Eşref Bitlis Suikasti
17 Şubat 1993 karlı bir Ankara sabahı. Ankara’da Kara Havacılık Okulu, Güvercinlik Üssü’nden, 10011 kuyruk numaralı Beechcraft 200 VIP uçağı pilotu Kurmay Pilot Binbaşı Yaşar Erian, bir gün önce 45 dakikalık test uçuşu’nun ardından, saatler 12.19’u gösterirken kalkış izni isteyip havalandı. Uçağın rotası Diyarbakır, yolcusu da dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis idi.
Uçağın 1. Pilotu Kurmay Pilot Binbaşı Yaşar Erian, toplam 3220 uçuş saatine sahipti. Uçuş öğretmenliği ve alet kontrol öğretmenliği kurslarını da başarıyla tamamlayan pilot, B-200 tipi VIP uçakla toplam 192 saat uçuş yapmıştı. Uçağın ikinci pilotu Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler’le beraber bu uçakları ABD’den Türkiye’ye getiren ekipteydiler. ABD’den Türkiye’ye uçuşları sırasında İzlanda’da tipiye yakalanan iki pilot, uçakları buzlanmadan Ankara’ya sağ salim getirebilmiş ve Kara Kuvvetleri’ne teslim edebilmişlerdi, yani ikisi de buzlanma ve B-200 tipi uçaklarla uçma konusunda gayet deneyimli pilotlardı. Üstelik, bu uçakların uçma talimatlarını İngilizce’den Türkçe’ye çevirme görevi de onlara verilmişti.
2. Pilot Kurmay Yüzbaşı Tuğrul Sezginler, kalkıştan dört dakika sonra yani saat 12.23’te Esenboğa Havalimanı’na motorlarda bir anormallik olduğunu bildirdi. Sezginler, 50 saniye sonra da motorlarda sarsıntı olduğunu belirtti ve Esenboğa’ya iniş için uçağın radardan takip edilmesini istedi. 12.24’te hava meydanına direkt vektör verilmesini istedi, yaklaşık 30 saniye sonra “Gürültü var, gürültünün derininde… Tamam çekiyorum” dedi, ve bu mesaj uçaktan alınan son mesaj oldu. Radarda, uçağın saat 12.26.11’de kaybolduğu saptandı. Uçak, Yeni Mahalle Posta İşleme Merkezi’nin bahçesine düştü.
Eşref Bitlis
1933 Malatya doğumlu Eşref Bitlis, 1952 yılında Kara Harp Okulu’nu, 1954 yılında Topçu Okulu’nu ve 1966 yılında Kara Harp Akademisi’ni tamamladı. 1969 yılında Türk Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. 1973 yılında Alman Harp Akademisi’ni tamamladı ve bir yıl Kara Harp Akademisi’nde başöğretmen olarak görev yaptı. 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında Albay rütbesiyle Kıbrıs Türk Alayı Komutanlığına atandı. Bu alayın komutanlığını yaparken Kıbrıs Yunan Alayı imha edildi. 1978 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti ve Bolu Komando Tugayı Komutanlığına atandı. 1982 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti ve Kıbrıs 28. Tümen Komutanı oldu. 1986 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. 1988 yılında Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı oldu. 1990 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti ve Jandarma Genel Komutanlığı’na atandı. Yukarıda da görüldüğü üzere, Eşref Bitlis Orgeneralliğe terfi ettikten sonra ordu komutanlığı yapmadı ve direkt olarak Jandarma Genel Komutanlığı’na atandı. Jandarma Genel Komutanlığı süresi normalde 2 seneyken 1992 Yüksek Askeri Şura’sında görev süresi iki yıl daha uzatıldı.
Eşref Bitlis’in Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Jandarma Genel Komutanlığı’na erken atanmasının ve görev süresinin uzatılmasının sebeplerine bakacak olursak; öncelikle Eşref Bitlis’in o dönemde gittikçe daha çok cereyan eden Kürt sorununa bakış açısını değerlendirmek gerekir. Eşref Bitlis Kürt sorununun çözümünün salt mücadeleyle olacağına inanmıyordu. Bu sebeple defalarca Talabani de dahil, bölgenin liderleriyle görüştü.
Eşref Bitlis Paşa, Kürt sorununun farkında olan, ancak bu sorunu Türkiye’nin bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendiren bir insandı. Dolayısıyla çözüme giden yolda silahlı mücadeleden öte; bölgede terör örgütüyle sivil halkın ayrımını keskin yapıp, halk bazındaki sıkıntıların çözümüyle Kürt sorununun üzerine gitmiştir. Şu anda hala Türkiye’ye karşı saldırgan bir tutum sergileyen Kuzey Irak’taki Kürt oluşumlarla o dönemde temasa geçmiş ve 1992 Ekim’inde onlarla beraber, PKK’ya karşı ortak bir operasyon yürütmüştür. Aynı yıl cumhurbaşkanı Turgut Özal’a yazdığı mektupta şunları söylemiştir: “Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır.”
