Türkiye’de geçtiğimiz ocak ayında gösterime giren Mr. Turner; Mike Leigh’in yazıp yönettiği, 19. yüzyılın ünlü ressamlarından William Turner’in hayatına ışık tutan son eseri. Başrollerini Timothy Spall, Paul Jesson ve Dorothy Atkinson’ın paylaştığı film, dönemin İngiltere’sini; tablo yapanlar, tablo alanlar ve tablo yorumlayanlar olarak sınıflandırabileceğimiz bir grup insan üzerinden anlatıyor.
Hikâyenin içine biraz daha girdiğimizde, Turner’in hayatının içine de adım atmış oluyoruz. Londra’daki evinde babası ve hizmetçisiyle yaşayan, İngiliz Kraliyet Akademisi mensubu ve zamanını gemilerde seyahat ederek geçiren, son derece yetenekli bir ressam başkarakterimiz. Romantizm akımının bir temsilcisi olan ressamın tablolarını da çoğunlukla gemi enkazları, çalkantılı denizler ve manzaralar oluşturuyor. Durağanlığın dışında, anın kendisini birebir yaşayarak tablolarına yansıtması; Turner’ın yeteneğini yüzyıllar sonrasına taşıyor. Sahilden bakılan sakin denizleri değil de, çetin okyanus koşullarını anlatıyor. Pek çoğuna göre de bu ifadeler; Turner’in insan doğasının iniş ve çıkışlarını, yıkımlarını, bazen de yok oluşunu anlatan betimlemeler. Film boyunca da, ressamın kişiliği ve tabloları arasında gidip gelerek; zaman zaman özel hayatına, zaman zamansa aristokrat kesimle yaptığı kibir kokan konuşmalarına tanık oluyoruz.
Mike Leigh yine, daha önceden izlemiş olduğum Another Year filminden yola çıkarak, olay değil de durum anlatıyor. Filmin biyografik yapısı da, bu ortamı elverişli hale getiriyor. Dışarıdan bakıldığında kaba sayılabilecek bir görünüşe sahip olan Turner, içinde barındırdığı nazik ve sanatçı bakış açısını da ortaya çıkarmakta zorlanmıyor.
Turner akıl sağlığını yitiren annesini daha küçük yaşlardayken kaybeder. Bu sebeple, filmimizin ilk yarısında Turner’in babasıyla olan ilişkisini gözlemliyoruz. Güçlü bir kişiliğe sahip olan baba figürü, oğlunun ve hatta kendisinin ilerleyen yaşına rağmen elinden gelen her türlü fedakarlığı göstermesi, ikili arasındaki ilişkinin sağlamlığını gösteriyor. İkinci yarıda da ressamımızın yaşantısı, bu ilişkinin varlığı ve yokluğu arasındaki dengeyi sağlamakla geçiyor. Bir diğer karakter olan evin hizmetçisi ise, Turner’i içten seven sadık bir bekleyici. Zaman geçtikçe yaşlandığını, cilt rahatsızlığının ilerlediğini ama sadakatinin değişmediğini görüyoruz. Ayrıca; bu karakter sanat dünyasının içinde tabloları silip, boyaları yerleştiren ve tüm hadiseyi uzaktan izleyen bir konumda.
Belli bir kariyeri geride bıraktığı halde, bazı yetilerinin zayıflaması üzerine ciddi eleştirilere maruz kalan Turner’ın o zamanki durumunu; yönetmen, sanat ve toplum arasındaki ince çizgiyi ironik bir şekilde kullanarak anlatmış. Buna rağmen; Turner ne yeteneğinden ödün veriyor hikâyesinde, ne de zekâsından. Ölümünden sonra halka açık bir alanda tablolarının sergilenmesini isteyerek onlardan para kazanmayı reddetmiş, bu durumla da dönemin soylu kesimine olan tepkisini göstermişti.
Mr. Turner, görüntü yönetmenliği ve müzikalitesi bakımından karakterin kişiliğiyle birebir ilerliyor. Filme, film boyunca sizi biraz tedirgin edebilecek tondaki bir müzik eşliğinde devam ediyorsunuz. Ayrıntılara dikkat edilmesi gereken, oldukça başarılı bir yapıt Mr. Turner. Yönetmenin diğer yapıtlarını da bu filmi kadar tavsiye eder, iyi seyirler dilerim.