Yazıma başlamadan önce not düşmek isterim; yazım kişisel görüşlerimi kapsamaktadır. Ne şahsım ne de topluluğum Bilkent Üniversitesi’ni bütünüyle temsil etmemektedir. Söz meclisten dışarı lakin işbu yazı, Yusuf Kaplan’a Bilkent’in cevabı değil, “yabacıların gönüllü elçiliğini yapan ve yıkılması talep edilen” Bilkent Üniversitesi’nde eğitim gören bu ülkenin öz ve öz çocuğunun bir cevabıdır…
Geçenlerde bir zat-ı muhterem yeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir dizi öneri sunma gereğini duydu. Önerilerin başını ülkemizin en kaliteli üniversitelerinden olan Bilkent, Boğaziçi ve ODTÜ’yü yıkmak çekiyor! Teşbihte hata falan olmasın, aynen şöyle demiş bu zat:
“Başka kültürlerin gönüllü acentalığını yapan Boğaziçi, Bilkent ve ODTÜ ‘yıkılmalı’ bunların yerine tıpkı ABD’de olduğu gibi Ivy League üniversitelerine benzer, Amerikan kültürünün ve dünyasının izini süren, bir Amerikan ruhu geliştirmeye çalışan, bizim Nizamülk medreselerine benzer, bizim öncü kuşaklarımızı, bizim medeniyet iddialarımız doğrultusunda yetiştiren çaplı pilot üniversiteler kurulmalı!”
Öncelikle belirtilmelidir ki söz konusu üniversiteler doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlıdır. Eğitim dilinin İngilizce olması, başka kültürlere bağlılıktan çok, öğrencilere farklı kapılar açmayı ve onlara yeni bir bakış açısı kazandırmayı hedeflemektedir.
Burada okuyan öğrenciler Anadolu’nun dört bir tarafından buraya gelen ve en az Yusuf Kaplan kadar bu ülkenin evladı olan gençler… Hiç kuşku yok ki bu gençler bu okulda elde ettikleri kazanımları ileride birer Yusuf Kaplan olmamak adına kullanacaklardır. Zira Bilkent bakış açısı demektir, vizyon demektir, dar görüşlü, peşin hükümlü olmamak demektir. Sayın Kaplan’ın ifade ettiği gibi yozlaşmak, bozulmak demek değil!
Maalesef ülkemizin büyük bir kısmında sırf “üniversite açtım” diyebilmek adına açılan sözde üniversitelerin aksine bu ülkenin çocuklarını birer dünya vatandaşı haline getirmek misyonunu taşıyan, bu bağlamda gerek eğitim diliyle, gerek kalitesiyle farkını ortaya koyan Bilkent Üniversitesi bu tarz hadsizliklere papuç bırakacak, hatta onları ciddiye almaya değer bile görmeyecektir.
Gelgelelim bu paragraf, yazının özetinden ibaret. Malum yazıyı kaleme alan Sayın Kaplan, konuyu geniş çaplı irdeleme haddini kendinde görmüş ve bunu “Yeni Cumhurbaşkanı’na bir takım öneriler” kisvesi altında toplamaya kalkışmıştır. Daha önce de belirttiğim üzere bu kelimeleri kendi tepkimi belirtmek için kaleme alıyorum. Tek başıma ne Bilkent’i ne de diğer okulları temsil etme yetkisini kendimde görmemekteyim. Lakin yabancıların acentalığını yapmakla itham edilen Bilkent’in tepeden tırnağa Türkçe yayın yapan gazetesinin bir parçası olarak sayın Kaplan’a yabancıların değil kendi öz kültürümün bir parçası olduğumu ilan etmek mecburiyetindeyim. Kendi kültürüme bağlı olmak için Yusuf Kaplan gibilerine benzemem gerekmediğini de pek ala bilmekteyim. Tıpkı kendim gibi bu okulda eğitim gören binlerce insanın da “yıkılması” tavsiye edilen bu üniversiteden çıktıkları zaman Yusuf Kaplan gibi “gazeteciler” değil bu ülkeye gerçekten faydalı bireyler olacaklarına eminim.
Fikrin yersizliğinin yanında Kaplan’ın seçtiği kelimeler son derece kırıcıdır. “Yıkmak” fiilinin aynen kullanılması dışında Sayın Kaplan, farklı kültürleri tanımayı engellemeyi bu ülkenin kendi öz kültürüne bağlı kalmak olarak nitelendirmektedir. “Baktık Batı’nın faydalı kısımlarını alamıyoruz, bari yoluna hepten taş koyalım.” düşüncesinden başka bir şey değildir bu.
Üniversitelerden önce yıkılması gereken safi şey kişinin önyargılarıdır. Tv reklamı yaparak ayakta kalan üniversitelerin varlığını sürdürdüğü, derme çatma binaların önüne bir tabela koyarak üniversite inşa edildiği bir dönemde okulumuzun yersiz fikirlere kurban gitmesine engel olmak boynumuzun borcudur. Tepkimiz haksız değildir.
Demem o ki Sayın Kaplan, söz konusu yazıyı gazeteci (!) kimliğine yakışmayan bir üslupla kaleme almıştır.
Çocukluğumdan beri en büyük hayalim gazeteci olmaktı. Yazmak ve paylaşmak hep büyülü bir olguydu benim için. Fikirlerimin ne kadar muhalif ve ham olduğunu GazeteBilkent ailesine katıldığımda anladım. Günden güne pişmeye, az ve öz düşünüp seçerek konuşmaya başladım. Gazetecilik benim için hala kutsal bir meslek ve tüm ekstrem örneklerine rağmen öyle kalmaya da devam edecek. Bütün gazetecilerin fikirlerini mantık süzgecinden geçirip kaleme almaları dileğiyle…
“Okul sadece dört tarafı duvarla çevrili üstünde damı olan yer değildir. Okul bağdır, bahçedir, ormandır, her yerdir.” diyor Mahmut hoca. Doğru. Siz duvarları yıkadurun, fikirler kurşun geçirmez. “Burası eğitim yuvası, ticarethane değil.”
Efendi efendi! Bilkent’i yedirmeyiz!
Hababam Sınıfı’ndan bir kuple, “Okul heryerdir.” sahnesi;
http://www.youtube.com/watch?v=hXmeNp7_u78
Yazının orjinali;
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/erdogana-20-oneri/55353
“Peki ya halk ne düşünüyor bu konuda?” derseniz;
https://www.youtube.com/watch?v=qGHwOC6Zr98
Not: Gerek konu önerisiyle cesaretlendiren gerekse değerli fikirleriyle yazımı zenginleştiren sayın editörüm Ali Yağız Baltacı’ya teşekkürü bir borç bilirim.