Yine iki alıntı ile başlayalım. İlki Türk Siyasi Tarihi açısından önemli bir kilometre taşı sayılabilecek nitelikte çünkü devlet ilk defa vatandaşından Dersim için özür diliyor. İkincisi ise bu özrün amacı hakkında kuşkuya düşürüyor. Amaç, hakikaten geçmişle hesaplaşmak ve ondan dersler almak mıydı yoksa rakibi olan siyasi partiyi köşeye sıkıştırmak için Kılıçdaroğlu henüz dünyaya teşrif buyurmadan yaşanan bir gelişmeyi gündeme taşımak mıydı? İkinci alıntıdaki “kırılacak” ve “ezilecek” kelimeleri sanki gerekli dersler çıkarılmamış kanısı uyandırıyor.

23 Kasım 2011 – Başbakan Tayyip Erdoğan: “Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum.” (Dersim olaylarına dair konuşmasından)

10 Ekim 2014 – Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş“Bu tetikleri çeken eller de beyinler de kırılacak ve ezilecektir.” (Bingöl Emniyet Müdürü Atalay Ürker’e yapılan ve iki polisin şehit olduğu saldırıyla ilgili açıklaması)

Kürt mü, o da nesi?

O dönemden bir karikatür

Karikatür: Cumhuriyetin Tunceli

I.Dünya Savaşı, işgaller, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in İlanı derken çok uluslu bir imparatorluk yerini yeni yeni filizlenen bir ulus devlete bırakır. Evet İstiklal Harbi kazanılmıştır, düşman yurttan kovulmuştur ve tam bağımsızlık elde edilmiştir ama ortada bir sıkıntı vardır. Bu yeni devlete selefi Osmanlı’dan miras kalan demografik yapı bir ulus devlet inşasını zorlaştırmaktadır. Ermeni Tehciri ve Türk-Rum Mübadelesi ile anadoludaki gayrimüslimlerin önemli bir kısmı bu toprakları terk etmiştir ve geride iki temel unsur olarak Türkler ve Kürtler kalmıştır. Fakat ardı ardına gelen Kürt isyanları ve rejimin Kürtleri görmezden gelen tavırlarıyla bu iki unsur arasındaki anlaşmazlıklar giderek artmıştır. Aşağıdaki sözler bu tavrın kanıtı gibidir:

Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır. O da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. – Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt

“Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” – Başbakan İsmet İnönü

500 Yıllık Fiili Özerklik

1925 Şeyh Sait İsyanı ve 1930 Ağrı İsyanı‘ndan sonra bu kez Dersim‘de bir isyan patlak verir. Bu isyanı öncekilerden ayıran en önemli nokta ise Dersim halkının yaklaşık 500 yıldır fiilen özerk yaşamış ve bu süre boyunca devlete asker göndermemiş ve vergi vermemiş olmasıdır. Dönemin içişleri bakanlarından Şükrü Kaya‘nın belirttiğine göre bölgeye 1876’dan itibaren Sel Seferleri adı verilen 11 askeri harekât düzenlenmiştir fakat köklü bir çözüm sağlanamamıştır. Bunun temelinde ise bölgenin coğrafi, demografik ve kültürel yapısı yatmaktadır. Sarp dağlarla çevrili ve ulaşımın alabildiğine zor olduğu bölgede Alevi Kızılbaşlar çoğunlukta olmak üzere Kürtler, Zazalar, Türkmenler ve Ermeniler yaşamıştır. Aşiret yapısı da diğer bölgelerden farklı olan Dersim, Ruslara karşı savaşırken bile kendi birlikleriyle Osmanlı’dan bağımsız olarak savaşmıştır.

Asimilasyon ve İsyan

Zorunlu iskâna tabi tutulan Dersimliler

Zorunlu iskâna tabi tutulan Dersimliler

Devlet, Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarından edindiği tecrübeyle çıkması muhtemel Dersim isyanını önlemek için bir dizi icraata girişse de bu icraatlar isyanı önlemek bir yana bizzat körüklemiştir. 1925’de uygulamaya giren Şark Islahat Planı’na ek olarak iki yeni yasa daha çıkarılmıştır: 1934 İskân Kanunu ve 1935 Tunçeli Kanunu.

İskân Kanunu’na göre anadili Türkçe olmayanlar, kendi dillerini konuşan köylerde iskân edilemeyecek ancak nüfusun %10’unu geçmeyecek şekilde uygun Türk köylerine dağıtılacaklardır. Aynı aileden maksimum 4 kişi aynı köye gönderilecektir.

Tunçeli Kanunu ile de Dersim’in adı Tunçeli olarak değiştirilmiştir ve 4.Umumi Müfettişliğe getirilen Abdullah Alpdoğan’a geniş yetkiler verilmiştir. Öyle ki, Alpdoğan’ın vilayet içinde yer değiştirtme ve vilayette oturmaktan men etmeye yetkisi vardır. Ayrıca, Tunçeli ile ilgili davalarda cezaları onama veya erteleme yetkisine de sahiptir.

Tenkil Harekâtı Başlıyor

sabiha

Sabiha Gökçen

21 veya 22 Mart 1937 gecesi askerlerle girilen çatışma olayların fitilini ateşler. Devletin cevabı içinde Sabiha Gökçen’in de bulunduğu bir filonun bombardımanı olur. Sonrasında tenkil harekâtı başlar. Halk köyleri boşaltarak dağlara, mağaralara sığınır. Bu süreçte ne tür yöntemler izlendiğine dair kesin bilgiler yok sadece o dönemin tanıklarının ifadeleri var.

Atatürk: “Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim’i” dedi ve vurduk – Celal Bayar

Ben kıta komutanıydım, bize verilen emir: “Canlı hiçbir şey bırakmayın” şeklindeydi – Hulusi Yahyagil

Okuyucularımdan özür diliyorum ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum. – Muhsin Batur

Yaşadıkları yerler iptidai idi, konut denecek halleri yoktu. Onları daha iyi bir yaşama kavuşturmak için başka yerlere yerleştirdiler. Atatürk’ün gayesi buydu. – Sabiha Gökçen

Mağaralara iltica etmişlerdi, ordu zehirli gaz kullandı. Bunları fare gibi zehirledi. – İhsan Sabri Çağlayangil

Ayıptır, Zulümdür, Cinayettir

Seyit Rıza

Seyit Rıza

Hikayenin sonunu İhsan Sabri Çağlayangil’den dinleyelim:

Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, biz elebaşı Seyit Rıza’yı aldık. Jip, jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. “Asacaksınız” dedi ve bana döndü: “Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?” Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Onun infazı bitince Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimse yoktu ama sanki meydan insan doluymuş gibi boşluğa hitap etti ve şöyle dedi: “Evlâdı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir.”

Halbuki Şeyh Edebâli ne güzel söylemiş: İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!

Leave a Reply