Günümüzde bilim söylendiği gibi tarafsız veya cinsiyet üstü bir alan mıdır? Kadına verilen sosyal roller, kadını bilim alanında gölgede mi bırakmıştır? Hepimiz erkek bilim insanlarının isimlerini kolayca sayabiliriz. Peki ya Ada Lovelace? Hypatia? Ya da Marie Curie veya Hildegard? Bu isimler size tanıdık geliyor mu? Belki de birçoğu tarih sayfalarında gizli kalmıştır.
Kadının bilimdeki yeri ve bilim dünyasında erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü kanısı son zamanlarda çokça tartışılan bir konu haline gelmiştir. Tarih boyunca bilimsel gelişmelere katkısı olduğu halde, kadınların yaptığı çalışmalar çok az kabul görmüştür. Başarıları görmezden gelinmiş, isimleri kitaplarda unutulmuştur. Bilimin kadınlara hep mesafeli durmasının başlıca nedenlerine toplumsal baskı, erkek egemen anlayışı ve devlet politikalarını gösterebiliriz.
Bilim; insan, doğa ve evren üzerinde araştırmanın yanı sıra gözlem yaparak insanlığa yararlı çalışmalar sunmaktadır ve bu çalışmalar insan yaşamını kolaylaştırmak amacıyla kullanılır. Neolitik Devrim ve Sanayi Devrimi bilimin insan yaşantısını büyük ölçüde etkilediği iki dönemdir. Neolitik dönemde kadının üstlendiği rol ekip biçimiyle sınırlı değildi. Buğdayı ve arpayı işleyen kadın besinleri saklamak için çömleği icat etmişti ve aynı zamanda klan içinde yönetsel gücü olan bir varlıktı. Güçlüydü, değerliydi, çalışkandı, üstündü ama asla otoriter değildi. Kadın bedeninin devinimi -doğurganlığı hatta aylık kanamalarına kadar- doğanın döngüsel devinimi ile benzer işleyiştedir. Kadının kendi bedeninden yola çıkarak erkeğe öğrettiği üretim yani tarım, tüm insan hayatını değiştirmiştir ve erkeğin toplum ve yaşam içerisindeki konumunu etkilemiştir. İlerleyen zamanlarda yönetici statüsünde olan kadın değerini kaybetmiş, genelde erkeklerin kıskançlığı ve çekememezliği yüzünden yeteneklerini topluma açıklama olanağını bulamamıştır. 2,5 milyon yıl önce saygı duyulan ve değer verilen kadın Orta Çağ’da cadı olarak tasvir edilip canlı canlı yakılmıştır.
Rönesans döneminde gelişmeler sanat eserlerine işlenirken bunların zenginleştirilmesinde en temel ham madde kadındı, kapitalist sisteme hizmet için çalıştırılıyordu. Sanayi Devrimi ile birlikte kadın resmen iş gücü olarak görüldü ve fabrikalarda çalıştırılmaya başlandı. İnsanlığın tarihsel gelişiminde kadının statüsündeki iyileşmeler Endüstri devrimi sırasında başlamış ve kadına toplumsal üretime katılma ve eğitim kapılarını açmıştır.
Bugün koşullar daha iyi gibi görünse de dünya çapındaki araştırmacıların sadece %30’u kadın. Fizik, kimya ve tıp dallarında verilmiş olan 575 Nobel ödülünün sadece 16’sını, yani %3’ünü kadınlar almış. Bütün zorluklara rağmen bilim tarihine baktığımızda çok sayıda kadın mucitler, alimler, yazarlar, matematikçiler ve astronomlar olduğunu görebiliriz. Kadınlar da en az erkekler kadar bilime ilgi duymuş, araştırmış ve kayıtlar tutmuşlardır. Hatta bazı bilim kadınları bilim uğruna ölmeyi, öldürülmeyi bile göze almıştır. Aşağıda günümüze kadar ulaşabilen birkaç bilim kadınına ait bilgiler bulunmaktadır.