1992 yılında, Türkiye tarihinin en kanlı Nevruz kutlamalarının ardından artan gösteriler sebebiyle, Eşref Bitlis öncülüğünde toplanan Mill Güvenlik Kurulu’nun ardından yapılan açıklama şöyle : “Terörle mücadelede demokratik hukuk devleti kuralları içinde kalınmalı, kanun ve nizam hakimiyeti kesintisiz tesis ve idame edilmeli, halkımızın huzur ve güvenlik içinde bulunması esas alınmalıdır.” Hatta bir televizyon programında üniformasını çıkarıp, takım elbisesini giyerek Ahmet Türk’le Kürt sorunu hakkında tartışma da yapmıştır.
17 Aralık 1992 günü Orgeneral Eşref Bitlis ve Güneydoğu Asayiş Komutanı Korgeneral Necati Özgen, Kuzey Irak’a gitmek için sabah saatlerinde Silopi’den bir helikopterle havalandılar. Türkiye sınırının geçilmesinin hemen ardından, bir çekiç gücü uçağı tarafından helikopterleri, Mardin radarına uçuş bilgileri ve yolcuları hakkında bilgi verilmesine rağmen taciz edildi. Ardından birkaç uçak daha havalandı, helikopter pilotu durumu Mardin radarına bildirdi ve uçaklar çekildiler. Olayın ardından yapılan soruşturmalar da faili meçhul sonuçlandı. Orgeneral Eşref Bitlis’in Kuzey Irak’ta Talabani ve Barzani’yle yaptığı görüşmeler sonrasında 24 Aralık’ta Türkiye’de iki protokol imzalandı. Protokol gereğince Türkiye bölgede 67 karakol kuracak, Talabani ve Barzani’de terörle mücadelede Türkiye’nin yanında yer alacaklardı.
Orgeneral Eşref Bitlis terörle mücadeleye getirdiği yeni çözüm yolları ve attığı somut adımlar yanında, Çekic Güç’e karşı olan tutumu nedeniyle de tarihteki meslektaşlarından sıyrılır. Göreve atandığı andan itibaren, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde çalışan bütün Amerikalı istihbaratçıları ve Amerikalı subayları görevden uzaklaştırmış, ardından da Amerikalı sivil toplum örgütleri ile Kuzey Irak’a girişi ve çıkışı engelleyen Amerikan Ordusu’nu Türkiye sınırından geri çekilmeye zorlamıştır. Bunların üzerine de Çekic Güç’ün bölgedeki faaliyetleriyle ilgili birçok rapor hazırlayıp bunları dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e iletmiştir. Susurluk Raporları’na göre Amerikalı yetkililer onunla ilgili, Türkiye’de konuşlanmış Çekiç Güç hakkında bilgi topladığı için Turgut Özal’a birçok kez sitemde bulunmuşlardır.
Uçağın Düşüşüyle İlgili Araştırmalar
Uçağın düşüşünden sonra yapılan araştırmalar neticesinde, uçağın %40 buzlanma, %60 pilot hatası sebebiyle düştüğü söyleniyordu. Ancak pilotların deneyimleri, başarıları göz önünde bulundurulduğunda böyle bir uçağın kalkıştan dört dakika sonra pilot hatası sebebiyle düşmesi imkansız gibi bir şeydi. Tabii ki bu kazadan sonra ortaya suikast iddiaları da atılmıştı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş olayın üzerine gidileceğini açıkladı. Olayın üzerine gidildi ve uçağın düşme sebebinin buzlanma ya da pilot hatası olduğu açıklandı. Ancak 1996’da yapılan açıklamalar sonucu, uçağın bilirkişi raporuyla beraber sabotaj nedeniyle düştüğü söylendi. O dönemde muvazzaf olan bir Uçak Mühendisi Binbaşı da şu değerlendirmeyi yaptı: “Hareket halindeki veya çalışır durumdaki bir uçak, buz çözücü ısıtıcıları çalışmasa bile eksi 60 derecede en az 29 dakika arıza yaratmadan uçabilir.Eski tip uçaklarda bile bu sistem var. Kaldı ki eski tip uçakların tamamı modernize edildi. 5-10 dakika gibi kısa bir sürede, en kötü hava koşullarında bile uçağın buzlanıp düşmesi mümkün değil. Bunun fizik ilminde bile bir tarifi yok.”
