Dizinin ilk yazısı için tıklayınız.
Takvimler M.S. 1346’yı gösterdiğinde, güneş “Çok Sakin Venedik Cumhuriyeti”nin üzerinde hiç olmadığı kadar kuvvetli parlıyordu. IV. Haçlı Seferi’ni bitiren antlaşmayla Bizans İmparatorluğu ve Konstantinopolis topraklarının toplamda sekizde üçünü alan Venedik, (Bu bölgeler İstanbul’da Pera ve Akdeniz’deki Bizans adalarıydı.) Avrupa’nın Doğu ile olan ticaretindeki lider pozisyonunu perçinlemişti. Ticaretten elde ettiği zenginliği akıllıca kullanarak İtalyan ana karasında da mülk elde etmeye başlayan Venedik Cumhuriyeti için gelecek en az geçmiş kadar parlak gözüküyordu, lakin 1347 yılına kadar…
1346 yılında, Venedik ve diğer denizci devletler ekonomik patlamalarını yaşarken, aşağı Volga’nın uzak bir bölgesinde bir şey doğdu, bu sinsi şey farelerin üzerindeki pireleri kullanarak tarihin gördüğü en ölümcül Avrupa turunu atmaya hazırlanırken, Avrupa da 600 yıldır unuttuğu bir şeye yeniden şahit olmak üzereydi: Kara Veba…
Tarihe “Hıyarcıklı Veba”, “Kara Ölüm” veya “Kara Veba” adlarıyla geçen Veba bir salgın hâlinde 600 yıl sonra Avrupa’da yeniden ortaya çıktı. Veba tabii ki de yüzyıllardır Avrupa’da vardı, lakin 8. yüzyıldan sonra bütün kıtayı kasıp kavuran Veba salgınları son bulmuş, daha lokal ölçekte salgınlar kalmıştı. İlk vuruşunu Altınorda Hanlığı’nın başkenti Saray’da yapan Veba buradan tüccarlar aracılığıyla önce Konstantinopolis’e, ardından İskenderiye’ye ulaştı. 1347 yılına gelindiğinde, ünlü Venedik donanması aracılığıyla çoktan Venedik’e ulaşmıştı. Veba’nın Avrupa’ya etkisi inanılmaz boyutlarda oldu: Birçok kasaba ve kent haritadan silindi, tahminlere göre 20 milyon insan hayatını kaybetti, ki bu Avrupa’nın nüfusunun üçte biriydi. İşleri daha kötü yapan ise Kara Ölüm’ün bittiği 1353’ten itibaren her on yılda bir yeniden kıtayı etkisi altına alan Veba salgınlarının yaşanmasıydı. 1400’lere kadar yaşanan bu durum Avrupa’nın 7. yüzyıldan sonra yaşamaya başladığı demografik ilerlemeyi âdeta durdurmuştu, fakat Veba’nın hiç beklenmeyen sonuçları da olmuştu.
Her ne kadar ölen insan sayısı muazzam olsa da, Kara Veba Avrupa’ya Orta Çağ’dan çıkması için gereken şeyi verdi: Sağlıklı bir ekonomik döngü. Veba’nın para miktarını etkilemeden insan miktarını büyük ölçekte azaltmasıyla, iş gücünün değeri büyük ölçüde arttı. İş gücünün değerinin artmasıyla da insanlar şehirlere akın etmeye başladı ve bundan kârlı çıkan da tabii ki Venedik oldu. Veba’nın hem Pisa gibi bazı rakiplerini toptan yok etmesi ile hem de Floransa ve Cenova gibi güçleri büyük ölçüde zayıflatmasıyla Venedik bu şehirlere karşı önemli avantajlar elde etti. Özellikle 1380’de Cenova filosunu yok etmesiyle, kendi Sparta’sından kurtulmuş oldu. Böylelikle Venedik nüfusunun neredeyse yarısını öldüren Kara Veba’dan, kağıt üzerinde, aslında kârlı çıkmıştı. Ölenlerin yerinin hızla yeni gelenlerle doldurulmasıyla da Venedik 15. yüzyıla hiç olmadığı kadar güçlü girdi.
15. yüzyıla İtalyan ana karasındaki topraklarını genişleterek başlayan Venedik 1450’li yıllarda gücünün ve zenginliğinin doruğuna ulaştı. Bu dönemde nüfusu iki yüz bine yaklaşan ve Paris’ten sonra dünyanın en büyük kenti olan Venedik aynı zamanda dünyanın en zengin kentiydi de. Lakin Venedik’in gücünün doruğuna eriştiği bu yıllarda, onun uzun vadeli çöküşüne neden olacak iki çok önemli gelişme yaşandı: Osmanlılar İstanbul’u, Kolomb’sa Atlantik’i fethetti.
