Tenis severler olarak Wimbledon ile yatıp kalktığımız şu günlerde kortlarda birbirinden heyecanlı tenis mücadelelerini izlemenin görsel zevki bir yana hayranlıkla izlediğimiz çeşitli seviyelerdeki tenisçilerin duygu durumu olarak da bir o kadar çeşitli hallerine tanıklık ediyoruz aslında. Peki, mental olarak tenisin en üst seviyesindeki oyuncuları dahi bu derece zorlayan nedir? Onları zirveye taşıyan mental dayanıklılıkları ya da zirvedeyken kaybetmenin eşiğine getiren ve onları kimi zaman lanet okurken, raketlerini fırlatırken ya da bir top toplayıcıya bağırırken çaresizlik içinde kortlarda görmemizin altında yatan nedenler nelerdir? Bu noktada, dünya standartlarındaki pek çok tenis oyuncusunun repertuarında yer alan “mental tenis” ortak bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Mental tenisi, iki eşit seviyedeki oyuncunun bir tenis maçını kazanmadaki farklılığı olarak basit bir şekilde tanımlayabiliriz. Teknik, fizik ve taktik diğer sporlarda olduğu gibi tenis için de vazgeçilmez unsurlar iken, yine bütün sporlar için ortak olan “mental” kısım insan zihnindeki en zorlu mücadele olarak teniste daha fazla ön plana çıkmaktadır. Çünkü teniste bir koç, maç boyunca tüm etkisiyle tribünde bağıran taraftarlar, yedek oyuncular, takım arkadaşları veya hızla akan bir süre bulunmamakta; kısacası oyuncu kendisi ve düşünceleriyle baş başa bir mücadele içindedir. Bu nedenle oyuncunun korttaki teknik ve fiziksel becerilerini pekiştirecek zihnindeki bu “mental tenis” esaslı bir şekilde eğitilmeli ve uygun bir duruma getirilmelidir. Oyuncu buna, maçın içindeki ögeleri inceleyerek ve kendi düşünce kalıplarını gözlemleyerek başlayabilir. Psikolojide ele alınan temel unsur, bizim düşünce kalıplarımız ve kendimizi nasıl gördüğümüzün bizim gerçeğimiz olması yolundaki eğilimimizdir. Bu nedenle, negatif bir zihinsel yaklaşımla maça giden bir oyuncunun, zaten muhtemelen ilk ısınmadan önce mental tenis savaşını kaybedeceğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Bu noktada tenis oyuncusu için kilit nokta; pozitif düşünce kalıpları geliştirmek ve zihindeki negatifliği saf dışı bırakmaktır. Çünkü zihindeki bütün bu karmaşıklık ve gürültü patırtı oyuncunun hareket gücünü bozacaktır ve onu fiziksel olarak maç anında doğru bir vuruş yapmaktan alıkoyacaktır. Oyuncular, mental tenis dayanıklılığını geliştirmek için “doğru kazanma mentalitesi”ni, oyuna pozitif bir tutumla nasıl yaklaşacağını ve ellerindeki işe nasıl odaklanacağını öğrenmelidirler.
Sınırlarını çizmeye çalıştığımız bu genel çerçeve içinde; oyuncular, ister tenis kariyerine yeni başlayan genç bir oyuncu, özel bir turnuva oyuncusu veya üst seviye bir profesyonel olsunlar fark etmez, mental tenis oyununda unutulmaması ve emin olunması gereken bazı temel değerler vardır ve başarı için saha dışında mutlaka bunlara başvurmaları gerekir. Bu değerlerden bazılarını günümüz tenisinden canlı örnekleriyle birlikte ele alalım:
1. Kendine Güven
Oyuncular yetenek ve becerileri konusunda sarsıntıya uğramayacak bir “öz inanç (self-belief)”a sahip olmalıdırlar. Oyuncunun kendine güven duygusu ile oynayabilmesi için:
- Mevcut hangi zorluk olursa olsun oyuncu kendine inanmalı
- Kendi oyunundan ve vuruşlarından korkmamalı
- Başkaları ondan şüphe etse dahi, başarı beklentisi içinde olacak kadar iyimser olmalı
- İnanmak için nedenler bulmalı; pozitif bir yaklaşıma sahip olmalı
- Şüphe ve korkularının farkında olmalı, ancak bunlara odaklanıp enerjisini boşa sarf etmemeli; korku ve şüphe duygusunun varlığını kabul edip normal karşılamalı ve asıl inanması gereken konunun bu olmadığını bilmeli
- Pozitif ve üretken düşünme alışkanlığı edinmeli
