Geçtiğimiz aylarda, 35 yıllık bekleyişin ardından, bilimkurgunun kilometre taşlarından biri olan Bladerunner’ın ikinci filmi gösterime girdi. Yurtdışında, izleyiciyi tatmin edebilmiş olmasına karşın, Türkiye’de, birkaç sahnenin, dağıtımcı firma tarafından sansürlenmesi, tartışmalara yol açtı. Ben de yapılan bu yersiz müdahaleden ötürü filmi protesto ettiğimden, bir Bladerunner 2049 incelemesi yerine, Bladerunner ve Ghost in the Shell (1995)’in üstünde ontolojik bir beyin fırtınası yapmaya, insanı insan yapan nedir sorusu hakkında bir yazı yazmaya karar verdim.

İnsan bilinci, ne bilim ne de felsefeyle, hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değil. Ne yıllarca insan beynini incelemiş nörologlar, ne asırlardır insan ve ruhu hakkında düşünüp duran din âlimleri ve felsefecilerinin ileri sürdüğü fikirler, insanları tatmin etmeye yeterli. Ruh ve beden problemini, günümüzde en çok tartışan insanlardan bazıları ise, yapay zekâ ile uğraşan bilgisayar mühendisleri ve bilim kurgu yazarları. Bunun sebebi, büyük oranda, teknoloji ile, insan vücudunun makineleşme potansiyelinin artması ve gelişen bilgisayar programlarının yavaş yavaş insansı bir hâl alacak olmasının getirdiği belirsizlikten doğan stres. Daha kendi varlığını anlayamamış ama kendi yarattığı ve bilinç kazandırdığı, cansız bir objenin varlığını kabullenmeye, insan ırkı hazır değil.

Bilinç kazanmış bir yapay zekânın ne olduğuna karar verebilmemiz için, bilincin varlığı, bedenden farklılığı, yaptığımız eylemleri determinist bir süreç sonrası yapmamız veya özgür iradeye sahip olmamız gibi bir ton felsefik tartışma başlığının içinden çıkmamız gerek. Açıkçası Descartes’ın  ‘’cogito ergo sum’’ yani ‘’düşünüyorum öyleyse varım’’ cümlesi, varlığımı sorguladığımdan dolayı bedensel olarak ne hâlde olduğumu kesinkes bilemesem de tinsel olarak var olduğumu kanıtladığından, belki de benim gibi, birçok kişiyi, kendilerini atacakları varoluş krizlerinden kurtarmıştır. Ancak ne yazık ki asıl cevaplanması gereken soru, bireyin ne olduğu ve neyin bireyi birey yaptığı. Bu soruyu sorgulayan en güzel türlerden biri, hiç şüphesiz ki, bilim-kurgunun bir alt türü olan Cyberpunk. 

Ghost in the Shell’de de, Bladerunner’da da, neyin bireyi birey yaptığı sorusunu iyice allak bullak ediyor ve sınırları birbiri içine sokuyor. Bladerunner’daki androidleri, bir insandan ayırmak gerçekten zor. Önceden hazırlanmış anıları, yapay bir geçmişleri var; geceleri uyuduklarında rüyalar görüyorlar ve mekanik olmalarına karşı kısa bir ömürleri var. Filmde de, ölmek istemeyen birkaç androidin yaratıcılarına gitmesi, yan hikayelerden biri olarak gelişiyor. Ölmek istemiyorlar, yani hayatta kalmak için yaşıyorlar. Burada Ghost in the Shell ile bir paralel görüyoruz. Bilinç kazanmış olan bir yapay zeka olan Puppetmaster’ın, bilinç kazandığına inanmayan bilim adamları, onun nefsini korumak için programlandığını söylüyor. Puppetmaster’da, DNA’nın da nefsini korumak için yazılmış programlar olduğunun tartışılabileceğini ileri sürüyor. Freud’un id, ego, super ego analizine göre insan, tamamen hayvansı içgüdülerle sadece DNA’sını korumak için yaşar, her hareketinin kökünde bu derine gizlenmiş olan istek yatar. Yemek yemek, spor yapmak, sosyalleşmek gibi gündelik hareketlerin temelinde, kaybolmama isteği yatar. Bladerunner’daki androidler ve Ghost in the Shell’deki Puppetmaster da bu güdüyle hareket eder. Sartre; insan doğar ve var olur, ondan sonra tözünü yani esasını arar ve özgür iradesiyle yaşadığı şeyler kişiyi kişi yapar, der. Ancak determinist çoğu kişiye göre insanın her hareketi, bilinçaltına kaydedilmiş, öğrendiği, gördüğü bilgiler sonucu belirlenir. Yani özgür irade aslında bir illüzyondur. Bu durumda, bilince kavuşmuş bir robot ile insan arasındaki tek fark biyolojik midir?

Ghost in the Shell, bu duvarı da alaşağı ediyor. Başkahramanımız Motoko, beyni  dışında tamamen sentetik bir vücuda sahip. Dokunduğu, gördüğü her şey, insan yapımı araçlardan, insan yapımı kablolar ile beynine aktarılıyor. Yani aslında baktığı şeye bakamıyor, dokunduğu şeye dokunamıyor. Çünkü vücut kendi biyolojik vücudu değil. Bu durumda Motoko, bir insana göre daha az birey olarak sayılabilir mi? Birer birer vücut parçalarınızı mekanik olanlarla değiştirmeye başlarsanız, nereden itibaren insan olmadığınıza karar verilebilir? Bu durumda insan ve makineyi ayıran şeyler, biyolojik farklılık da olmuyor.

Teknolojinin çok hızlı bir şekilde gelişmekte olduğu günümüzde, yapay zekâ ve mekatronik namına dökülen tonlarca para ve bu dalların gelişme hızı göz önüne alınırsa, bu ve bunun gibi beyin fırtınalarına daha da ihtiyacımız olacak yakın gelecekte. İnsanı insan yapan şeyler çok belirsiz kavramlar. Bladerunner ve Ghost in the Shell gibi filmler, bizi bambaşka evrenlere götürdükleri gibi, bu önemli sorunlar hakkında yaptıkları düşünce deneyleri ile, hem gelişen teknolojiye ayak uydurmamızı sağlıyor, hem de bizi geleceğe hazırlıyor. Umalım ki, bunlar gibi kaliteli ve derin eserler yapılmaya devam etsin.

 

Kaynakça:

Bladerunner, Final Cut Edition, 2007, Ridley Scott

Ghost in the Shell, 1995, Mamoru Oshii

https://philosophy.as.uky.edu/sites/default/files/Blade%20Runner%20and%20Sartre%20-%20The%20Boundaries%20of%20Humanity%20-%20Judith%20Barad.pdf

https://www.cyberpunkforums.com/viewtopic.php?id=556

https://philosophy.stackexchange.com/questions/6938/what-makes-humans-different-from-a-chemical-computer

 

Leave a Reply