Bir meczuba mehdi yakıştırması yapan kafası dumanlı teröristlerin önce ordumuza sonra hepimize yönelen cunta hareketi ile karşı karşıya kaldık. Gelen itiraflar bu kalkışmanın kaynağının neresi olduğunu inatla görmek istemeyenlere bir kez daha gösterdi. Bu girişimi alt eden ordumuzun şerefli subayları ve demokrasi adına tankların karşısına korkusuzca dikilmiş Türk milleti, özgürleşimi yönünde ilerleme çabasında olan tarihine yapılacak aleyhte bir girişime karşı çıkmıştır.
İlk durum tahlili olarak bu meczup adam ve çevresindeki yığının ağır bir yenilgi aldığı açıktır. Fiili olağanüstü halin resmileşmesi ile birlikte bu yenilginin ağır bir faturasını ödeyecekleri de açıktır. Bunun yanında ilerleyen süreçte kazanan tarafın kesinlikle çağdaş, kuvvetler ayrılığına dayalı bir demokratik yönetimin olacağını söyleyebilmek için görüş mesafemiz kısıtlı ve puslu.
15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece özellikle ABD’den gelen zayıf ve geç kalmış destek mesajları ve Stratfor’un yayınları birçok soru işaretini doğurmuştur ve NATO üyeliğimiz ile ilgili tartışmaların göbeğinde olduğu Türkiye-ABD ilişkilerin yakın gelecekteki seyri merak uyandırmıştır. Bu konunun üzerine yapılacak yorumlar komplo teorileri üzerine kurgulanacağından şimdilik süreci dikkatli izlemek faydalı olacaktır. Kişisel talebim anti-emperyalist bir mücadele ile kurulmuş devletimizin, misyonunu çoktan beri tamamlamış ve 25 yıldır ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist politikalarına hizmet eden NATO ile ilişkimizin en aza indirilmesi hatta kesilmesidir.
Sürecin Türk milleti lehine ilerlemesi çabasında olan siyasilerimizin tavrı sürdürülebilir kılınmalıdır. Özellikle Binali Yıldırım’ın açıklamaları muhalif seçmeni de kapsaması itibariyle oldukça değerlidir ve işlevseldir. Muhalefet parti liderleri başta olmak üzere muhalif cephenin tavırları da, demokrasiyi koruma yönünde olması sebebiyle, Türkiye’yi iç savaşa doğru sürükleyebilecek bir sürecin önüne geçmiştir.
[pullquote_left]Bir haftadır süren temizlik operasyonlarının boyutu bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor, uzun süredir devletin dört bir tarafı bir meczubun emrine sunulmuştur.[/pullquote_left]15 Temmuz girişiminin savuşturulması ile elde ettiğimiz kazanımlar çok önemli olmakla birlikte asla yeterli değildir. Kurtuluş Savaşı’mızı yöneten meclisimize saldıracak sapıklıkta bir tehlike oluşturmuş bu terör saldırısının demokrasimizi yıkma hedefinde olduğu açıktır. Bu noktada fark etmek zorunda olduğumuz bir gerçek vardır: doğrudan yıkılma tehdidini atlatmış demokrasimiz maalesef 14 Temmuz günü o kadar da güçlü değildi hatta demokrasi adına elimizde kalmış tek işlevsel kurum sandıktı. Bir haftadır süren temizlik operasyonlarının boyutu bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor, uzun süredir devletin dört bir tarafı bir meczubun emrine sunulmuştur. Basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi demokrasinin temel fonksiyonlarının zayıflamış olduğu gerçeğini görmek ve bunları -ordu ve millete karşı bir terör hareketine girişmiş mehdi kuyrukçularından hesap sorulurken- güçlendirme çabasına girmek; darbe girişiminin tam anlamıyla def edilmesi manasına geleceğinden açık bir demokrasi zaferini ilan etmeye yönelik önemli bir adım olacaktır. Gerçek bir demokrasinin yerleşik kılınma ihtimalini bile canı pahasına savunan herkes bu ihtimalin gerçekleştiğini görmeyi sonuna kadar hak ediyor. Bu bağlamda parlamentonun cesur iradesi ve 20 Temmuz günü Cumhurbaşkanı’nın MGK sonrasındaki yaptığı açıklamada yer alan ‘parlamenter demokrasi’ vurgusu önümüzdeki süreç için Türk milletine umut vermektedir.
