Dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olan Irak ortadoğuda kurulmuş olan Osmanlı Devleti’nin ardılı devletlerinden bir tanesidir. Sümerlilerden tutun da Romalılara kadar farklı milletlerin egemen olduğu bu topraklar günümüzde etnik ve mezhepsel farklılkların bir arada bulunduğu nadir yerlerin başıda geliyor. Kuzeyinde Türkmenler ve Kürtler, Güneyinde Şiiler, merkez Bağdat yakınlarında ise Sunni Araplar yaşamaktadır. Tarih öncesinde Irak devleti ve Irak milleti var olmadığından dolayı günümüzde bu bölgede yaşayan farklı etnik ve mezhepsel unsurların devlet geleneği ve millet kavramı yoktur. Bu nedenden dolayı kuruldukları yıldan günümüze kadar uzanan süreçte bu topraklarda istikrar kurulamamış, birliktelik sağlanamamış, protestolar, darbeler, çatışmalar bu toprakların özelliği olmuştur. Emperyalizmin adeta stajını yaptığı bu topraklar, günümüzde sıcak çatışma bölgelerin başında gelmektedir. Peki neden Irak’ta istikrar sağlanamıyor? Neden ölümler gündelik yaşamın bir parçası? Neden dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olmasına rağmen Irak halkı benzin için kuyruk oluşturuyor? Irak’ın geçmişine bakılmadan bu soruların cevaplarını bulmak zor.
[box_dark]Osmanlı’dan Kopuş[/box_dark]
1914 yılında Almanların yanında 1.Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı’ya karşı ilk cevap İngilizlerin 22 Kasım 1914’de Basra’ya girmesi oldu. Merkez Bağdat’a bir çok kayıp vererek ancak savaşın bitimine bir yıl kala giren İngilizler, zengin petrol yatakları ile bilinen Musul’u ancak savaşın sonunda imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hükümlerine dayanarak işgal etti. 30 Ekim’de imzalan bu anlaşmanın ardından 6 Kasım’da Musul’u ele geçiren İngiltere, petrolün kendisi için ne kadar hayati önem arz ettiğini ilk defa gösterdi. Irak ve bölgesinin Osmanlı’dan kopmasının nedenlerinden bir diğeriyse Büyük Arap Devleti vaadi ile kışkırttıkları Arapların başlattığı isyan hareketidir. Hâlâ toplumumuzda “arkamızdan hançerlediler” diye tanımlanan bu hareket, Irak ve bölgesinin Osmanlı’dan çıkmasına neden olan olaylardan bir diğeri. Buna karşılık bağımsızlık hayali ile isyana kalkışan Arapların, İngilizlerin diğer yüzünü görmesi ise uzun zaman almayacaktı. Zira Araplara vaad edilen bu topraklar petrol rezervin bir hayli zengin olduğu bir bölge idi. Öyleki 1927 yılında Kerkük yakınlarında topraktan işlenmemiş bir şekilde fışkıran petrol beş kişininin ölümüne sebep olmuştur. Toprağın altında daha fazla kalamayan bu canavar, bu topraklarda ilk canını bu tarihlerde almaya başlamıştır. Var olan bu zenginlik sebebiyle özellikle geleceğini petrole yatıran emperyal devletlerden biri olan İngilizler ve Fransızlar’ın bu bölgelerde güçlü bir devletin varlığını istemeyeceği aşikardı. Nitekim 1916 yılında bu iki devlet arasında ortadoğunun yapısını değiştiren anlaşmalardan biri olan Sykes- Picot antlaşması yapıldı. Tamamen İngiliz ve Fransızların çıkarının gözetildiği, bölgenin etnik ve dinsel farlıklıklarının göz önünde bulundurulmadığı bu antlaşma günümüze kadar devam eden bir dizi sorunlar silsilesi yarattı. Antlaşmaya göre pastadan Irak, Ürdün ve Filistin bölgesini İngilizler, Suriye ve Lübnan bölgesini ise Fransızlar kaptı. Irak ve bölgesinin sahip olduğu heterojen yapı ise İngilizlerin burayı bizzat yönetmesine engel oldu. Iraklıların sert muhalefeti ile karşılaşıldı. Özellike çıkan isyanlarda Şii kesim kilit rol oynamış ve adeta Şii kesimin yoğun olarak yaşadığı Necef şehri isyanın merkezi olmuştur. Karşılaşılan bu tepki nedeni ile İngilizler çıkarlarını korumak için bölgeyi direkt yönetmek yerine kukla bir devlet yaratarak, bu sorunun üstesinden gelmeye çalıştı. Çıkan bu sert muhalif hareketler bile petrol ile beslenen bu aç canavarı bölgeden çıkartmaya yetmiyordu. Sonuç olarak İngilizler Irak’ın tahtına Hz. Muhammed’in soyundan gelen Mekke emiri ve Arap isyanının lideri olan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı 23 Ağustos 1921’de çıkardılar. Bu sayede İngilizler Irak’ta hakim konuma geldi ve atanan kral ve onun peygambere dayanan soyunun etkisi ile diğer İslam ülkelerinde etkili olmayı planladılar. 10 Ekim 1922’de yeni kurulan devlet ile İngiltere arasında yapılan antlaşmaya göre; ülkede manda statüsü resmileşti ve Irak on sekiz vilayet, üç bölgeye ayrıldı. Kuzeyde Kürt bölgesi, Güneyde Şii bölgesi, Merkezde ise Sünni Arap bölgesi. Yapılan bu antlaşma geleceğin Irak’ını şekillendiren çok önemli bir unsur oldu. Üzerinden doksan iki sene geçmesine rağmen geçerliliğini koruyan bu antlaşma, İngiltere’nin Irak ile ilgili mezhep ve ırk ayrımları güdümlü politikaya sahip olduğunun kanıtıdır. 27 Mart 1924’de Anayasa meclisinin antlaşmayı onaylaması ile birlikte Iraklılar bağımsızlık isteklerini daha yüksek bir ses ile dile getirmeye başladılar. Bu muhalif
hareketlerinde etkisiyle İngiltere ile Irak arasında 30 Haziran 1930’da yirmi beş yıl süreli bir antlaşma imzalandı. Buna göre Irak 1932’de tam bağımsız olacak ve Milletler Cemiyeti’ne üye olacak. Ayrıca İngiltere, Irak’ın dış politikası ve güvenliğinden sorumlu olacak, Irak’ta askeri varlık bulundurabilecek ve Irak ordusunu eğitip, onlara silah sağlayacaktı. Bugünden bakıldığında tam bağımsızlık ilkeleri ile çelişen bir duruma sahip olmuştu Irak. 1933 yılına gelindiğinde kukla olarak nitelendirilebilecek bir kral olan Faysal öldü. Onun ölümü ile birlikte Irak’ta var olan karışıklıklar daha da arttı.