Hypatia (355-415): Mısır’da matematik ve felsefe alanında öğretmenlik yaptı. Geometri, cebir ve astronomi alanında kaynak olarak yararlanıldı. Su damıtmak, suyun özgül çekimini ölçmek için bir alet keşfetti ve bir astrolab ve düzlemküre (planisphere) yaptı. Ölümü çok korkunç oldu; kızgın bir kalabalık tarafından istiridye kabuğu ile derisi yüzülerek, sokaklarda sürüklenerek öldürüldü.
Hildegard (1099-1179): Düşünceleri oldukça moderndir. Evrensel çekim üzerine düşünceleri doğrudur ve Newton’dan birkaç yüzyıl önce bir zamana aittir. Orta çağın en üretken yazarıydı. Evrensel çekim üzerine düşünceleri doğrudur ve Newton’dan birkaç yüzyıl önce bir zamana aittir. Müzik çalışmaları da vardı. Günümüzde onun orjinal müzik yapıtları CD’lerde kayıtlıdır. Ona, Almanya’nın mucizesi adı verilmiştir.
Ada Lovelace (1815-1851): Matematik, fizik ve kimya öğrenimi aldıktan sonra hesap makinesi üzerinde çalışmış ve sayıları hesaplama üzerine makaleler yazmıştır. Bu planı geliştirerek ilk bilgisayar programını yazmanın adımlarını atmıştır. Bernoulli sayılarını nasıl hesaplanabileceğini tarif etmesi nedeniyle somut bir makineye uygulanabilecek ilk bilgisayar programının yaratıcısı kabul edilmiştir.Onun anısına Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri, hazırladıkları bilgisayar programlama dillerinden birine Ada adını vermiştir.
Marie Curie (1867-1934): 1903’de radyum ve polonyumun keşfiyle ve 1911’de saf radyumun izolasyonuyla iki kez Nobel ödülü almıştır. Nobel ödülü alan ilk kadın bilimcidir. Çalışmaları esnasında maruz kaldığı yüksek dozdaki ışınım nedeniyle 1934’de kan kanserinden ölmüştür. Savaşımla geçen bilimsel kariyerinde, binlerce kişinin hayatını kurtaran Curie, yine kendi adını verdiği maddenin kurbanı olmuştur. Albert Einstein’ın Marie Curie’ya yazdığı yeni keşfedilen mektuplarda bilim dünyasındaki cinsiyetçi yaklaşımların, 1900’lü yılların başında da görüldüğü ortaya çıkıyor. Yaptığı çalışmalarla fizik ve kimya alanında Nobel Ödülü kazanmış olan Curie, Einstein’a yazmış olduğu mektupta; kadın olduğu için bilim dünyasında dışlandığını belirtiyor. Einstein ise cinsiyetçi yaklaşımları görmezden gelmesi gerektiğini, Curie’nin başarılarıyla gurur duyduğunu, bilim dünyasının erkekler kulübü olmadığını belirtiyor.
Emili du Châtelet (1706-1749): Erkeklere ait bilim dünyasına girmek için büyük çabalar harcayan Fransız matematikçi, fizikçi ve yazar hala Voltaire’in sevgilisi/metresi olarak anılmaktadır. Emilie isyanını Prusya Kralı Büyük Frederick’e şu sözlerle dile getirir:
”Beni meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmaması ile değerlendirin, fakat beni şu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa’da parlayan bir yıldız veya meşhur bir yazarın eklentisi olarak görmeyin. Ben kendi doğrumla, tüm söyledikleri ve yaptıkları ile sadece kendisine sorumlu olan büyük bir kişiyim. Henüz karşılaşmamış olmama rağmen benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak onlar da beşeri zafiyetleri olan insanlardır. Dolayısıyla, tüm faziletlerimin toplamını aldığımda, itiraf etmeliyim ki, kimseden aşağı kalmamaktayım.”
Çoğu zaman bilimsel keşiflerin ardında yatan öyküler göz ardı edilir. Dünya için çok önemli olan buluşların, ani beyin fırtınaları sonucunda doğduğu düşünülür. Fakat her şey göründüğü kadar kolay değildir, özellikle kadınlar için. Kadınlar bilim insanı olmakta zorlanmışlardır, çünkü bilgiye ve bilim insanı olmaya giden yol daima cinsiyete, yaşanılan yere, doğum tarihine ve şansa bağlı olmuştur.
