Solun medâr-ı iftiharı Erdem Yazar’a.
Yunanistan’daki radikal solun heyecanlı ve galip temsilcisi Syriza, elde ettiği iktidarla bize sol üzerine düşünmek için uzun bir mesai bahşetti. Belki hiçbir zaman sol gündemimizin haricinde olmadı, ancak solun güç ile yan yana konuşuluyor oluşu muhakkak ki hakkında sarf edilecek sözler ve gerisinde odaklanılacak bir köklü siyasi akım bıraktı.
Tarihle birlikte süregelmiş politik geleneğin hayati bir aktörü olan sol, ütopiklik gömleğini üzerine en çok yakıştıran akımlardan birisi olarak zihin dünyalarımızdaki yerini alır. Sol, bitmez tükenmez bir mücadele azminin politik karşılığıdır. Bu azim, zorlukla olan muhabbetin yoğunluğunca tarafgirlere aşılanır; nitekim sol, zorluklara sevdalanmış gibidir. Öznenin başına buyrukluğuna sol siyasi bir müdahalede bulunmak ister, onun belirli yüce değerler uğruna bir başınalığından az veya çok feragat etmesini rica eder; bir toplum bilinci aşılayıp ötekini öznenin kendisiyle aynı paydaya sığdırmaya, ortaklıkla bezeli bir farkındalık yaratmaya çabalar. Bütün bunlar kardeşliğin, halkların, özgürlüğün ve demokrasinin tinsel bir eda ile sürekli el gezdirdiği bir ortam üzerinden yürütülür.
Solun imkânsız ile olan flörtü gözüne zavallı bir perde çekilmesini de beraberinde getirmiştir. Ütopyacı toplum kuramlarına olan adanmışlık, solcuyu fantezilerle dolu bir dünyanın kucağına bıraktığı için, onu pek çok hakikatten alıkoymuştur. Bu fanteziler, solcunun mücadele azmine ruh verendir, zorluğun zorluk olarak salt bir şekilde algılanmasının önüne geçendir. Bu bakımdan, her siyasi bakışın yazgılı olduğu kusurluluğu, sol daha içten yaşamak zorundadır. Bundan dolayıdır ki dünya, (radikal) solu artık ekseriyetle reddetmiş haldedir; öyle ki sol bir partinin seçim zaferi kazanması artık bir devrim olarak nitelenir, yeryüzündeki tüm solcular bu devrim ile doğan umudun sarhoşu olurlar.
Sol, esasında hakikatle pek ilintili iddialarını kitlelere aktarmakta ve onları etkilemek suretiyle sosyal hayatın gerçekliği haline getirmekte her zaman zorlanmıştır. (Bu zorlanma tabii ki yalnızca sola özgü bir şey değildir.) Çünkü, yine politik-ideolojik olmanın kaçınılmaz sonucu olacak şekilde, sol da ayrımcılığa kapı aralayacak öncüllerle hareket eder. Örneğin sol, sekülerlikle neredeyse ayrılmaz bir bütün oluşturmuştur ve muhataplarını bu ayrılmazlığın sınırlarında hareket etmeye zorlamıştır. Ancak böyle olmak zorunda değildir. Sol, yıkıcı bir bilimsellik söylemini kuşanıp etkilemeye çalıştığı halkların çok üstünden bakar bir eda ile hareket ederek samimiyetinden taviz vermek zorunda değildir. İmkânsızlığın çekici doğasından başını kaldırıp, toplumun tarihselliğiyle beraber edindiği gerçekliğine, bir anlama çabası üzerinden yapılacak yaklaşım solun başarısız doğasına çare olabilecek niteliktedir.
Slavoj Zizek’in Charlie Hebdo saldırısının akabinde kaleme aldığı yazısında ifade ettiği, radikal solun liberal demokrasiye yapacağı kardeşçe yardım ile daha da iyileşecek dünya, geniş bir bağlamda, liberal demokrasinin radikal sol ile paylaşacağı ortak değerlerin sonucunda da müjdelenebilir. Sol, zorluklara sakladığı mücadele motivasyonunu, liberal demokrasiden öğreneceği, ‘dindar insanları anlama ve onları bir şekilde ötekileştirmeme’ yolunda kullanabilir, kucaklayıcılığına seküler sınırları ile halel getirmeyebilir. Solun teorisi, bir halk türküsünün içtenliğini alın çizgilerinde taşıyor olan emekçiyi sahiplenmenin destanı mahiyetindedir ancak aynı teori, o emekçinin dini bakışına kör kalmıştır. Bu körlük, belki de liberal demokrasinin iletişime kutsiyet atfeden kanadı tarafından uzatılacak bir el ile düzeltilebilir, hem rasyonellik hem tutarlılık ve hem de bunlara bağlı olarak etkililik böylece daha güçlü bir zeminde sağlanmış olur.
Solun din gerçeğine yüz çevirerek almaya çalıştığı her yol bir eksiklik arz eder ve bu tutumla tarihe demirlemiş olduğu başarısızlık hali peşini asla bırakmaz. Bu, solun tamamen dini bir surete bürünerek toplum anlayışını şekillendirmesi gerektiği anlamına da muhakkak ki gelmez. Sol, dinin üzerlerinde bir şekilde etkide bulunduğu insanları, yalnızca politik değil toplumsal zeminde de anlamak zorundadır. Sekülerliğin kuşatıp gözlerini örttüğü hali ile sol, toplumu anlamaktan çok uzak olmaya devam edecektir.
Dindar insanlar samimiyetleri oranında ötekine hassasiyet besledikleri için, halihazırda neredeyse kanlı bıçaklı olan sol ile ilişkilerin daha makul bir noktada seyredecek olması, bu açıdan bir toplum bilincinin aşılanmasında önemli rol oynayabilir. Bu tam manasıyla her iki tarafın da daha iyi bir dünya adına sosyal ve siyasi zeminde birbirinden faydalanacağı, birbirini kontrol edip iyileştireceği üstün bir hali ifade eder. Topyekûn bir farkındalıkla adalet ve eşitlik üzere bir toplumun, birbirini anlamak için hiçbir çaba sarf etmeyen bireylerce tesis edilemeyeceği açıktır; sol ötekini kazanarak ilerleyebilmenin erdemine talip olmalıdır.
Solu dini olan her şeyden çekip alan materyalizm, solun yöneldiği kitlelerce hiçbir zaman anlaşılabilmiş, bir hayat felsefesi haline getirilebilmiş değildir. Marksist geleneğin materyalist mirası, toplumun din ile zenginleşmiş ağrı kesici mahiyetteki ruhundan hiçbir karşılık görmemiştir. Marx’ın, toplumu, dinselliğinden uzak yorumladığını söylemek de yanlıştır; Marx, acıların, yıkımların, zulümlerin mesken tuttuğu bir dünyanın sakinleştiricisi, ağrı kesicisi olarak nitelediği dini bir toplum gerçeği olarak algılamıştır. Sol, bu sosyal realiteyi, fikrî liderinin gösterdiği yol üzerinden giderek anlamaya ve daha da ilerleyerek kendisinden görmeye çalışmalıdır.
Umut solun ideolojisidir ve Syriza da solun şu anki en görkemli temsilcisi olarak bize umut edebilmemiz için fazlaca fırsat vermiştir.
memduh
sevgili yazara aynen katılıyorum sol, insanı hissiz , duygusuz inançsız bir robot veya makine gibi mi algılamış yıllarca öyle bir his doğdu içime şimdi . ve bu algısı devam ederse bir kaç terör eylemini desteklemek ve topluma saçma sapan çözüm öneri sunmaktan öteye gidemeyecektir.