Kader Sevinç

Uluslararası siyasetçi, sosyal girişimci ve şair Kader Sevinç, Brüksel’de Avrupalı sosyal demokrat partilerin şemsiye partisi PES’in başkanlık divanı üyesi, CHP Avrupa Birliği Temsilcisi ve Washington’daki Johns Hopkins Üniversitesi/SAIS’in akademi üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Daha önce Akdeniz Üniversitesi AB Araştırmaları Merkezi, özel sektör ve Avrupa Parlamentosu’nda danışman olarak görev yapan Sevinç, 2013 yılında Diplomatik Courier dergisi ve küresel lider kuruluşu YPFP tarafından dünyadaki en etkili genç dış politika liderleri arasında seçilmiştir. Röportaj talebimizi kırmayıp AB-Türkiye ilişkileri üzerine sorduğumuz sorular doğrultusunda görüşlerini bizlerle paylaşan Sayın Sevinç’e teşekkürü borç bilirim.

Daha fazla bilgi için tıklayınız.

Kader Sevinç Söyleşi-Orhun Bayraktar

Merhaba Kader Hanım, dilerseniz şu sorumuzla başlayalım: Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) da göz önünde bulundurduğumuzda yarım asırdan fazla bir süredir AB kapısını çalan bir Türkiye var. Sorun nerede, neden alınmıyoruz?

Yıllar içinde her iki tarafın da önemli siyaset zafiyetleri oldu. AB bugün dünyanın en ileri demokrasisi ve sosyal refah toplumu da olsa, nasıl ki halâ mükemmel bir demokrasi değil, nasıl ki halâ ekonomide ve dış politikada hatalar yapıyor, Türkiye dosyasında da hatalar yaptı. Diğer taraftan asıl belirleyici sorunlar Türkiye kaynaklı oldu. Askeri darbeler ve dar görüşlü siyasetçiler baş sorumlulardır. Tabii insan hakları, özgürlükler ve hukuk devleti sorunlarının yalnızca AB süreci değil, dünya rekabet ortamında ekonomiden, teknolojiye ve sosyal kalkınmaya her alanda bir pranga olarak Türkiye’yi aşağılara çekmesidir esas sorun.

Romanya ve Bulgaristan’ın 2007’de AB’ye alınmaları kimi çevrelerde “bu ülkelerin durumları Türkiye’den daha mı iyi” sorusunu akıllara getirdi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Eğitim ve sosyal kalkınma seviyeleri yukarılarda ve siyasal sorunları asgariye inmiş bir çerçevede üye oldular. Buna rağmen tam hazır değildiler. AB, Rusya etkenini ve bugün Ukrayna’nın yaşadıklarına benzer sorun olasılıklarını dikkate aldı. Yine de sonra -olması gerekenden daha erken bir üyelik olarak- biraz pişmanlık oldu. Zaten küçük ülkelerin AB üyeliği daha kolay olur, kol kanat gerilir. İngiltere ve İspanya gibi Türkiye de zorlu mücadele ile kendi ulusal egemenliğini ve uluslararası gücünü korumak için AB’ye üye olacak.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs bir yana, AB ilişkilerimiz boyunca Almanya ve Fransa’yla yıldızımızın barıştığı pek söylenemez. AB’nin önde gelen bu iki ülkesini, olası üyelikte nüfusumuzdan ötürü Avrupa Parlamentosunda sahip olacağımız koltuk sayısı mı korkutuyor?

Her iki ülke de, Türkiye AB kıstaslarına uyduğu her aşamada olumlu oy kullanmıştır: 1987’de tam üyeliğin işleme alınması, 1995’de gümrük birliği, 1991’da resmen aday ülke kararı, 2004’te müzakerelere başlama kararı, daha sonra Sarkozy’nin başkan olduğu dönem dahil Türkiye’nin tam üyelik yol haritası olan Katılım Ortaklığı Belgesi’nin oybirliği ile onayı ve AB Resmi Gazetesi’nde yayımlanması… Ne zaman ki Türkiye Kıbrıs’ta kendini kırmızı çizgilere hapseden politikalara takıldı ve de insan hakları ve demokraside geri gitmeye başladı, o zaman bazı laf ebesi AB siyasetçileri de kendilerine bir alan buldular. Türkiye’nin büyük nüfusu ise tam üyelik aşamasında gündeme gelecek bir sorun. Bazı dar zihniyetler AB içinde buna takılıyor ama matematiksel hata yapıyorlar. Türkiye üye olduğunda halk, coğrafya, ekonomi, güvenlik alanları ile daha geniş bir AB oluşmuş olacak. Türkiye de kurumlar da kendisi sayesinde artan AB alanını temsil edecek. Orantısal olarak da bu temsilin ağırlığı Türkiye’nin getirdiği büyüklükten daha az olacak.

