uzak kalanlardan bahsediyorum. Adaletin yerini bulduğunu mu düşünüyorlardı? Olaya intikam duygusuyla mı yaklaşıyorlardı? Yoksa yargılandıkları davaların savcısı olduğunu mitinglerde haykıran kişinin ipe sapa gelmez laflarına bakıp hiçbir şey hissedemiyorlar mıydı?

Söyleyecekleri onlarca şey varken birçoğu ‘bize yapılanları onlara yapmasınlar’ diyordu. İntikam diye yanıp tutuşsalar kimsenin gıkını dahi çıkaramayacağı bu yok yere acı çekmiş adamların çoğu takip edebildiğim kadarıyla ‘intikam istemiyoruz, adalet yerini bulsun yeter’ diyorlardı.

Bu çok önemli bir dilektir: Herkes için daima adalet!

Bana göre Türkiye’deki en büyük problem her dönemin kendi ‘anti’ sini yaratması ve bu ‘anti’ kesimin siyasal arenayı sürekli olarak bir rövanş mücadelesine konu etmesinden kaynaklanıyor. Bunu siyasal görüş ayrımı yapmadan söylüyorum. 28 Şubat’la yüzleşirken, 12 Eylül’ün yaşlılarını yargılarken, ‘derin devlet’le mücadele ederken geçmişte çekilen acılar adaletin herkes için tek ve kolektif bir kazanım olduğunu unutturdu Türkiye’ye! Bu bağlamda AKP döneminde yaratılan siyasî davalarla yeni bir ‘anti’ yaratılmış, Gezi’deki tahammülsüz tutumla acı çeken gençler üretilmiş ve yeni bir rövanşın tohumları atılmış gibi görünüyordu. Türkiye’nin geleceğinin bu rövanş duygusuyla daha da kararacağını düşünüyorum. Bu nedenle dün olduğu gibi bugün de siyasal amaçlarla hukukun ayaklar altına alınmasına kelepçenin ucundakinin kim olduğuna bakılmaksızın karşı çıkılması gerektiği ve adil yargılanma hakkının gereği gibi yerine getirilmesi için çaba harcanması ihtiyacının yine baş gösterdiği kanaatindeyim. Herkes için adalet! Peki böyle mi olacak? Sanmıyorum ve bu yüzden de geleceğe biraz karamsar bakıyorum. Türk siyasetinin yeni rövanş mücadelelerine gebe olduğunu ve maalesef yargının bu rövanşta siyasal bir aygıt olarak kullanılacağını düşünüyorum. Bununla birlikte en azından bu davaların mağdurlarının bu rövanş sürecine katkıda bulunmayacağını görmek beni sevindirdi.

Son operasyonlarla ilgili bir diğer sorun da şu: Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargâh, Poyrazköy, Askerî Casusluk gibi neresinden tutsanız dökülen siyasî davalarda yapılan hukuksuzluklara karşı bu operasyonlarla mı mücadele edilmektedir? Devletin hemen her kademesinde yıllardır varlığını hissettiğimiz veya açıkça gördüğümüz bu ‘paralel yapı’ya yönelik operasyonlar gerçekten de yukarıda saydığımız davalarda yapılan hukuksuzluklara karşı mı gerçekleştirilmektedir?

Hemen belirtelim ki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan ve basından takip ettiğimiz açıklamaya göre suçlamalarda ne Ergenekon Davası’nda ne Balyoz Davası’nda ne KCK Davası’nda işlenen suçlara yönelik bir iddia var. Bunlardan hiç söz edilmiyor. Soruşturmada Başbakan Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan dâhil birçok ismi dinlediği iddia edilen bir örgüt var. Selam-Tevhid var. Bu örgüt mensuplarının casusluk yaptığı iddiası var. Yukarıda bahsettiğimiz davalarda sanık avukatları tarafından kullanıldığı iddia edilen sahte deliller yok. Oynanmış-oluşturulmuş dijital veriler yok. Hrant Dink yok. İstihbarat yalanları yok. Kuddusi Okkır, Türkan Saylan, Kaşif Kozinoğlu hiçbiri yok. Bunların hiçbiri olmadığı için de bu davaların mağdurları ‘paralel yapı’ya karşı açılacak olan muhtemel davalara da müdahil olup haklarını arayamayacaklar. Yani ‘paralel yapı’ya karşı olduğu iddia edilen bu son soruşturmaların, Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davaların mağdurlarının hak arama mücadelesine en ufak bir katkıda bulunması mümkün değil. Bu soruşturmalar ve operasyonlar 17-25 Aralık sürecinin ardından Gülen Cemaati ile ipleri koparan AKP iktidarının Cemaat ile mücadelesinin yargı ayağıdır.

Özetle bu soruşturma ve operasyon Gülen Cemaati ile siyasal iktidarın hesaplaşması yolunda iktidarın önemli bir hamlesi görünümünden öteye geçemiyor. Bu operasyonlardan adalet beklemek de bu noktada saflık olacaktır.

Son olarak kendini yukarıda saydığım davaların savcısı olarak görenler, tüm hukuksuzluklara göz yumanlar, kendilerine muhalif kesimi yok etmeye talip her türlü güç odağıyla dostluk kurmaya hazır olanlar, askerî vesayeti kaldırmak uğruna hukuku yok sayan, her gün köşelerine nefret söylemleri taşıyanlar, şimdi suçladıkları ‘paralel yapı’nın adı geçen davalardaki gayretini takdirle ve hayranlıkla takip edenler ne alemdeler acaba? Adalet kelimesini zikrederken karın bölgesinde bir yumru hissetmiyorlar mı? Gece uykularından ter içinde kalkmıyorlar mı? Korkarım bunların hiçbiri olmuyor.

Leave a Reply