Mor renginin “asil” rengi olarak görülmesinin bir nedeni var; elde edilmesinin çok zor olması. Ne kadar zor bulunursa o kadar değerlidir mantığıyla da birçok toplum tarafından krallara yaraşır bulunmuş; belki de imparatorlara yaraşır demek daha uygun olur, zira mor renk özellikle Roma ve Bizans imparatorlukları saray kültürlerinde önemli bir yere sahip. Mor rengiyle yaratılan görsellik kişiye belli bir statü kazandırıyordu, ölümünden sonra bile.
Mor sıklıkla iki farklı şekilde kullanıldı, mermer ve ipek kumaş. Porfiri (Yunanca porphura yani mor kelimesinden gelmekte) mermeri Yukarı Mısır’da çıkartılıyor ve antik dönemde bilinen en sert ve işlenmesi en zor mermer. Özellikle 4. yy’da, Tetrarşi düzeninin kurulmasıyla beraber imparatorlar tarafından sıkça kullanıldığını görebiliriz. Tetrarşi, yani imparator Diocletianus’un Roma İmparatorluğu’nu iki parçaya ayıran politik reformlarından sonra kurulan yeni düzen toprakların iki Augustus ve onların astı olan iki Sezar tarafından yönetilmesini öngörüyordu. Tabii ki bu yönetimde eşitlik ve tutarlılık olmalıydı, zaten veraset kavgaları nedeniyle durmadan iç savaşa sürüklenen imparatorlukta politik otoritenin devamlılığı sağlamalıydı. Bu kavramın en güzel tasvirlerinden biri günümüzde Venedik’te San Marco Basilikası’nın köşesine monte edilmiş şekilde bulunan Tetrarşi heykelidir. Orijinal olarak Konstantinopolis’in Philadelphion meydanında bulunan heykel 4. Haçlı Seferi (1204) sonrası Venedik’e kaçırılan birçok eserden sadece biriydi. Heykel iki Augustus ve iki Sezarı birbirinden sakalları hariç farksız gösterir, sakallı olanlar muhtemelen daha yaşlı olması beklenen Augustuslar’dır. Yüzler ve pozisyonlar aynıdır, genel kanı birbirine sarılan çiftlerden birinin Doğu diğerinin Batı’nın Augustus ve Sezarları olduğudur. Böylece tetrarşi düzeni sembolize edilmiş olur; eşit, dengeli ve istikrarlı. Heykelin kırık parçası yakın zamanda Myrelaion Kilisesi (günümüzde Bodrum Camii) yakınlarında bulunmuştur ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Mor rengin önemine geri dönersek, heykel önceden bahsettiğimiz porfiri mermeri ile yapılmıştır. İşlenmesinin oldukça zahmetli ve zor olmasından dolayı bu dönemde de sadece imparator tarafından kullanıldığını görüyoruz.
Vatikan Müzesi’nde bulunan Konstantin’in annesi Azize Helena ve kızı Konstantina’ya ait lahitler de porfiri mermerinden yapılmıştır. Azize Helena Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığın yayılmasında oldukça önemli bir figürdür, 326-28 yılları arasında doğu vilayetlerine ziyaret etmiştir, birçok kutsal emaneti bulduğuna inanılmaktadır. Bunların içinde en önemlisi İsa’nın çarmıha gerildiği haç olduğuna inanılan “Gerçek Haç”tır, ayrıca kullanılan çivileri de bulduğu ve mucizevi güçleri nedeniyle oğlu Konstantin’in miğferine taktığı söylenir. Helena hem Katolik hem de Ortodoks inancında kutsal kabul edilmektedir, Vatikan’da San Pietro Bazilikası’nda diğer azizlerin yanında mabedi bulunmaktadır. Porfiriden yapılma lahdinde ise bir savaş sahnesi temsil edilmektedir. Hristiyan imgelerinin bulunmadığı bu görselde Roma askerilerinin barbarlar karşısında zafer kazandığı anlatılmaktadır. Tarihçiler bu lahidin Helena için yapılmadığını, ancak ölümünden sonra kısa sürede gömülebilmesi için önceden yapılmış bir lahidin kullandığı söylenmektedir. İstanbul’da ilk olarak 330 Konstantin adına dikilmiş Çemberlitaş Sütunu da porfiri mermerinden yapılmıştır.