- Kaybedebileceğini kabul etmekten korkmamalı ancak bir sonraki adımda kendini geliştirmek için çalışmalı
- Geçmişte iyi oynamayıp da kaybettiği rakibine karşı iyi bir performans sergileyip kazanabileceğine inanmalı
- Sahada veya saha dışında daha ileriye gitmek gerektiğinde daima bir adım daha atmalı, yükselmeli
Tabii ki “kendine güvenme” duygusunun oluşmasını beklemek diye bir şey söz konusu değil. Oyuncu bunu ancak toprağa atılan bir tohumu yetiştirmek için her gün sulamak gerektiği gibi bir özveri ve çalışma azmi ile başarabilir. Bu anlatılan profile en güzel örnek dünya 1 numarası Novak Djokovic olacaktır. Sırp oyuncu ülkesinde savaş ortamında büyümüş bir tenisçidir. Koşulların, bırakın üst düzey bir tenisçi olmayı, günlük yaşam için bile zor olması onu durdurmamıştır. Djokovic daha dünya turnelerine yeni başladığında, Federer ve Nadal gibi tenisçiler dünya en iyi ilk 2‘si olarak zirvede sabit bir noktada idiler. Ama Djokovic kendine inandı. Kenidini dünya 1 numarası olarak hayal etti. Onun, bu derin alt yapıya sahip öz inancı geçmiş oyunlarına dair şüphe ve kayıplarını bir kenara itip dünyanın en iyisi olmasını sağladı. Onun, zihnindeki hayali ve 1 numara olabilmek için kendine olan güveni, aklına ve kalbine ektiği tohum olmuştu.
2. Kararlılık
Dünyanın en iyi oyuncuları aynı zamanda en büyük mücadelecileridir. Onlar aynı zamanda her noktada yarışmak ve kendi en iyi oyunlarını ortaya koymada çok kararlıdırlar. Kararlı oyuncular sıkıntı ve zorlukları aşıp, pozitif ve üretken bir şekilde başarı için çaba göstermeye devam ederler. Oyuncuların kararlı bir oyun ortaya koyabilmeleri için:
- Zorlu işleri, üzerinden atlanılması gereken veya etrafından dolaşılması gereken engeller olarak görmeleri
- Oyun içinde haklarının yendiğini düşündüklerinde ve sinirli olduklarında, mücadele etmek ve yarışmak için özellikle daha istekli olmaları
- Kaybediyor veya kötü performans sergiliyor olsalar bile, enerji ve güçlerinin yüksek seviyede seyretmesi
- Kararlılığın sadece kararlılığı sergileyerek geleceğini bilerek kendilerini daima zorlu antrenman koşullarına hazırlayıp güç durumlardan kurtulmaya yönelik planlar üretmeleri gerekir.
Tenis için kararlılığı tenis severlerin hatırlamakta güçlük çekmeyeceği “tenis tarihinin en uzun maçı” ile örneklemek yerinde olacaktır. Hem süre hem de oyun sayısı açısından bu en uzun maçta John Isner, Nicolas Mahut’u yenmeyi başarmıştır. Mücadelenin 11 saatten fazla sürüp 3 güne yayılarak oynandığı maçta; 5. sette oyun 68-68’e giderken her iki tenisçi de pes etmeye hiç niyetli değildi. Ancak sonunda Isner’ın kazanma isteği ve kararlılığı üstün geldi.
3. Bağlılık
Yıldız tenis oyuncularının odaklandıkları noktalar oldukça fark edilebilir aslında. Onlar maç veya antrenman ayırt etmeksizin tüm zamanlarda başarıyı en yüksek seviyede garantilemekle meşguldürler. Böylesine yaptıkları işe bağlanmış oyuncular, bütün odaklanmalarını o an için önemli olan ve kendi başarılarına yatırım yapacak şekilde yönlendirmelidirler.
Rafael Nadal da bağlılık ve kendini yaptığı işe verme noktasında güzel bir örnek teşkil etmektedir. Nadal çalışma ahlakı ve idmanlardaki yüksek seviyede bağlılığıyla ünlü bir tenisçidir. Antrenmanda her top için koşturur, oyununda özenle ve sebat ederek çalışır. Bir kerede basitçe yapılacak drilleri bile iki kere yaptığını görmek mümkün ama o, bunları yüksek seviyede bir bağlılık ve sorumluluk ile yapıyor. Nadal, neye çalıştığını çok iyi biliyor ve buna paralel olarak bir güç ve yoğunluk ortaya koyuyor. İspanyol tenis koçu Higueras’ın gözlemleri sonucu aktardığı gibi: “Rafa yaptığı işin içine gömülmüş bir şekilde vücudundaki her hücresiyle çalışıyor.”