“En büyük gaflet”, Yahya Kemal’in Türkçeye karşı Türk milletinin tutumu hakkında verdiği acı hükümdür. Tarih boyunca, Türkçe’nin vardığı en yüksek seviyenin şairi, dilimizin bu seviyeye varması için hayatının 60 yılını vermiş bir Türk büyüğü olarak, en büyük sevgilisine yapılan zulmün derin sızısını duymuştur. Bu söz de o sızının bir tezahürüdür.

Yahya Kemal, Türkiye Türklüğünün daha İstiklal Savaşı’ndan sonra, yeni bir millet olmaya çalıştığı yıllarda Türkçe için şöyle düşünüyordu:

Lisan bahsi açıldıkça ‘Hala mı o bahis?’ diyerek bezginlik gösterenler, bana, acımaya layık, gözlerini gaflet bürümüş, en zavallı kayıtsızlar gibi görünüyorlar. Vatan bahsi açıldığı bir yerde ‘hala mı o bahis?’ diyecek bir Türk, menfur bir kayıtsızlık göstermiş sayılır. Bu telakki, lisan bahsine olan kayıtsızlığa karşı da bu derece variddir (ortaya çıkan).

Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemal’in bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsiliğini uyandırsaydı, bize öğretseydi, bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçe’dir, deseydi, bu bağ öyle bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmayacağını, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutacağını öğrenirdik.

Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.

Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir.

Heyhat bir kimse zuhur edip de lisan fikrini kafalarımızda kutsileştiremedi. Türkçeyi sevmiyor değil, seviyoruz. Fakat tıpkı, vatanı Namık Kemal’den evvel sevdiğimiz gibi. Bu kâfi değil.”

Türkçe

Fikirlerini Atatürk’e de kabul ettiren Yahya Kemal Beyatlı’nın istediği hareket, 20. asırda Türkçeye değer vermek, onu, memleketin büyük ve çok bahtiyar bir tesadüfle bir arada yetiştirdiği hakiki dil ve edebiyat büyüklerinin ve Avrupalı dil âlimlerinin bir araya getirilmesiyle kurulacak bir Türk Dili Akademisi’ne tevdi etmekle başlayacaktı. Fakat ne yazık ki böyle bir hamle yapılmadı.

Diller, ilmi veya edebi otoritelerini bütün millete kabul ettirmiş, yüksek kültürlü dil ve sanat adamlarının elinde nizam bulur; milletlerini mutlaka iyiye ve ilmiye doğru kalkındırmak idealindeki devlet adamları vasıtasıyla da böyle ellere verilebilir. Kısacası, zamanımız bu oluşum için çok uygun değildir. Dil ve sanat adamları tek tük de olsa parlarlarken, devlet adamları zümresini kendinden başkasını düşünmeyen adamlar oluşturduğu için, o tarafa bakan yönüyle imkânsızdır.

Yukarıda en büyük gafletimizin milli lisana vatan toprakları gibi ve ondan hiç farksız bir değer vermek lazım geldiğini söyleyen adam, yerden göğe kadar haklı değil midir? Bizim bugün içinde bulunduğumuz bütün çıkmazlar Türklüğü ve Türkçemizi maksatlılar ve maceracılar elinde bırakarak milli bir bağ olmaktan tamamıyla uzaklaştırmış olmamızdandır. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri aklıselime teslim edilmeyen Türkçe, haklı olan değeri görmemiştir hiçbir zaman. Bütün dillerin Türkçe’den çıktığı, birçok başka milletin aslında Türk olduğu şeklindeki aşırı sağ dil ve tarih yanlışları, zamanla bunun aksini öğrenen nesillerin milletimize ve lisanımıza olan itimadını sarsmıştır.

Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin büyük zaferlerini, büyük faziletlerini ve çok büyük medeniyetlerini kasten karanlıkta tutan bir tarih tedrisatı da aynı kötü neticeyi vermiştir.

Vaktiyle Çinlilerin, Türk bütünlüğünü bozmak için eski bir Türk Hakanından, verecekleri bir prensese mukabil Türk vatanından bir taş parçası istedikleri bilinir. (Bkz. Uygur Göç Destanı) Hakan, büyük bir gaflete düşerek bu tılsımlı kayayı Çinlilere verince vatanda korkunç felaketler görülür. Bir kısım Türkler, Çinlilere esir olurlar. Onların bir kısmı da, ancak vatanlarını bırakarak başka yerlere göçmek suretiyle yaşamaya devam edebilirler. Bu destandaki tılsımlı kayanın Türkçe olduğuna çokça edebiyat tarihçileri kanidir.

Günümüz siyasi hayatına ve Türkiye’nin içinde olduğu duruma bakarsak bir iletişim eksikliği görürüz. Milleti birbirine bağlayan tek ve güzel bir dil sanki kasıtlı bir biçimde bizden çalınmıştır. Elimizden gidenler hep en değerlilerimizdir.

Bugün artık birbirimizin dilini bilmiyor, değerini anlamıyor, inanışını küçümsüyor ve bir çoklarımız kendi tarihimize küfürler savurarak yetişiyoruz.

Eğer hala çaresini bulmaya davranmazsak, kendi ellerimizle hazırladığımız ve kendi büyük gafletimizle devam ettirdiğimiz bu manevi yıkılışı, hiçbir ekonomik kalkınma ve hiçbir refah ile önleyemeyeceğiz.

 

[box_light]

 

Yararlanılan Eser:

Türkçenin Sırları, Nihat Sami Banarlı

[/box_light]

 

Leave a Reply