Porfiri mermerinin yanı sıra mor renginin en çok kullanıldığı alan tekstil olmuştur, mor rengi cilalı taş devrinde ortaya çıkmış olmasına rağmen “Sur moru” yani erguvan diyebileceğimiz renk Roma ve Bizans döneminde asalet sembolü olarak kabul edilmiştir. Renk “Sur” ismini günümüzde Lübnan’da yer alan Sur (Tyre) kentinde Fenikeliler tarafından üretildiği için almaktadır. Kavime Yunanlılar tarafından Fenike isminin verilmesinin kökeninde de bu renkle boyanmış kumaşların ticaretini yaptıkları için mor rengine atfen Phonikes denmiş olması vardır.
Sur moru, deniz salyangozlarının Murex olarak bilinen cinsinden elde edilmekteydi ve elde etmesi çok zahmetli olduğu için yine porfiri mermeri gibi çok değerliydi. Bizans ipekleri üzerine çalışan tarihçi David Jacoby küçük bir kumaş parçasını mora boyamak için gereken tozun yaklaşık 12.000 murex salyangozu gerektiğini söylemektedir. Bu arkeologların Sayda ve Sur kentlerinin yakınlarında salyangoz dağları bulmasını açıklar nitelikte. Rengi elde etmek için salyangozlar kaynatılır ve bu sırada oldukça rahatsız edici bir koku çıkardı, salyangozun yumurtalarını korumak için salgıladığı sıvı ise ışık ve sıcaklıkla beraber mora dönerdi.
Roma İmparatorluğu’nda da sadece asillerin kullandığı ve imparatorla özdeşleştirilen mor rengi Bizans imparatorları tarafından da statü sembolü olarak kullanılmıştır. Öyle ki, eğer bir prens veya prenses babası imparator olarak doğmuşsa Porphyrogénnētos, tam anlamıyla “Mor’a Doğan” lakabını almaktaydı. 10. yy’da hüküm sürmüş olan VII. Konstantin De Ceremoniis aulae Byzantinae adlı yapıtta Bizans İmparatorluğu’nun birçok dini ve resmî törenini detaylı bir şekilde anlatırken Porfirogennetos olmak için gerekli koşullardan da bahsetmiştir. Babasının o sırada hüküm süren imparator olmasının yanı sıra bir diğer koşul da bebeğin annesinin de imparatorla evli olması ve Augusta unvanına sahip olmasıydı. Ancak belki de en ilgi çeken ayrıntı bebeğin mutlaka Konstantinopolis’teki Büyük Saray’ın Porphýra, yani mor odasında doğmuş olması gerektiğidir. Bu oda kendisi de bir Porfirogennetos olan Bizans prensesi ve tarihçi Anna Komnena tarafından 12. yyda kaleme alınmış Alexiad’da şöyle tasvir edilmektedir:
Oda Saray’ın birçok terasından birinde bulunur, Marmara Denizi ve Boğaziçi’ne bakar, yerden tavana mutlak bir kare formundaydı, tavan bir piramit ile son bulurdu. Yerden tavana duvarlar, “genellikle mor baskın, aralarda kum gibi parlayan beyaz noktalar” olan imparatorluk somaki (porfiri) mermeri ile kaplanmıştı
Porfirogennetos unvanı mor renginin antik çağlardan Bizans’a kadar uzanan asilliğinin en belirgin örneği olabilir. Mora doğmuş olmak kişiyi meşru kıldığı gibi gelecekteki taht iddiasını da güçlendirmekteydi. VII. Konstantin’in porfirogennetos olarak anılması ise ironiktir, kendisi babası imparator VI. Leon’un Zoe Karbonopsina ile olan gayrimeşru ilişkisinden doğmuştur. Leon o sırada metresi olan Zoe ile Konstantin doğduktan sonra evlenmiştir, bununla beraber kilisenin sadece iki evliliğe izin vermesine rağmen Zoe Leon’un 4. karısı olmuştur. Sonuç olarak VII. Konstantin’in tahta varis olabilmesi için hem sarayın hem kilisenin hem de halkın gözünde meşru kılınması gerekmiştir, bu nedenle Mor Oda’da, mora doğmuştur, isminin yanında porfirogennetos lakabını da kullanmıştır. Ancak bu olay imparator Leon ve kilisenin arasında büyük bir çatışmaya neden olmuştur. Bu nedenle Aya Sofya’nın narthexinde bulunan mozaik İsa’dan af dilenen Leon olarak adlandırılır.
Kaynakça:
“Silk Economics and Cross-Cultural Artistic Interaction: Byzantium, the Muslim World, and the Christian West” Dumbarton Oaks Papers 58 (2004:197–240) p. 210.
Kazdhan, A. (1991) The Oxford Dictionary of Byzantium. Oxford: OUP.
-Bütün görseller vikipedi’den alınmıştır.