AB ile Türkiye arasındaki kültür ve din farkının tam üyelik önünde engel olduğuna yönelik iddialar var. Sizce de süreci olumsuz etkileyen faktörlerden mi bu farklılıklar?

AB’ye üyelik için demokrasi gerekir. Demokrasinin de temel unsurlarından biri anayasal olarak veya uygulamada, siyasal kültürde iyi özümsenmiş laikliktir. Her ülkede farklılıklar olur tabi ama devlet ve de siyasetçiler insanların özel yaşamına, ruhani dünyalarına karışamaz. Türkiye bu yönde geriye giderse zaten ne AB üyesi olabilir ne de dünya sahnesinde güçlü bir ülke. AB içindeki gerici yaklaşımlar ise şimdilik azınlıkta ama bir gün çoğunluk olur ve “dinsel gerekçeler “öne sürerlerse, o zaman da AB batıyor demektir ve de Türkiye uzak durur doğal olarak.

Karşımızda Türkiye’yi üye almak istemeyen ancak aynı zamanda ondan vazgeçemeyen bir AB profili var ve belli bir süredir “ayrıcalıklı ortaklık” tan bahsediliyor. Sizce bu ne kadar mümkün? Şayet mümkünse Türkiye buna ne kadar istekli?

Ayrıcalıklı ortaklık ise asla söz konusu olmaz. Türkiye sömürge değil. Demokratik, ekonomik ve sosyal alanlarda gereğini yapacak bir Türkiye’yi AB içinde çoğunluk istiyor. Burada önemli olan Türkiye’nin ulusal çıkarlarıdır. AB dışında kalmak ulusal egemenlik kaybına neden oluyor. İçinde bulunduğumuz dünya dengelerinde Türkiye ister istemez AB’nin politikalarının etki alanında. Mutlaka bu politikaların karar masasında yerimiz olmalı. Dünyanın diğer ülkeleri için de AB yolunda ilerleyen bir Türkiye etkili oluyor. Yatırımlar, ticaret, turizm, teknoloji, sivil toplumsal ve akademik işbirliği gibi her alanda durum bu. Simetrik olarak da, dünyanın diğer ülkeleri ile etkili ilişkiler geliştirdikçe Türkiye’nin AB’nin gözünde değeri artıyor.

Asıl mesele ise AB’nin geleceği. Uzun yıllardır Bahadır Kaleağası’nın dikkat çektiği “değişken geometrili, iki çemberli AB” ve bunun genişlemeyi de kolaylaştırıcı etkisi artık geniş kabul gören bir vizyon. Kaleağası’nın tezlerini bugün Kemal Derviş, Günther Verheugen, Carl Bildt gibi Avrupa’yı ve Türkiye yakından bilen birçok kişinin de söylemlerinde görüyoruz. AB, yakında bugünkü tüm üyeler ve Türkiye, Norveç İsviçre, Sırbistan, Bosna gibi ülkeleri de kapsayan geniş bir AB çemberi ve ortasında sıkı bir federasyon olacak Euro bölgesinden oluşacak. Bu geniş çembere Türkiye’nin dahil olması, bazı AB ülkelerindeki dramatik tartışmalardan az etkilenerek gerçekleşecek. Önemli olan bu sürece Türkiye’nin iyi hazırlanmasıdır. Demokrasiden yeni teknolojilere, sosyal haklardan çevre standartlarına kendisini güçlendirecek reformları yapmasıdır.

Yıllardır süregelen ve şu ana dek sonuç vermeyen çabaların AB’ye olan inancı kırdığı gözleniyor ve bu inanç kırıklığı insanları yeni alternatifler aramaya itiyor. Son dönemlerde adını daha sık duymaya başladığımız Şanghay Beşlisi, birliğe bir alternatif olamaz mı?

Olamaz. Şanghay Beşlisi gibi uluslararası gruplarla, forumlarla, etkinliklerle iyi ilişki Türkiye için olumludur. Fakat AB ile demokrasiden, sosyal standartlardan, uluslararası rekabet koşullarından bahsediyoruz. Olgun bir tartışma olmaz o tür zayıf karşılaştırmalar.

Türk iç siyasetinde partiler genellikle -ne yazık ki- birbirlerini yıpratmaya yönelik yorum ve değerlendirmelerde bulunuyorlar. Avrupa’nın başkenti Brüksel’de yaşayan ve konuya hakim birisi olarak, son dönemlerde Türkiye’nin AB politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Eksik olan ne?

Ankara’nın demokratik kültürü, dünya vizyonu, insancıllığı ve halk sevgisi.

Değerli sohbetiniz için çok teşekkür eder, Gazete Bilkent ailesi olarak çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Leave a Reply