[pullquote_right]Ümidimiz bu kredinin laik, demokratik, sosyal, hukuk devletimize yönelen her türlü hain girişimin yok edilmesi yönünde kullanılmasıdır.[/pullquote_right]Şunu net olarak belirtmeliyim ki uzun süredir yaşadığımız kutuplaşmanın yer yer sebebi veya sonucu olarak değerlendirilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, muhalif seçmenin -belki onun bile tahmin etmediği kadar- kredi verdiği açıktır. Karşı karşıya olduğumuz -kendine cemaat diyen- sızıntı faaliyetlerin fiili olarak teröre dönüşmüş sonucunun bertaraf edilmesi için açılmış bu kredi kısa vadede doğru kullanılırsa birçok derdimize deva olabilir. Ümidimiz bu kredinin laik, demokratik, sosyal, hukuk devletimize yönelen her türlü hain girişimin yok edilmesi yönünde kullanılmasıdır. Böyle bir süreç yargımızdan askeriyemize, eğitim faaliyetlerimizden bürokrasimize yerleştirilmiş bu Fethullahçı çetenin temizlenerek kurumlarımızın bir meczubun elinden alınıp halkın emrine tekrar verilmesini sağlamanın yanında bu çete ile birlikte işlenmiş suçlarda mağdur edilen herkesten işlevsel bir özür dilemek anlamına gelecektir.
Türk milletine, o geceki terörist cuntaya karşı öncülük eden ve şehit olan Yavuz Tükgenci, Sait Ertürk, Davut Ala ve sonuna kadar mücadele eden Ümit Dündar nezdinde tüm şerefli Türk subaylarına gazi meclisimizin, başkomutanlık makamının korunmasını sağladıkları ve tüm Türk milletinin yanında canları pahasına bulundukları için müteşekkiriz. O gece Cumhur’u başsız, demokrasiyi parlamentosuz bırakmayan her mücadele ayrı bir kahramanlık hikayesi barındırıyor. Bunları öğrenmek hepimize daha büyük bir mücadele azmi verecektir.
Türkiye’nin şu an yaşadığı dönemi atlatması için kısa, orta ve uzun vadeli hedeflere yönelik adımlar atılması gereklidir. Öncelikle bu çete ile siyasi iktidarın yaptığı gayrimeşru evlilikten doğan çocuklarının bugün yaptığı terör faaliyetlerinin şeffaf bir şekilde ortaya konulup hukuki yaptırımlarının suçlulara uygulanması kısa vadede önemli bir adım olacaktır. Aynı şekilde kısa vadede uygulanacak yaptırımlarda masumiyet karinesinin zanlılardan esirgenmemesi, hukuki sürecin sağlıklı işlemesi de orta ve uzun vadede yapmamız gereken işlerde olası bir engelin ortaya çıkmasını engelleyecektir.
Kısa vadede karşılaştığımız muhalif kesimin sokaklara çıkmamakta ısrar eden bölümünün -sokağa çıkıp çıkmamalarından bağımsız olarak- ortaya koyduğu argümanlar çok da fazla haklı sebepler barındırmamaktadır. Parti yönetimlerinin sergilediği güçlü demokratik irade muhalif tabanın küçük de olsa bazı kesimlerinde karşılık bulmadı. Geçersiz bahaneler -sokaktaki vatandaşının sakalı, kılık kıyafeti vs- sunularak “Terörist cuntaya karşı hükümetin, cumhurbaşkanının ve meclisin yanındayım.” diyebilmek bunları sokakta kimlerle beraber söylediğinden daha önemlidir. Düşmana karşı dururken kendine yurtsever diyenlerin kendisiyle aynı cephede olan komşusuna, arkadaşına bu tür ithamlarda bulunmak doğru olmayacaktır. Gezi’de olduğu gibi bugün de provokatörlük yapma emelinde olan, uygarlıktan nasibini almamış kişilerin orada olduğunu hepimiz gördük; fakat bu durumun önüne geçmek evde oturmak değil örnek olmaktır. Bu noktada CHP’nin düzenleme kararı aldığı 24 Temmuz günkü miting oldukça önemlidir. Bu mitingin AKP’nin de dahil olduğu geniş çevrelerce desteklenmesi de aynı derecede önemlidir.
Türk milletinin varlığına yönelmiş bu hareketin yaptırım gücünün bittiği zaman, yani orta vadede, Türkiye bu çeteye fırsat veren ve çetenin orduya yönelik ilk saldırısı olan Balyoz-Ergenekon sürecinde açıkça görülen gayrimeşru evliliği sorgulamak zorunda kalacaktır. Orta vadede bu evliliğin bir tertibi olan süreci yaratan faktörlerden hesap sormak, gazete üzerinden iftiralar savuranları gazeteci çöplüğüne atmak lazım gelecektir. 2003 yılından sonra cemaatçi askerlerin atılmasının önüne geçenlerin, 2010 referandumu ile yargıyı meczup bir çetenin eline verenlerin de sorumluluktan kaçmamaları demokrasimizin önünü açacaktır.
