Sinema dünyasında oldukça prestijli bir yere sahip olan Golden Globe ödülleri geçtiğimiz Ocak ayında 2015 yılının en iyi filmlerine ve oyuncularına ödüllerini vermek amacıyla 73.sünü gerçekleştirdi. Yarıyıl tatilini, arkadaşları ve ailesi tatile daha girmediği için evde tek başına geçirmek zorunda kalan bir Bilkentli olarak bu vaktimi, Golden Globe aday filmlerinden gözüme çarpanları izlemekle değerlendirdim. Bunlardan ilki, daha önce Short Term 12 filminde izlediğim Brie Larson’un yer aldığı ve kendisine en iyi kadın oyuncu dalında ödül kazandıran Room oldu. Yazar Emma Donoghue’nin aynı adlı kitabından sinemaya aktarılan Room ilk olarak 2015 Eylül ayında festival filmi, ardından ise Amerika’da sınırlı yayınıyla gösterime girdi. Lenny Abrahamson’un yönettiği filmde Brie Larson(Ma)’un yanı sıra Jacob Tremblay (Jack) yer alıyor. Room Türkiye’de ise Gizli Dünya ismiyle 19 Şubat’ta vizyonda yerini alacak.
Dünyaya geldiğiniz anda sahip olduğunuz tek şey bir oda ve içinde bulunan sınırlı sayıdaki eşyalar olduğunda, içine sığdırabildikleriniz de ancak o büyüklükte olabilir. Doğduğumuz andan itibaren bize sunulanın dışında kalan şeyleri tecrübe etme imkânımız olmaz. Gücümüzü, kabiliyetlerimizi, kelimeleri karşılaştığımız şeylerden, iyi veya kötü, kazansak da kaybetsek de hayat savaşının ardından bize kalan bir ganimetmişçesine toplarız. Kapasitemizi bu şekilde ölçer, sınırlarımızı bu şekilde genişletir ve hayal gücünün ötesine bu şekilde geçebiliriz. Hayata gözlerini küçük bir odada açmak zorunda kalan Jack başkası tarafından çalınan yıllarını olabildiğine naif bir şekilde muhafaza etmeye çalışıyor. Beş yaşını dolduran Jack ve annesinin birbirlerine tutunma ve bir annenin olabilecek en kötü senaryoda bile çocuğuna en iyisini sunma şekli anlatılıyor Room’da.
Wild Child olarak isimlendirilen ve tarihte asıllarına rastladığımız iki vakanın bulunduğu sosyal ortamdan soyutlanma vakalarında gördüğümüz alıkoyulma olayı, filmi izlediğimde aklıma gelen ilk şeylerden biri oldu. Her ne kadar filmde yaşananlar birebir uyuşmasa da, hastalıklı bir zihin yüzünden yıllar boyu bir odaya kapalı kalma meselesi iki durumda da ortak. 1970’lerde bulunan Genie doğumundan itibaren 13 yıl boyunca bir odaya zincirlenmiş herhangi bir insan iletişimi olmaksızın dünyadan tam anlamıyla izole edilmişti. Bulunmasının ardından yıllar boyu süren çalışmalara ve araştırmalara rağmen Genie’nin beyni normal bir insan için çok basit sayılan işlemleri gerçekleştiremeyecek kadar hasar gördüğü için, konuşmak, kelimeleri düzenli bir gramer yapısı içinde sıralamak ve yürümek gibi bu denli sıradan temel hayati fonksiyonların yapısını asla çözemedi. Filmde ise Jack gerçek dünya ile hiç karşılaşmamış olsa bile yanında annesi olduğu için adeta duvarların arkasında olan bitenlere hazırlıklı gelebilecek şekilde annesi tarafından donanımlandırılmıştı. Buna rağmen, hayati önem arz eden yaşamının ilk iki yılını kapalı bir oda ardında geçirmiş olması birçok meseleyi onun için zorlu ve yeni kılıyordu.
Geçmişimizi düşünürken çoğu zaman o anda yaşanan şeylerin en mükemmel, en mutlu, en göz alıcı anılarımız olduğunu düşünürüz. Bir nevi geçmişe takılı kalmaktır bu. Aslında belki o kadar güzel değildir orada olanlar. O kadar büyük değildir ve hatta belki şu an daha mutluyuzdur. Bu durumu anlamak içinse bazen tek çözüm geçmişe dönüp arkamızda bıraktıklarımızdan geçer. Küçük bir çocuğun gözünden ve onu sözleriyle dünyasını sığdırdığı odanın aslında onun hapishanesi olduğunu öğrenmesinin ardında kalan izlere tanık oluyoruz film boyunca. Anlamaya çalıştığı değişimlerin, kendisinden koparılan yedi yılın başkalarının hayatında değişiklik yapmadığını anlayan annesinin acılarının ve olanca büyüklüğüyle karşısında duran yeni dünyanın Jack’in gözlerinden görüyoruz.
Oyunculukların oldukça başarılı olduğu Kanada-İrlanda ortak yapımı, Golden Globe ve BAFTA olmak üzere birçok ödüle layık görülen Room, birçok duyguyu aynı anda yaşayıp görebileceğiniz 1 saat 58 dakika sunuyor sizlere. İyi seyirler.