Evet, Kuzey Avrupa ülkelerinin idealize edilip tekrardan bizleri imrendirmeye zorlayacak bir cümleler dizisine hoş geldiniz. Bu doğru, konu İskandinavya. Artık “Norveç’te böyleymiş bakın”, “Finlandiya’da öğrenciler şöyle yapıyormuş,”, “İzlanda dünyanın en … ülkesi imiş, asıl oralara gitmek lazım” gibi cümleler günlük konuşmalarımızın ayrılmaz birer bileşeni olmuş olabilir. Sonuçta artık neredeyse hepimiz o dünya küresinin tepelerine baktığımızda ilginç ve iyi şeyler olduğuna “adamlar akıllı, adamlar mutlu” gibi cümleler kurarak ikna olmuş bulunuyoruz. Bu yazıyı yazmamdaki sebep tabii ki de bu ülkelere çocukluğumdan beri duymakta olduğum hayranlık değil (!) En azından izlemiş olduğum ve Harald Eia adında Norveçli bir sosyoloğun yapmış olduğu TEDx konuşmasının da bir etkisi var. Eia, konuşmasında oldukça esprili bir dil ile adeta fıkra anlatırcasına aslında derin bir analizi gözler önüne seriyor.
Eia’nın seçmiş olduğu ve üzerinde durduğu konu ise ‘zenginlik’. Bu kelimenin tanımını tabii ki de bizler yetişmiş olduğumuz çevre ve aldığımız eğitim ile daha farklı bir şekilde yapma eğiliminde olsak da kendimizi maneviyatın sıcaklığında fazla kaybetmeden bunun servet ile alakalı olduğu konusunda hemfikir olmaya itelim. Konuşmada da değinildiği üzere Birleşmiş Milletler halihazırda bir yoksulluk sınırına sahip. Yoksul olmak, gününü 2 dolar ve altında bir miktar ile geçirmek zorunda olmak şeklinde de açıklanabilir bu yoksulluk sınırına göre. Zengin olarak adlandırılabilecek bireyler için ise bu tanımı biraz daha geniş boyuta ulaştırmamız gerekli. Ne yazık ki yoksul olmamak için gününü birkaç dolar ile idame edebiliyor olmak için yeterli bile. Zenginlik standardını ise net değeri 30 Milyon Dolar ve üzeri olmak şeklinde kabul edebiliriz. Bu tanımı da yanımıza alarak Eia ile dünyada en çok zengin barındıran ülkelere bir göz atalım isterseniz.
5- Çin Halk Cumhuriyeti
4- Birleşik Krallık
3- Almanya
2- Japonya
1- ABD
Çok da şaşırmadığınızı düşünüyorum. Ne de olsa listede bulunan bu beş ülkenin hepsi dünya ekonomisi üzerinde asla küçümsenemeyecek rollere sahip ülkeler. Doğal olarak da içlerinde bu kadar multi-milyoner barındırıyor olmaları hiç de beklenmeyecek bir şey değil. Peki sizce bu ne kadar adil bir ölçüm? Şaşırmayışımız belki de liste dahilindeki ülkelerin ciddi bir nüfusa sahip olmasına da bağlı. Bu yüzden adeta kişi başı milli gelir hesabı yapar gibi kişi başı multi-milyoner hesabı da yapabiliriz. Böyle yapıldığında ise liste bambaşka şekilde ortaya çıkıyor.
5- Danimarka
4- Kanada
3- Yeni Zelanda
2- İsveç
1-Norveç
Burada da neden bu konuyu Eia gibi birinin – yani Norveçli – yapmış olduğunu anlıyoruz aslında. Biraz daha üst düzey bir liste çıkardığımızda, yani kişi başı multi-milyoner yerine her milyon kişi başına düşen milyarder sayısını ortaya çıkardığımızda da durum şu şekilde oluyor. (Bu hesaplama Forbes tarafından yapılmıştır.)