2 Suikast İddiası
Bu acı olayın suikast olduğu ortaya çıkınca medyada iki türlü yaklaşım belirdi. Birincisi, Orgeneral Eşref Bitlis’in Kürt sorunu çözümüne barışçıl yaklaşımı sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ters düşmesi ve bu sebepten dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından öldürülmüş olabileceği. İkinicisi de, Orgeneral Eşref Bitlis’in Amerika’nın Kuzey Irak düzenlemelerine karşı oluşu ve bu yolda Amerika’nın planlarının önüne geçecek ciddi adımlar atmış olmasından ötürü onu ABD’nin öldürdüğü. Bu iki iddia da aslında aynı yere çıkıyor. Yıllar sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e uçağın düşüş sebebinin pilotaj hatası ya da buzlanma olmasıyla ilgili hazırlattığı raporla ilgili sorular sorulduğunda veridiği cevap çok manidar. Kendisini tehdit ettiklerini ve bu sebepten ötürü bu raporu hazırlattığını söylüyor. Duruma bakar mısınız? Bir ordunun Genelkurmay Başkanı, onun bir kuvvet komutanı olan orgeneralinin ölümüyle ilgili yanlış rapor hazırlatılması konusunda tehdit ediliyor. Genelkurmay Başkanı da bu tehditten korkup söyleneni yapıyor. Sormak lazım o zaman neden Genelkurmay Başkanı olarak atandı? Eğer böyle yapacaksa oradaki işi neydi? Onu atayan kişi, Kürt sorununun çözümünde Eşref Bitlis’i destekleyen Turgut Özal değil miydi? Kendisi tehditler karşısında kuyruğunu sıkıştıracaksa vay Türk Silahlı Kuvvetleri’nin haline. Aklımızla bir kez daha dalga geçildi ve biz unutmaya, hatırlamamaya, sıradanlaştırmaya devam ediyoruz.
Genel Değerlendirme
Orgeneral Eşref Bitlis’in ölümü, Uğur Mumcu suikastinin üzerinden henüz bir ay geçmeden oldu. Uğur Mumcu’nun PKK terörü ve bunun bağlantılarıyla ilgili yaptığı çalışmalar ve attığı adımlar göz önünde bulundurulduğunda, Eşref Bitlis’in ölümünün, elde bu kadar kanıt varken, kaza sebebiyetiyle olmuş olduğuna inanmak ahmaklıktır. Çünkü Uğur Mumcu’nun araştırmalarıyla elde ettiği sonuçlarla, Eşref Bitlis’in Kürt sorununa yaklaşımı ve terörle mücadele biçimi bire bir örtüşür. Üstelik bu olay olduktan sonra aynı yıl içerisinde, Uğur Mumcu’nun araştırmalarından haberdar olan Eşref Bitlis dışındaki iki kişi de gizemli şekilde ölü bulunmuşlarken.
Eşref Bitlis’in Planlarının Tasfiyesi
Eşref Bitlis’in Kürt sorunu çözümünde en çok güvendiği 3 astı da 2 yıl içerisinde öldürüldüler ya da ölü bulundular. Jandarma Tuğgeneral Bahtiyar Aydın 22 Ekim 1993′ te PKK tarafından kanasla uzun mesafeden -ki bir tuğgeneralin kanasla uzun mesafeden öldürülmesi neredeyse imkansızdır çünkü bir tuğgeneral asla sıcak çatışma bölgesinde kanasla vurulacak pozisyonda bulunmaz, yani ya PKK’ya birisi güçlü istihbarat verdi ya da katil PKK değil- vurularak öldürüldü. Jandarma Albay Kazım Çillioğlu’nun 3 Şubat 1994′ te intihar ederek öldüğü açıklandı. Jandarma Albay Rıdvan Özden 15 Eylül 1995’te PKK’yla girdiği bir çatışmada öldürüldü. Üstelik bunların yanında 14 Nisan 1994’te Kuzey Irak’ta Amerikan uçaklarınca düşürülen iki Amerikan helikopterini de eklemek gerekir diye düşünüyorum. O dönemde Çekiç Güç unsurlarının, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle yapılan anlaşmaya uygun hareket ettiklerinin denetlenmesi için her Amerikan helikopterine, üsteğmen ya da yüzbaşı rütbesinde bir Türk subayı binerdi. Pilotların rotası ve uçuş görevleri bu subaylar tarafından incelenir, gözlenir ve Genelkurmay Başkanlığı’na iletilirdi. Türkiye’den Kuzey Irak’a görev sebebiyle havalanması gereken Türk helikopterleri teknik arıza sebebiyle havalanamadı ve görev Amerikan helikopterlerine verildi nedense. Kuzey Irak’ta düşen iki Amerikan Helikopterinde 3 subayımız şehit oldu. Şehit olan üç subayımız, Topçu Üsteğmen Barlas Mehmet Gültepe, Topçu Üsteğmen Ceyhun Civaş ve Topçu Kurmay Albay Hikmet Alp. Düşen o iki helikopterin birisinde normalin aksine bir kurmay albay bulunuyordu ve helikopter Kuzey Irak’a ilerliyordu. Amerikan uçakları tarafından yapılan kimlik tanımlamalarında, ilk seferde olumlu yanıt alınmasına rağmen helikopterler radardan çıktıkları anda uçaklar tarafından vuruldular. Sonra Amerika, “Tetik Manyağı” gibi bir açıklama yaptı, suçu pilota attı, her bir şehit ailesine 100 bin dolar verdi ve olayı kapattı. İnanıyorum ki bu helikopter düşürme olayını da Eşref Bitlis’in Kürt sorunu çözümünden uzak tutmamak gerekir.