Bu yazıya başlarken hafiften bir tereddüt duyduğumu ardından bunu aşıp yazmaya başladığımı itiraf etmeliyim; çünkü pek haddim olmayarak bir sinema filmi hakkında birkaç kelam etmek istiyorum. Lakin yanlış anlaşılmasın bu beklenilen ve alışılagelenin aksine, iyi bir gözlem, geniş bir bilgi birikimi ve kapsamlı bir eleştiriden meydana gelen bir film yazısı olmayacak. Bunu yapabilen güzel arkadaşlarım ve güzel yazıları var, onları okumanızı tavsiye ederim; ama ben bugün çok daha farklı ve becerebileceğimi umduğum bir şekilde, bir filmden yola çıkarak kafalarınızda sorgulama dosyaları açmak, düşünce girdapları döndürmek istiyorum. Açıkçası biraz iddialı bir giriş gibi dursa da maksat muhabbet olsun demek istiyorum sizin anlayacağınız.
Woody Allen’ı nasıl bilirsiniz efendiler? Çoğunlukla değişik lafzıyla anılan ve kimilerinin çokça sevdiği, kimilerininse fazla abartılı bulduğu, dünyanın alışageldiğinden farklı birisi olan uç bir insan diyebiliriz ama bir insan bir kek tarifi değildir. Bu yüzden gramajlarla yaptığımız yorumlamalar yanılsamalardan ibaret olabilir. Biz şöyle diyelim siz üstüne düşünün o zaman; oyuncuların, Hollywood’un kendilerine yüksek bütçeli sinema teklifleri sunmadığı dönemlerde “yahu bir kere de anlam dolu, sebepli sonuçlu, bir bağlamda kendine yer bulabilen, sanatımı yansıtabileceğim bir filmde oynayayım” diyerek filmlerinde oynamak istedikleri bir adam Woody Allen. (Söylemeden geçmeyelim, Allen’ın dediğine göre o yüksek şirketler teklif sunduğunda, sanatçılar bu düşüncelerini hemen unutabiliyorlarmış. Güzel yetenek(!), maşallah, ne diyelim.)
Açıkçası yaşlandıkça demlendiğini düşündüğüm bir adam benim için Woody Allen. Hepimiz bir ömür yaşıyoruz; ama ondan ne çıkarabiliyoruz? İşte orada işler biraz meçhul, biraz İstanbul karmaşası. Kimimiz bir şeyler çıkarabiliyor. Hiç olmadı en azından bir şeyler çıkarabileceğimiz, cevaplar arayabileceğimiz güzel sorular sorabiliyor. Her şey sormaktan geçer bilirsiniz. Cevapları bulamayana değil de, aramaktan vazgeçene ya da hiç sormayana üzülürüm, yine aynı sebepten.
Allen’ın son filminde de böyle bir adam var, bir ‘Mantıksız Adam‘… Aslında başroldeki arkadaşımız, Abe Lucas, bir felsefe hocası. Şimdi “Bir felsefe hocası nasıl olur da sormaktan vazgeçer?” diye düşünebilirsiniz, ki esasında film boyunca tam tersine sürekli soru sorduğunu da görebilirsiniz. Ama cevabın olmadığını bir cevap olarak kabul edip bir yere çıkmayacağını bilerek bir ümitsizlik girdabı içinde sorulan sorular, ilham verip yeni fikirler oluşturmaktan ziyade çoğunlukla çok kasvetli bir bırakmışlığı getirir peşi sıra… Biyolojik olarak oksijenli solunum yapmaya devam eden bir varlığın, metafizik boyutunda işlerin peşini bırakması ve yaşayan ölü gibi davranması, doğanın işleyişi ile de ters düşer. Bu yüzden buradan güzel hikayeler çıkar. Uyumsuzluk hep ilgi çeker diğerleri tarafından. Filmde de, derdi çekebileceği bu ilgi olmayan hocamız bir anda kendini bu atmosferin içinde bulur. Bir öğrenci hanım kızımız vardır, Jill Pollard. Zeki, tıkır tıkır işleyen bir beyne ve gençliğin verdiği o pür enerjiye sahiptir. Klasik fizik kuralları zıtlar birbirini çeker ya, bırakmış olanla tutunan arasında da bir çekim başlar. Ama filmin odak noktası bu ikili ilişki sanılmasın, öyle olsa kendi açımdan fazlasıyla hüsran dolu bir sonuç olurdu. Filmin yalın, niyetini sabah güneşi gibi orta yere bırakan, basit, asıl yanı; hepimizin, hayatında bir yerde bir şekilde tanıştığı bir Mantıksız Adam’ı en küçük köşesine kadar ortaya çıkarabilmiş olmasıdır.
Varoluşçuluk, popüler olduğu zamanlarda bile bir dışlanmışlığa maruz kalmış, karmaşık ve çelişkili bir felsefi yaklaşım gibi görülürken, burada varoluşçu Mantıksız Adam’ımızla beraber işlerin o kadar karmaşık olmadığı ortaya konmuş. Daha doğrusu, belki de basitlik ve karmaşa bizim biraz fazla büyüttüğümüz bir şeydir ve hayat bunlardan daha azıdır. “Belki de biraz şanstır yaşamak.” dedirtmiş. Felsefeye, hayatın işleyişine kayıtsız kalamayanların ilgisini çekeceğini düşündüğüm bu film, kanaatimce belki de daha lisedeyken felsefe derslerinde izletilmeli. Çünkü başrolümüz Abe Lucas’ın filmde de dediği gibi “bu derste öğrenemeyeceğiniz türden bir bilgi“. Soruyu da siz sormalı cevabı da siz vermelisiniz. İster Mantıksız Adam olun, ister o Mantıksız Adam’ın yanındaki daha az Mantıksız Adam olun. Her birimiz, bir yerde, farklı zamanlarda da olsa, aynı noktadan geçiyoruz. O noktayı alıp böyle bir film haline getirdiği için Allen’a teşekkür ediyorum. (Göreniniz iletir.)