5- Almanya
4- ABD
3- Norveç
2- İsveç
1-İzlanda
Bir diğer istatistiki veri ise oldukça alışılmadık bir hesap metodunu gösteriyor. Eia’nın tablo benzeri iki model üzerinden açıkladığı üzere, bir ulusta en fakir 1/5’lik kesime ait babaların çocuklarının yüzde kaçının en zengin 1/5 içinde yer almayı başardığını ölçen bir sistemden söz ediyoruz. Biraz kafa karıştırıcı olabilir, daha öz bir şekilde açıklamayı denersek: fakir bir ailede doğan bir çocuğun hangi olasılıkla kaderinin yoksulluk ile devam edeceğini ve hangi olasılıkla en zenginlerden biri haline gelebileceğini tahmin edebiliyoruz. Burada yoksulluktan tepeye geçiş yapmayı başaran çocukların oranında Danimarka, Norveç ve İsveç ilk üç sırada çıkıyor. Yoksulluktan ne yazık ki yoksulluğa devam edenlerin oranı ise daha büyük olsa da bu üç ülke ABD’nin %42’lik oranının oldukça gerisinde kalıyor. Eia’nın bunu dayandırdığı konu ise eğitimin İskandinav ülkelerinde ücretsiz oluşu.
Nüfusa oranla yapılan bu hesaplamanın sonucunda artık rahatça söyleyebiliriz ki Kuzey Avrupa ülkeleri zengin insan barındırma konusunda daha önde bulunuyor. Demek ki bu ülkelerin yapmakta olduğu veya sahip olduğu birtakım farklı şeyler var. Yazıyı yazma amacım gereği elbette ki bu durumu biraz daha irdeleyeceğiz. Bu ülkelerde benimsenmiş olan ‘Sosyal Demokrasi’ ve bunun hayatın neredeyse her alanında, özellikle ekonomide ve çalışma hayatında gözlenen etkileri belki de en fazla zengin insana sahip olma şerefini getiren faktör olabilir.
Ne diyelim bu Sosyal Demokrasiye?
Sosyal demokrasi, esasında kapitalizm ile sosyalist değerlerin bir arada kullanıldığı ve en uyum içerisinde hareket edebildiği bir politik düzeni ifade eder. Yani, vatandaşlar ile devletin zıt kutuplarda olmayıp bir arada, aynı yönde hareket ettiği bir ortamı sağlar. Sosyal demokraside vatandaşların sosyal, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçları devlet tarafından olabildiğince kolaylaştırılır hatta mümkün olduğu durumlarda devlet bunları üstlenebilir. Adı üstünde bir demokrasi olması ve halkın tümünü kapsaması dolayısı ile de hukuk önünde her vatandaşın eşitliğini savunur.
Kuzey Avrupa ülkeleri, dediğimiz üzere sosyal demokrasinin benimsendiği ve şu vakte kadar oldukça başarılı bir şekilde uygulandığı ülkeler olmaktalar. Bu ulusları başarılı olmaları ile duyduğumuz başlıca alan ise eğitim – sosyal demokrasinin en etkin olduğu anlardan biri.
Eia’nın konuşmada en çok üzerinde durduğu nokta da eğitim ve otomasyon, ya da daha açıklayıcı bir biçimde, teknoloji oluyor. Sosyal demokrasi ile ücretsiz eğitimi mümkün kılan Kuzey Avrupa ülkeleri böylece eğitimi finansal bir yük ve harcama noktası olmasından kurtarıyor. Eğitimin ücretsiz sağlanması ile daha yetenek odaklı bir sistem kurularak bu yeteneklerin gelecekte çocukların yönelecekleri kariyerler için en doğru şekilde yontulması amaçlanıyor.