[box_dark]Bir Garip Bağımsızlık[/box_dark]
Kral’ın ölümü ile birlikte yaşanan karışıklıkların etkisi ile devleti yöneten kadro da etkilendi ve İngiltere yanlısı olanlar ve karşı olanlar olmak üzere iki gruba bölündü. İngiltere’ye karşı olan grubun başında daha sonraları başbakan olacak olan Türk asıllı ve Osmanlı Ordusu’nda görev almış olan ve Türkiye yanlısı, Mahmut Şevket Paşa’nın kardeşi olan Hikmet Süleyman vardı. Yeni oluşan bu grup 1933-1936 yılları arasında Irak politikasında önemli roller üstlendi. 29 Ekim 1936’da Kürt asıllı bir general olan Bekir Sıtkı Yasin Haşimi hükümetine karşı darbe yaptı ve Hikmet Süleyman’ı başbakan olarak atadı. Tıpkı devrik başbakan gibi kendisi de İngiltere karşıtı olan Bekir Sıtkı’nın neden darbe yaptığına dair ise bir çok görüş vardır. Ancak bunlardan en makul görüleni; Irak’ın İngiltere’den kurtulmak istemesi onun yerine yeni yeni filizlenen Nazi Almanya’sına yönelmek istemesidir. Alman hayranı olması sebebilye Kürt Göring namını alan Bekir Sıtkı yanı başında yeni kurulan Cumhuriyet ve devrimlerinden etkilenip Cumhuriyet dönemi Türk Ordusu’nu örnek alan bir örgütlenmeye gitti. Hikmet Süleyman’la Irak ile Türkiye’nin bir federasyon şeklinde bir araya gelmesi için çalışmış ama beklendiği üzere bu çabalar petrol delisi İngiltere tarafından engellenmiştir. Bu girişim için Türkiye’ye geldiği sırada Musul’da yönetim karşıtı bir asker tarafından öldürüldü. Kurban verilmiş ama kavga daha bitmemişti üstelik yeni başlıyordu. Bekir Sıtkı’nın yerine daha ılımlı ve Nazi Almanya’sı yerine İngiltere odaklı bir politika izleyen Nuri Said paşa getirildi Bu defa da Nuri Paşayı fazla ingiliz yanlısı politika izlediği için ordu içindeki diğer bir grup tarafından uzaklaştırıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği bu dönemde İngiltere Almanya arasında yaşanan rekabet Irak’ın üzerinde etkili olmuş ve Irak’ta peş peşe üç defa askeri darbe yaşanmıştır. Emperyalistlerin çocukları Irak’ta da başarılı olmuş tıpkı Türkiye’de ve İran’da da başarılı olacakları gibi. Savaşın bitimi sonrası yeni bir dünya düzeni kurulduğu yıllarda Irak’taki siyasi yapı yine iki ana gruba ayrıldı. Biri Nazi Almanya’sına savaş ilan edecek kadar İngiliz hayranı olan Nuri Said’in başını çektiği muhalif grup diğeri ise baasçılık ideolojisi ile ortadoğuda köklü değişimler yapacak olan milliyetçi ve sosyalist grup. Nuri Said’in başını çektiği grup 1945-1958 yıllar arasında Nuri Said başkanlığında yirmi defa hükümet kurdu. Baskının her yerde her alanda uygulandığı bu dönemde artan Sovyet tehtidie karşı İngiltere ve Amerika’nın desteği ile bölge ülkeleri arasında işbirliğini artımak amacıyla diğer adı Cento olan Bağdat Paktı kuruldu. Bununla birlikte Amerika ortadoğu ile ilgili oynanan oyunda sahneye çıktı. Sovyetlere karşı İngiltere ve Amerika yanlısı bu politika tıpkı önceki dönemlerde olduğu gibi ordu içinde muhalif bir grup oluşturdu ve 14 Temmuz 1958’de yine darbe yapıldı. Bu darbe ile Irak yaşayacağı bir dizi olay ile yeniden bu sefer çok daha etkili bir şekilde değişecek.
Not: Serinin devam yazısında Irak’da Abdülkerim Kasım dönemi ve darbesi, kuzeydeki Kürt İsyanı ve Baasçılığın yükselişi ele alınacaktır.