Kolomb’un Atlantik’i geçip Amerika’yı keşfetmesinin sonuçları Venedik’in çöküşünde uzun vadede etkili olurken, Osmanlıların İstanbul’u alması Venedik için yakın bir tehdit olarak ortaya çıktı. 300 yıl boyunca Osmanlılarla sekiz kez savaşan Venedik bu savaşlarla da Akdeniz ticaretini yeniden canlandırmak için harcayacağı kaynaklardan mahrum oldu. Oysaki ilk başta ilişkiler dostane başlamıştı. 14. yüzyılda başlayan ticari ilişkiler Osmanlıların Avrupa’da ilerlemeye başlamasına kadar sakin seyretmişti; iki devlet arasında esas rekabet II. Mehmet döneminde ortaya çıktı. İstanbul’un düşüşünü takip eden süreçte bozulan ilişkiler 1463’te 16 yıl sürecek bir savaşa dönüştü. Savaştan zaferle çıkan Osmanlılar Venedik’in Doğu Akdeniz’den çekilme dönemini de başlatmış oldular. İnebahtı Deniz Muharebesi’ne kadar sıklıkla devam eden savaşlar ile Venedik’in ana gelir kaynağı olan Levant ticareti de kurumaya başladı. İnebahtı galibiyetine rağmen Kıbrıs’ın kaybedilmesiyle sonuçlanan savaş, Venedik’in Doğu Akdeniz’den geri dönülmeyecek şekilde sürülmesine neden oldu. Karlofça ile Mora’yı son defa ele geçiren Venedik, burayı da uzun süre elinde tutamadı ve Pasarofça Antlaşması’yla Mora’yı da son defa kaybetti.
Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’yla yaşadığı çekişmeler çağa ayak uydurmak için harcaması gereken kaynakları tüketti. 18. yüzyıla gelindiğinde Atlantik ticaretiyle zenginleşen Hollanda ve İngiliz gemileri, Akdeniz ticaretini de istila etti. Ticaret gemilerini bile Hollanda’dan almaya başlayan Venedik, zenginliğinin ilk kaynağı olan Adriyatik egemenliğini de kaybetti. Habsburgların yükselişiyle Adriyatik’te Trieste gibi başka limanlar ortaya çıkınca Adriyatik tekeli de kaybedilmiş oldu.
18. yüzyıl boyunca sayısız küçük savaşa dâhil olan Venedik, bir zamanlar Gasparo Contarini’nin çok övdüğü o demokrasi, oligarşi ve monarşiyi birleştiren eşsiz yönetim şeklinden de oligarşi ve monarşinin lehine uzaklaşmaya başladı. Venedik’in eski şanının ellerinden kayıp gittiğini izleyen yönetici sınıflar geçmişe gitgide daha sıkı sarılıp bütün reform çabalarına karşı çıkmaya başladılar. 18. yüzyılı lüks bir çöküş içerisinde yaşayan Venedik, yavaş yavaş bir zamanların görkemini yansıtan canlı bir tabloya döndü. Zamanın sanki durduğu Venedik’te bu donmuşluk hâli 1797’ye kadar, yani İtalya’ya yeniden bir Attila gelene kadar devam etti.
Napolyon’un İtalya’ya girişi hızlı, kesin ve acımasız oldu. Bir yıldan kısa sürede bütün İtalyan şehir devletlerine diz çöktürüp onları haraca bağlayan Napolyon, artık sadece lafta kalan Cumhuriyet’e de önünde diz çöktürmesini bildi. 1797 yılında imzalanan Campoformio Antlaşması’yla Cumhuriyet tüm mülkleriyle beraber Avusturya’ya teslim edildi.
800 yıllık bağımsızlığını böylece kaybeden Venedik, bir zamanlar Akdeniz’de sahip olduğu etkinliğe bir daha hiç sahip olamadı. Avusturya’nın yönetimi altında Romantik yazarların merkezi hâline gelen şehir, camdan bir fanusun içinde bugüne kadar gelmeyi başardı. Devrimden sonra keşfettiği İtalyan kimliğine sıkı sıkı sarılan şehir Risorgimento’nun başarıya ulaşmasıyla birleşik İtalya’ya katıldı ve İtalya’nın politik hayatının en önemli şehirlerinden biri olma konumunu korudu. Bugün dünyanın en çok turist çeken şehirlerinden biri olan Venedik, Adriyatik’in masmavi sularında bir inci gibi parlamaya hâlâ devam ediyor.
[box_light]Kaynakça[/box_light]
Colin McEvedy, Ortaçağ Tarih Atlası, Sabancı Üniversitesi Yayınları.
Fernand Braudel, Akdeniz: Tarih, Mekan, İnsanlar ve Miras, Metis Yayınları.
Umberto Eco, Ortaçağ: Barbarlar, Hristiyanlar, Müslümanlar, Alfa Tarih Yayınları.
Umberto Eco, Ortaçağ: Katedraller, Şövalyeler, Şehirler, Alfa Tarih Yayınları.