31 Ekim 1918. 28 yaşında bir deli daha fazla çizemedi.
O sapkın ruh Egon Schiele’e ait.
Avustralyalı biri, Klimt’in hayranı olduğu biri.
Kız kardeşiyle arasındaki ilişki bazı biyografilerde ensest olarak nitelendirilecek derecede derin olan biri.
Stüdyosuna gelen küçük çocukların erotik çizimlerini yaptığı için pedofiliyle suçlanıp hapse giren biri.
Son olarak da karısını ve doğmamış bebeğini alan İspanyol gribi yüzünden, onlardan 3 gün sonra kendi resminden çıkan biri.
Egon Schiele’in o çarpıcı sanatıyla Bulantı’nın kapağında karşılaşmıştım. Kemikleri eğri büğrü bir adam, bir eliyle ağzını sanki kendine bir şeyler söylemekten kaçmak için sıkı sıkıya kapamış. O öyle bir ressam ki, resimlerine toplu olarak göz gezdirdiğinizde rahatsızlık duyuyorsunuz; fakat aynı resimleri tek tek incelediğinizde içinizi burkan, hayrete düşüren ayrıntıları fark ediyorsunuz. En sevdiğim tablo olarak belirtebileceğim tabloyu Gustav Klimt’in “The Kiss” tablosu diye düşünürken, Schiele’in Klimt’in öğrencisi olduğunu ve Klimt’in onun eserlerini çok beğendiğini hatta birkaçını satın alıp ona destek olduğunu öğrendim.
Ekspresyonizm akımından olan Schiele, bu akımın şiddet, karamsarlık özelliklerini her resminde istisnasız yansıtıyor. Onun sanatı kısaca rahatsız edici. İnsanları keskin hatlar, bozuk vücutlar ve orantısız eklemlerle yansıtıyor. İnsan olmanın getirdiği istemsiz egomuza, dokunuyor onun çizgileri. Bu kadar çirkin, bu kadar iğrenç göründüğümüzü kabullenemiyoruz. Tam da bu yüzden rahatsız ediyor bizi. Lakin onun yansıttığı o korkunç, “insan olma” fikrini özümsediğiniz zaman, eserleri farklı bir boyut kazanıyor. Bütün çirkinliklerine rağmen insanlarının küçük bir noktası sizi çarpabiliyor o boyuta geçtiğinizde; elinin duruşu, boynundaki büküm veya saçlarının dökümü. O noktaya, küçük detaya takılıp saatlerce bakabiliyorsunuz tabloya, içiniz burkuluyor hatta gözleriniz doluyor. Kendi yalnızlığınızı, bu evrendeki yalnızlığınızı; çaresizliğinizi anlıyorsunuz. Bir çeşit farkındalık bu, içsel yoksulluğun farkındalığı.
Egon Schiele’in sanatının temelini erotizm oluşturuyor demek mümkün; hatta bazı eserleri pornografik olarak etiketlenmiş. Oluşturduğu tablolarda sevişen insanlar, cinsel organlarını cesurca sergileyen kadınlar görülüyor. Onun resimleri bana sevişmenin insanoğlunun en romantik ve estetik halini değil, insan adlı hayvanın kendini tatmin etme biçimini anlatıyor. Tek bir resmi hariç: The Embrace (Kucaklaşma). The Embrace, sanki Schiele’in sert ve sapkın dünyasının pamuk şekeri. Ayrıca bu eserde kadının erkeğin boynuna doladığı kolu adeta ustası Klimt’in “The Kiss”ine bir gönderme: İki resimde de kadın erkeğinin boynuna kolunu teslim oluşun sarhoşluğuyla dolamış, boynunun arkasındaki o güzel kemikten kendi benliğine çekmiştir. Fakat; Kiss’te beni çok etkileyen o tutku dolu ve sarıcı duruş burada masumiyetini kaybetmiş adeta. O tablo beni kadın olanın ayaklarının çıplaklığıyla, erkeğin kadınının çenesini sıkıca kavrayışıyla sarsmıştır hep. Schiele’in “kucaklaşma”sında ise, belki de zevklerin doruğunda sona ermiş bir sevişmenin ertesini görüyorum. Aşka, gerçekliğin kanı bulaşmış ama işte en sonunda yine aynı sarıcı tutuş aynı “kendini aşkın kucağında kaybetme” hissi; sadece masumiyetini kaybetmiş. Klimt için aşk hep daha kutsaldı, hayat ağacının çevresindeydi, altın yaldızlı kaftanların üstündendi, sahiplenme kokan yanaktan bir öpücüktü. Egon Schiele ise aşkın vahşetini sergiliyordu, sevişen iki insanın sert hatlarını ve eğri büğrü duruşlarını apaçık önümüze seriyordu. Schiele, Klimt’ten daha cesurdu. İşte bu cesaretin getirdiği çarpıcı gerçeklik, bizi, insan doğamızı, kendiliğinden güzele yönelen bu yapıyı rahatsız ediyordu. Klimt de Schiele de tutkuyu anlatıyordu ama hangisi gerçek olandı?
Egon Schiele, sapkın bir ressam olabilir; resimleri insanın midesini kaldırıcak derecede çarpıcı olabilir; lakin bunu yapabilen kaçsanatçı vardır? Zaten sanat başlı başına “özgün estetizm” değil midir? Schiele rahatsız eder; fakat Dostoyevski de rahatsız etmez mi insanı zaman zaman? Egon Schiele’deki insanlığa nefret değildir, o kendini de insanları gibi yansıtır tuvallerine (bkz. sayfadaki otoportresi). Onunki sadece vurucu bir gerçektir. İnsanın iç dünyasına altyazıdır. En başında dediğim gibi, Egon Schiele insanlığımızı rahatsız edip, onu harekete geçirir. İnsan olduğumuzu, bütün çirkinliklerimizle insan olmaya devam ettiğimizi anlatır bize. Her resminden, her çizgisinden varoluşsal sıkıntılar sızar.
Schiele, kısaca insan gerçeğinin deli virtüözüdür!
yazısonuşarkısı: Can Gox – Melancholy Man
Necla
Merhaba.
The Kiss/ Der Kuss Tablosu Egon Schiele ‘ye degil,Gustav Klimt’e aittir .
Gül Nihal Gümüşay
Merhabalar, Kiss’in resminin kullanımı sebebiyle bir yanlış anlaşılma olmuş sanırız, yazıda tablonun Klimt’e ait olduğunu yazarımız birkaç kez belirtmiş. Yine de dikkatiniz için teşekkür ederiz.