Uzun vadede ise gerek Gezi’de gerek 15 Temmuz gecesi cesaretini göstermiş bir halkın millet olmaya karar verdiği yıllarda hedef olarak belirlediği çağdaş uygarlıklar seviyesini aşma iddiası ile ilerleyeceğinden; Türkiye Cumhuriyeti’nin şeyhler, meczuplar ve müritler ülkesi olmayacağından herkes emin olsun.
Kaynakça
http://odatv.com/mahkeme-kararina-fethullah-gulen-icin-mehdi-yazdilar-1707161200.html
http://www.hurriyet.com.tr/ve-orgeneral-akarin-yaveri-40155810
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/571346/Nedim_vuruldum__oluyorum__cocuklarim_sana_emanet_.html
Fatih Yavuz
Sayın İlteriş Civelek;
Öncelikle başarılı anlatım ve analizleriniz için size teşekkür ederim.
NATO konusunda dedikleriniz üzerine şu şerhi düşmek istiyorum. Rusya(Putin Rusyası), Kırım Meselesi, Suriye Meselesi vs. vs. tüm sıcaklığını hali hazırda koruyorken, NATO’nun misyonunu kaybettiğini ifade etmek mümkün mü? Soğuk Savaş Dönemi’nin tarafları sizce hala ortada değil mi? Acaba NATO’dan çıktıktan sonrası süreç için öneriniz nedir?
Saygılarımla.
İlteriş Civelek
Fatih bey öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim.
NATO hususunda; birliğin kuruluşunda öne sürülen SSCB tehditinin ortadan kalkmasıyla misyonunun tamamlandığını söylemek istemiştim. Özellikle 90lı yıllardan itibaren NATO artık tamamen ABD emperyalizminin politikalarını hayata geçiren askeri bir yaptırım gücü haline gelmiştir. Emperyalizme karşı tarihteki ilk zaferi elde etmiş Ordu’muzun böyle bir ittifaka alet edilmesi bence kabul edilebilir değil. (1)
Takdir edersiniz ki bir süredir Türkiye-ABD ilişkileri iki ülke arasında normal ilişkiler olmaktan çıkmış ve müttefiklik maalesef müstemlekecilik politikasına evrilmiştir. Suriye konusunda net bir şekilde görüyoruz ki aynı odaklar tarafından çıkarlarımıza ters düşen politikalar (Kürt koridoru vs) ülkemize dayatılmaya devam ediliyor. Bu noktada, ABD’den ve NATO’dan gelen açıklamalar açıkça ortaya koyuyor ki NATO, müttefiklerinin değil ABD’nin çıkarlarına hizmet eder hale gelmiştir. ABD-Türkiye ilişkilerinde boynumuza geçirilmeye çalışılan zincirin en önemli halkalarından biri bu yüzden Nato’dur. Kuruluş felsefesi tam bağımsızlık olan cumhuriyetimiz de tarih boyu özgür yaşama hedefiyle mücadele vermiş milletimiz de böylesine bir zinciri hak etmiyor.(2)
Bu iki noktayla belirttiğim üzere bize zincir vurma çılgınlığına dönüşen ABD-Türkiye iliskilerinin rayına oturması, bize yakışan normal iki ülke ilişkisi kurma adına Türkiye NATO’dan çıkıp kendisine dayatılan emperyalist yaptırımlara son vermelidir.
Son sorunuzda izlenecek politika ile alakalı sayfalarca tahlil yapılabilir. Şimdilik sunu söylemek sanırım yeterli olacaktır: Türkiye yurdunda ve dünyada barışı isteyen bir cumhuriyet olarak hangi ülke olursa olsun (Rusya, ABD vs) müttefiklik ilişkilerini tam bağımsızlık ilkesinden taviz vermeyerek ulusal çıkarlarını ve başta mazlum milletlerin olmak üzere tüm insanlığın evrensel çıkarlarını korumak adına kurmalıdır. Tarihimizin diplomatik zaferlerini incelersek bunun mümkün olabileceğini görürüz.
(Geç cevap verebildiğim için üzgünüm fakat bu süreçte ABD’den gelen müttefiklik ile örtüşmeyecek açıklamaların yukarıdaki tezlerimi güçlendirdiğini söyleyebilirim.)
Teşekkürler,
Fatih Yavuz
Cevap için adeta mini bir makale yazmışsınız. Açıklayıcı olmuş. Sorularımın cevaplarını aldım, değerlendireceğim. Bundan sonra yazacağınız yazılarınızın da sıkı takipçisiyim.
Teşekkür ederim. Kaleminiz her daim güçlü ve aydınlatıcı olsun.