Ulu Kayra Han’ın adıyla!
Şaman Gözü şimdiye dek yazılmış Şamanizm kitaplarından çok daha farklı. İlk kez bir gözlemcinin gözünden değil de gerçek bir Şamanın gözünden Şamanizm ve ritüellerini görüyoruz. Kitapta ‘Şaman’ kelimesi yerine ‘Kham’ sözcüğü kasıtlı olarak kullanılmıştır bunun nedeni de dünya genelindeki Şamanizm öğretilerini Geleneksel Türk Khamlığı’ndan ayırmaktır. Geleneksel Türk Khamlığı’nı diğer Şamanizm öğretilerinden ayıran en belirgin fark, bunun bir din değil, dinin uygulanış biçimi olmasıdır. Geleneksel Türk Khamlığı’ndan tek yaradan vardır.
Kitabın kapağında yazan ‘yaratanın teni doğadır’ sözü için Şamanizm’in belirleyici cümlesi diyebiliriz. Şamanizm’de insanların doğayla uyumlu ve iç içe yaşaması gerektiğine inanılır. Aslında benim için de olması gereken budur. Şimdiye kadar okuduğum ve beni etkileyen birçok kitap da bu yaşayış biçimi vurgulanır. Modern toplumlarda insanın mekanikleşmesi ve vahşileşmesinin altında doğadan uzaklaşma ve ona hükmetme düşüncesi yatar. Doğanın bir parçası olan insan bedeni, bu uzaklaşmayı kaldıramayıp birçok sorunla yüzleşmek zorunda kalır. Bu ruhsal ve fiziksel sorunların çözümü ise bir Kham için gene doğada mevcuttur. Doğanın işleyişini bilen bir Kham kendi bedeninin işleyişinin de farkındadır ve sorunlarının çözümünü kendi doğal yöntemleriyle bulur. Doğadaki tılsımlara güvenir. Geleneksel Türk Khamlığı’nda doğada bulunan her şeyin bir iyesi vardır ve her insanın içinde bu iyelerle iletişime geçme yeteneği bulunur. ‘‘Şamanların, doğaya gösterdikleri derin saygı, aslında tamamen içgüdüsel bir yaklaşımdır’’ (29). Kitapta da belirtildiği gibi bu durum çoğu kez doğaya tapınma olarak algılanır. Güneş iyesinden destek almak isteyen birini, güneşe tapan ve tüm ibadetini ona yapan biri olarak görmek, çok derin ve anlamlı bir dini ve kültürü yanlış anlamak ya da yorumlamaktan başka bir şey değildir. Bu durum, bana göre oldukça can sıkıcı ve aynı zamanda da üzücüdür. Atalarına bu kadar bağlı olduğunu iddia eden bir toplum için gerçek geçmişini bilmemek oldukça garip hatta biraz da komiktir. Bu topraklarda yaşayan herkesin gündelik hayatına yer eden deyişlerin, hareketlerin dayandığı noktayı bilmemek yetmezmiş gibi yeri geldiğinde dini farklılıklardan dolayı yok saymak oldukça can sıkıcıdır. Çünkü ‘‘[b]ir Şaman, bütün doğa iyelerinin kendi babası, büyükbabası ve daha büyük atalarının yeryüzünde devam eden yaşamları olduğunu bilir’’ (29).
Bana kalırsa Şamanizm sonsuz ve huzurlu bir döngüdür. Doğa iyelerinden yardım almak için sunular sunulur fakat bu sunular kansız olmalıdır. Bir hayvanı kurban etmek yerine, tutsak bir hayvanı doğaya salmak bu sunulardan biridir. Yaşamı ve özgürlüğü bu kadar önemseyen bir dinin eskiden de olsa var olması ve günümüzde de yavaş yavaş kendini göstermesi bana yaşamın kutsallığına inanmak ve barışı düşlemek için umut veriyor. Kan yerine, yeryüzünün en kutsal sıvısı ve can suyu olarak süt kullanılır. Fakat bu süt, özgürlüğü elinden alınmış, güneşi ve taze çayırları koklayamamış, sütleri fabrikalarda işlenip adeta plastikleşmiş ineklerin değil doğal ve acı çekmeden yaşamış ineklerin sütü olmalıdır. Eğer içinizde bir dağ özlemi kabardıysa, ulu dağların zirvelerinin sizi çağırdığını hissediyorsanız. Bu duyduğunuz aslında ataların ve yaratanın sesidir. Gidin. Ataların ve yaratanın yardımını alın ama gitmeden de dağ iyesinden izin almayı, ‘saçı’nızı ve ‘sunu’nuzu unutmayın çünkü onları gücendirmek istemezsiniz.
Kaynak:
Asu Mansur, ‘Şaman Gözü’
Dursun Bacsk
Teşekkürler. Güzel bir yazı okudum . yureginize sağlık.