Türkiye’nin Bilim Kadınları Nerede?
Ülkemizde kadınlar ilk kez Atatürk sayesinde bilim dünyasına adım atabildiler. Daha önceleri kadınların üniversiteye gitme şansı yoktu. Cumhuriyetten önce ilk bilim kadınlarımız yurt dışında eğitimini tamamladı. İlk kadın kimyagerimiz Remziye Hisar, Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde Marie Curie’nin ders verdiği dönemlerde okudu ve kendi alanında Türkçe ve Fransızca kitaplar yayımladı. İlk Türk kadın doktor Safiye Ali ise eğitimini 1921 yılında Almanya’da tamamlamıştır.
Türkiye’de yaygın inanç, kadınların akademik veya bilimsel işgücüne rahatlıkla katılabildiği, bu alanlarda diğer iş kollarına kıyasla daha az cinsiyet ayrımcılığına maruz kaldığı yönündedir. Oysa akademik ve Ar-Ge istihdam verileri, kadınların bu çalışma alanlarına yeterince dâhil edilemediğini göstermektedir. Aynı problemle karşı karşıya bulunan diğer ülkelerle kıyaslandığında, Türkiye’de kadınların bilimsel iş gücüne katılımını artırmaya yönelik politikalarda büyük eksiklik bulunduğu görülmektedir. Ne yazık ki bilim kadınlarımızı uluslararası arenaya çıkarmayı başaramıyoruz.
Son yıllarda kadın mücadeleleriyle yaratılan farkındalık sayesinde bilimsel dergilerin çoğunda”bilim adamı” tabiri kaldırıldı. Ancak birçok bilim insanı söylemlerinde değişiklik ihtiyacı hissetmiyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi eski öğretim üyesi Prof. Ahmet Rasim Küçükusta da bu insanlardan biri. Küçükusta “Bilimle uğraşan çok az kadın olduğu için ‘kulak tırmalayıcı’ bilim kadını ifadesinin kullanılmasına gerek olmadığı”nı savunuyor. Sözlerinin devamı ise Küçükusta’nın Türkiye’deki erkek egemen bakış açısını daha iyi yansıtacak nitelikte:
“Hem bilim insanı hem bilim kadını sözlerinden mustaribim. Hadi, madem bilim insanı var, o zaman ‘bilim hayvanı’ da olmalı diye cinslik yapmayalım ama yarın oğlanlar, lezbiyenler, travestiler, onun bunun çocukları ve daha bilmem kimler ayaklanırlarsa ne olacak? ‘Biz ne bilim adamıyız ne bilim kadını. Biz ‘Bilim lezbiyeniyiz’ veya biz ‘Bilim transseksüeliyiz’ diye herkes kendi terimini yaratırsa kim ne diyebilir?”
Küçükusta, kadınların önlerine konulan engellere, bilimsel taassup ve ataerkil baskılara rağmen bilim yaparak hak ettikleri saygınlığın farkında olmasa gerek. Kadınların bilimsel çalışmalardaki yerinin ve öneminin sıklıkla gözden kaçırılıyor ve değersizleştiriliyor olması, oldukça büyük bir sorun. Bu inanış doğrultusunda da kadınların bilim insanı rolüne uymadıkları yargısına varılabiliyor. Bu denli bir ön yargının, kadınların yapmış olduğu çalışmalara yönelik bir haksızlık yarattığı aşikardır. İnsanlık tarihi boyunca ataerkil ayrımcılık, toplum baskısı, erkek egemen anlayışı bizleri ne büyük bilim kadınlarından mahrum etti, kim bilir?
Kadının bedenine oynamak yerine, beynine oynamak bilimsel öngörüye taşır.
Ah şu kadınlar, beyni ve bedenini özdeştiren ne güzel varlıklar.
Kadınlar özgürleştikçe erkeklerde daha özgür olacaklardır. Çünkü birisini köleleştirdiğinizde siz de köleleşmiş olursunuz.–Louise Berliawsky Nevelson
[box_light]KAYNAKÇA[/box_light]
Ceci SJ, Williams WM, “Understanding current causes of women’s underrepresentation in science”, PNAS, 2010.
ScienceDaily