Bugün sizi, tanımını yapmak bir o kadar güç iken “hayatın gerçekliği” olarak dümdüz bir algı sonucu kabul edilmiş olan kariyer, eğitim ve para üçgeninin dışına çıkabilen biri ile tanıştıracağım: Christopher McCandless. O, mutlak hedefi “modern” dünyanın sarsıcı etkilerinden korunabilmiş Alaska’ya ulaşmak olan Amerikalı bir gezgin. Dışarıdan bakılınca her şeyden uzaklaşmak için alınmış bir karar olarak görülen bu yolculuk, aslında onun Alexander Supertramp ismi ile yeniden varoluş hikayesi.
Christopher McCandless, Emory Üniversitesi’nde tarih ve antropoloji alanlarındaki lisans eğitimini başarılı bir şekilde tamamladıktan sonra yüksek lisans eğitimi için kazandığı 25.000 Amerikan dolarını Oxfam International isimli açlıkla mücadele vakfına bağışlar. Bu bağış, onun için bir kayıptan çok, sayısız soyut anlam yüklenen bu nesneden kurtulup ait olduğunu düşündüğü doğaya ruhunu daha da yakınlaştırmıştır. Alaska’ya ulaşma amacı ile çıktığı bu yolda hayatına dokunan otostop arkadaşlıkları kurmuş, yasakları hiçe sayarak kano ile Meksika’ya ulaşmış ve kilometrelerce yürümekten çekinmemiştir. Bu zorlu yolculuk sonucunda ise hedefi olan Alaska’da “Mucizevi Minibüs” adını verdiği terk edilmiş otobüsü kendisine ev olarak seçerek yanında getirdiği yarım kilo pirinç, avlanmak için tüfek ve yerel bitkileri anlatan bir kitap ile günlerini geçirmiştir. Christopher, geçirdiği bu günleri not defterine kaydetmiştir ve notlardan aynı zamanda cesedinin bulunduğu bu otobüste yaklaşık üç ay boyunca kaldığı anlaşılmaktadır. Pirincinin bitmesi sonucu sadece ormandan avlanarak besin bulmak zorunda kalan Christopher, yerel bitkiler kitabında yazmasına rağmen dikkat etmediği zehirli bir tohumu yemesinin sonucu olarak sağlığı gitgide bozulmaya başlamıştır. Bu yolculuğun en başında parasını açlıkla mücadele vakfına bağışlayan Christopher’ın ölüm sebebi yine açlık olmuştur.
Alexander Supertramp olarak yeniden doğan Christopher, yaşamak için gerekli olan temel ihtiyaçlarımızı bile doğadan karşılamayı bilmeyen insanlığın sınırlarından çıkmayı başarmış, para veya kariyer ile kazanılabilecekmiş gibi görünen “özgürlüğü” aslında kendisi yaratmıştır. Onun bu ilham verici yolculuğuna Into the Wild adlı filmi izlerken daha yakından şahit olabilirsiniz. Sean Penn’in aynı adlı kitaptan esinlenip yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı 2007 yapımı filmin başrolünü Emile Hirsch üstleniyor. Film boyunca keşfedebileceğiniz ve çalma listenize eklemek isteyeceğiniz müzikler ise Eddie Wedder’a ait. Ayrıca, filmi izlerken bazı replikleri derin anlamlarıyla anlamak veya bir yere not almak için tekrar tekrar izlemek isteyebileceğinizi söyleyebilirim. Bu sahnelerden biri Henry David Thoreau’a ait olan “Rather than love, than money, than fame, give me truth.” sözünün geçtiği dakikalar olabilir.
Christopher McCandless’ın cansız bedeni onun “Mucizevi Minibüs”ünde kısa bir veda yazısı ile bulunmuştur. Bu yazı ise Louise L’Amour’un biyografisi olan “Bir Gezginin Eğitimi” adlı kitabın son sayfasının arka kısmına yazılmıştı. “Mutlu bir hayat yaşadım ve bu yüzden Tanrı’ya müteşekkirim. Hoşça kalın, Tanrı hepinizi kutsasın” sözleri ile hayata henüz 24 yaşındayken veda eden Christopher’ın bedeni yok olmuş olsa bile, bence hâlâ günümüzde Alexander Supertramp’in ruhu aramızda yaşıyor.
Into the Wild film fragmanı:
Kaynakça: