Her yerde sesler var. Sokaklarda, evlerde, hastanelerde, sınır kapılarımızda, sınırın ötesinde… Ağlayan kadınların sesleri, yardım isteyen çocukların sesleri, askerlerin ayak sesleri, sıkılan kurşunların, atılan bombaların sesleri…
DUYUYOR MUSUNUZ?
Ben duyuyorum belki de o yüzden yazarken en çok zorlandığım yazı bu yazı oldu. Çünkü çok ses vardı her yerde, her kafada, baktığım her karede benim kafamın içinde… Ama bunlardan birini ayırt etmek, o sese odaklanmak zorundaydım ben. Bu ses, Türkiye’nin kasasına giren paranın ve su gibi akıp giden kasadan çıkan paranın sesi.
İşin siyasi, insani, mantıksal, barışçıl ve stratejik yönünü bir kenara bırakıp olayın ekonomik yönünü ele alıp incelemek istedim.
Sizlerin de bildiği gibi dışarda bir yerlerde, Suriye’de bir şeyler oluyor; kanlı, çok gürültülü bir şeyler. Bir SAVAŞ var hemen yanı başımızda ve o yerlerde yaşayan insanlar ve oralardan kaçmaya çalışan insanlar var. Nereye mi? Bizim ülkemize, yakında GÜVENİLİR (!) olan neresi varsa oraya.
2011 yılındaki sayıları 3’e, 4’e, 5’e katlandı. 2 milyona ulaşmak üzereler. Üstelik artık yapılan kamplar yetersiz gelmeye başladı. Bu kesimin büyük bir yüzdesi, tüm Türkiye’ye yayılmış durumda. Ankara, İstanbul, Antalya, Karadeniz’in birçok ili… Türkiye’deki kayıtlı Suriyeli sığınmacıların yaklaşık %70’i kamplarda, %30’u ise serbest olarak şehirlerde yaşamakta. Bu durumu kendi gözlerimizle de görmemiz mümkün zaten çünkü bu insanlar iş bulamıyor ve çareyi sokaklarda direnmekte buluyorlar. Sığınmacıların Türkiye’de çalışabilmeleri 4817 Sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunu hükümlerine bağlanmıştır. Oysa ki bu kanun Türkiye’ye çalışma amaçlı gelen kişiler için düzenlenmiş olup işverene büyük mali yükümlülükler getirmektedir. Bu yüzden Türkiye’deki sığınmacı ve mülteciler çoğunlukla düşük ücretli işlerde illegal olarak çalışmakta ve istismar edilmektedirler. Bugün bütün ülke geneline yayılmış Suriyelilerin, dilencilik, hırsızlık, oto cam yıkama veya ucuz işlerde çalışma gibi illegal faaliyet alanlarında çalıştıklarını görüyoruz. Sözde şanslı olan iş bulabilenler ise karın tokluğundan bile az bir ücrete 300-400 lira gibi rakamlar karşılığında çalışıyorlar. Üstelik geçen yıllarda bu rakamın iki katını alabilecekler iken şimdi durum bu.
Gelin birkaç örnekle daha iyi açıklayalım durumu.
Bazı mülteciler tekstil atölyelerinde çalışmaktadır. Örneğin, Halepli bir baba “Suriye’de iken iki kızım üniversiteye gidiyordu, burada yaklaşık iki aydır tekstil atölyesinde 11-12 saat ayakta çalışıyorlar. Daha önce Suriye’de hiç çalışmadılar, şimdi akşam ayakları şişmiş hâlde eve geliyorlar. Biri aylık 500 TL alıyor, diğeri 400 TL alıyor, üçüncüsü de yeni başladı.” demiştir. Çalışma ücretleri sorulduğunda ise, “Pazarlık yapma şansımız yok, kaç para verirlerse razı olmak durumundayız.” şeklinde cevap verilmektedir. İşverenlerin Suriyeli sığınmacıları ucuz iş gücü olarak kullanmaya devam ettiği, örneğin geçen yıl 850 TL aylık alan Suriyelilere bu yıl en fazla 600 TL ödendiği ifade edilmektedir. Çok sayıda Suriyelinin bu şartlar altında çalışmak zorunda kaldığı tespit edilmiştir.
Küçükpazar’da (İstanbul) 35 yaşında bir erkek, “Benim maddi durumum iyiydi; tüm birikimimi yanıma aldım, şimdiye kadar idare ettik, iki-üç ay daha da idare ederim. Ondan sonra ne olacağını bilmiyorum. Ne yapacağız? Sonumuzu Allah bilir.” şeklinde yakınmada bulunmuştur. Aynı mülteci, “Benim durumum iyi olduğu için iki-üç ay daha idare ederim, ancak buradakilerin çoğu Suriye’de de zor durumdaydı, burada ise çok daha zor ve ağır koşuldalar” ifadelerini kullanmıştır.
Küçükpazar’da (İstanbul) 60 yaşındaki bir kadın “Suriye’de mal mülk sahibiydik; evlerimiz vardı, paramız vardı, yemeğimiz vardı, itibarımız vardı. Şimdi sefil olduk; bize dilenci diyorlar, mülteci diyorlar, çingene diyorlar, düştüğümüz şu hâle bakın!” diyerek sitem etmiştir.
Bizim kendi vatandaşımızın durumu zaten kötüyken bir de onları bu duruma sokmak ve kendi ülke ekonomimizi daha da kötüleştirmek ne kadar doğrudur. Ne kadar insani yardım olarak adlandırılabilir ve insanlık denir bu duruma tartışılır. Sadece sınır kapısını açıp, gelin demek bir çözüm mü bilinmez. Bu durumun nedeni ise iş gücündeki artışla birlikte sabit kalan ve hatta azalan işçi gücüne duyulan ihtiyaç. Peki, bu kadar ucuza Suriyeli işçileri çalıştırabilecekken neden kendi Türk vatandaşlarımız için daha yüksek ücretler ödensin ki değil mi? Ödenmiyor da zaten. Bu durumda zaten kötü olan işsizlik problemimizi ve yerlerde sürünen kişi başına düşen milli gelirimizi, geri dönülmez bir duruma sokuyor. Suriyeli mülteciler için harcanan para 7.2 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu para tüm bakanlıklara ayrılan para ile eş değer meblağda. İşte bu da bizi düşünmeye sevk eden nokta. Ya o para bizim kendi vatandaşlarımız için harcansaydı. Bu yıl zam alamayan memurlarımız için zammın kaynağını oluştursaydı. Ya da köylerin de okul olmadığı için kilometrelerce uzakta okula gitmek zorunda kalan çocuklarımızın köylerine okul yapılması için harcansaydı. Sanki bir şeyler daha farklı mı olurdu? Tabii ki tüm sorunlarımızı çözmezdi ama bir başlangıç olurdu belki.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), sığınmacıya çok acil bir durum olması durumunda bir seferlik 102,00 TL nakdi yardım yapmakta. Bunun dışında herhangi bir yardım yapmamaktadır. Mülteciler de ancak BMMYK tarafından yapılan mali görüşmeye göre, çok muhtaç durumda görülürlerse aylık cüz-i bir nakdi yardım alabilirler. Bu yardım bir kişi için 102,00 TL, 4 kişilik bir aile için yaklaşık 200,00 TL’dir. Bu paranın ne kadar yeterli olduğu da tartışılır tabii. O yüzden tüm yük Türkiye’nin omuzlarına biniyor.
Öte yandan Suriyeli sığınmacıların ekonomik etkileri sadece devlet harcamalarıyla sınırlı değil. Fiyatların, özellikle kiraların bilhassa sınır bölgelerinde çok yükseldiği belirtiliyor. Suriye’ye girmek için bekleyen bir tır şoförünün ifade ettiği şekliyle “Bir kilogram domatesin fiyatı 1 TL’den 3 TL’ye çıktı.” Bu, enflasyon oranının yüzde 10’un biraz altında olduğu bir ülkede yüzde 200’lük bir artış demek. Dahası, ulusal düzeyde 10,500 dolar seviyesinde olan kişi başına düşen milli gelirin genellikle daha düşük olduğu güney bölgesinde yaşayan yerel halk bakımından gündelik yaşam harcamalarında büyük bir artışa denk geliyor. Ekonomik kayıplara, sınır bölgeleri ile Suriye (aynı zamanda da diğer Arap ülkeleri) arasında yapılan canlı ticaretin krizden olumsuz etkilenmesi de dâhil.
Daha anlatılacak o kadar çok konu, incelenmesi gereken o kadar çok istatistik ve düşünülmesi gereken o kadar çok sözde çözüm önerileri var ki… Yetkililer durumun çeşitliliğinden hayrete düşmüş olsa gerekler ki hiçbir şey yapmamayı sadece izlemeyi tercih ediyorlar.
Çok acil alınması gereken kararlar, çizilmesi gereken çözüm yolları var. 3 yılda durum bu şekilde değişirse bir 3 yıl sonrasında gelin sınırları açın diyebileceğimiz bir sınırımız olmayabilir. Verdiği birçok acı kayıpla birlikte bir ülke dünya haritasından silinebilir belki de .
Şimdi MİSAFİRlerimizin misafir olup olmadıklarına karar verme zamanı.
Bu dönemle birlikte tekrar düşünülmesi gerek soru ise şu:
“MİSAFİR” KELİMESİNİN ANLAMI NEDİR?