ABD’ye yaptığı bir gezi sırasında yapmış olduğu gözlemleri dile getiren Eia, ABD’deki, tuvaletler ve bilet gişeleri gibi birtakım ‘aslında insana gerek duyulmayan’ işlerin ve bu görevleri üstlenmiş insanların fazlalığına şaşırmış olacak ki bir an önce ülkesinde ve kardeş ülkelerinde olan durum ile bir kıyaslama yapma gereğinde bulunmuş. İşte buna otomasyon deniyor. Yani, birtakım insan gerektiren iş alanlarının tamamen makineler, cihazlar aracılığıyla veyahut dijital ortamdan yürütülebiliyor olması. Tabii Kuzey Avrupa ülkeleri otomasyona en adapte olmuş ülkeler olarak karşımıza çıkıyor. Otomasyona tam olarak hazır olmayan ülkelerde, yani halen insanın ağırlıklı olarak istihdamda olduğu bazı ‘demode’ iş alanlarını halen barındıran ülkelerde, otomasyonun gelişi büyük bir sorunu beraberinde getiriyor. Aşağıda OECD Employment Outlook’tan alınmış bir tablo gösterilmektedir. Görülen sütunlar otomasyon ile kaybolma riski olan iş alanlarının OECD üyesi ülkelerdeki oranlarını göstermekte olup en az riski Norveç’in bulundurduğu görülüyor. Türkiye ise iki Doğu Avrupa ülkesi Litvanya ve Slovakya’nın önünde yer alsa da listenin ancak son sıralarında kendine yer buluyor.
Kaynak: OECD Employment Outlook 2019
Otomasyonun en çok yaygınlaştığı örnek alanlardan birisi ise bankacılık. Başta İsveç olmak üzere İskandinav ülkelerinde artık nakit para kullanımı neredeyse son bulmuş durumda. Buna ek olarak da ‘Chip&Pin’ adı verilen şifreli ödeme sistemini Kuzey Avrupa uluslarının ABD’den çok daha erken getirdiklerine de konuşmasında değiniyor Eia.
Bütün bu dijitalleşme ve otomasyondan bahsetme sebebimiz bunun üretkenlik ve verimlilik için kilit rol oynuyor olması. Günümüz ekonomi anlayışında ve iş dünyasında verimlilik her şeyden daha çok önem arz ediyor. Ne kadar insan gücüne hatta ne kadar makineye dahi sahip olduğunuz değil, mümkün olan en az sayıda insanı kullanarak en yüksek verimi ve çıktıyı elde etmenin konuşulduğu bir çağa gelmiş bulunuyoruz. Böylece zamandan tasarruf ederek gelirleri maksimize etmeyi de başarabiliyoruz. İnsan gücünü elbette kenara atıp bırakacak değiliz. Ancak artan otomasyon ile arayışta olacağımız insan kabiliyetleri ve yetenekleri de değişmekte. Bu yüzden eğitim sisteminin de değişen iş dinamiklerine yönelik olarak öğrencileri yönlendirebilmesi önemli hale geliyor.
Konuyu daha fazla uzatıp işi bulanıklaştırmadan ana konumuza geri dönelim. “Dünya’da nerede zengin olmak en kolay?” sorusunun sanırız ki en olası cevabı ‘Kuzey Ülkeleri’ olacaktır. Birey, toplum ve devlet ilişkisini mükemmele en yakın dengede tutmayı başarabilen; üstüne üstlük bunu bir de yaratıcı, yetenek geliştirmeye yönelik, üstelik ücretsiz bir eğitim sistemi ile birleştirebilen bir sistemin içinde zengin olmak tüm olasılıklar içinde en mümkün olanı gibi görünüyor. Elbette ki Dünya üzerindeki her ulus için aynı koşulların geçerli olacağını söylemek biraz fazla polyannacılık yapmak olacaktır. Bu yüzden bu dengeyi her ülkenin kendi şartları çerçevesinde hesaplayarak bulması en sağlıklısı. Yine de eşitlik, özgürlük, çalışkanlık gibi birtakım değerlerin hiçbir zaman önemini kaybetmeyeceğini de rahatlıkla söyleyebiliriz.
O zaman bu yazıyı da Eia’nın çok hoşuma giden bir sözü ile bitirelim. “Ekonomi birinin kazanırken diğerinin kaybettiği bir oyun olamaz.”
Harald Eia’nın konuşması https://www.ted.com/talks/harald_eia_where_in_the_world_is_it_easiest_to_get_rich