Ekonomik Eşitsizlikler Dizisi – Bölüm 1: Ekonomik Eşitsizlik ve Tarihi

Günümüz dünyası ülkeler, uluslararası örgütler, şirketler, farklı kültürler ve daha birçok unsurun bir araya geldiği; ilişkileriyle, artan nüfusuyla, küresel krizleriyle, ufukta yaklaşan felaketleriyle son derece ilginç bir yer. Ayrıca belirtecek olursak, hem çoğu insanın ideal olarak düşündüğünden hem de adil olmaktan çok uzak bir dünya. Haksızlık, baskı, sistematik ayrımcılık ve daha sayısız çürüklüklerin, eşitsizliklerin olduğu bu dünyada, ekonomik eşitsizlik de kendi altın tahtında yerini alıyor. Ancak alışkın olduğumuz ve bildiğimiz monarşilerin aksine, ekonomik eşitsizlik meşruluğunu bir tanrıdan değil, tarihin nispeten yakın sayfalarında amaç edinilmiş ve/veya gerçekleştirilmiş gayelerden, sömürüden, zulümden ve açgözlülükten alıyor. Sahraaltı Afrika ülkelerinin kişi başına düşen gelirleri 1432 dolar civarındayken neden Avrupa Birliği ülkelerinin 34897 dolar civarında? Aradaki bu farkın iktisadi kalkınmadan ve gelişmişlikten dolayı kaynaklandığını söyleyecek olursak da neden Sahraaltı ülkeler Avrupadakiler kadar gelişemedi? 19 ve 20. yüzyılda yaşanan Afrika Talanı ve daha sonrasında II. Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon sürecinin bu eşitsizlik üzerindeki etkisi umursanmadan geçilebilir mi? 24 kattan biraz daha fazla olan bu gelir eşitsizliği dışında servet eşitsizliği ne durumda? Bütün bu soruları sormaya başladığımızda ve eşitsizliği eşelemeye başladığımızda dünyadaki eşitsizliğin ne kadar dehşet verici olduğunun gerçekliğine varıyoruz. Bu dehşetin üstüne ülkeler arası eşitsizliğin yanı sıra ülke içi eşitsizliklerin varlığını da işin içine katınca dehşet apayrı bir boyuta ulaşıyor. Sınıf, cinsiyet, ırk, inançtan kaynaklanan ayrımcılık ve baskının birçok ülkede aklın hayalin varamayacağı sistematik bir şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Halkın takip etmedikçe (bazı durumlarda takip etseler bile) bihaber olduğu yasalar ve eylemlerle bu dehşet güçlendiriliyor. Üstüne de bu eşitsizlikleri düzeltmek için çoğu hükümet hiç bir şey yapmıyor. Bu yazıda ekonomik eşitsizliği ana hatlarıyla ele alacağız. Gelir ve servet dağılımları ülkeler arasında nasıl? Yerel dağılımdaki eşitsizlikler neden kaynaklanıyor? Bu eşitsizliklerin tarihi arka planı nedir? Son olarak da nasıl çözümler beklenebilir ve kimden beklenebilir? Bu yazıyı ise (tabii ki ekonomik çerçeveden) cinsiyet, ırk gibi konulara girilen ve uluslararası örgütlerin rolü ile Türkiye’nin mevcut durumu ile ilgili yazılar takip edecek.

Afrika Talanı: Afrika’daki bütün ülkeler, kabileler Habeşistan (Etiyopya) ve Liberya dışında Avrupa ülkeleri tarafından işgal veya ilhak edilmiştir.
Britanya İmparatorluğu’nun tarihte sahip olduğu bütün koloniler ve bölgeler. Dünya topraklarının maksimum %26’sına sahip olan İmparatorluk toprakları bakımından en büyük imparatorluktur ve döneminin en zengin ülkesidir.

            Ekonomik eşitsizlik gelirin, servetin veya imkanların toplumdaki farklı gruplar arasında oransız dağılmış olmasıdır. Dünyanın her yerinde fakirliğe tutsak olan bireyler/gruplar sosyo-ekonomik olarak kendilerini “daha iyi bir konuma” taşımak konusunda çok büyük bir şansa ve ideal imkanlara sahip değillerdir. (IZA World of Labor) Ekonomik eşitsizliğin varlığı sorgulanabilir bir şey değildir, dünya üzerinde her ülkede bir çeşit ekonomik eşitsizliğin var olduğunu söylemek de mümkündür. Bu eşitsizlikleri belirlerken Gini katsayısı (Gini endeksi) adında bir hesabı kullanmak mümkündür. Gini endeksine göre 0 tam eşitliği (herkesin gelir seviyesi aynı), 1 ise tam eşitsizliği temsil etmektedir (bir kişi bütün gelire sahipken diğer herkesin hiç geliri yok). Gini katsayısı aynı zamanda servet eşitsizliği hesaplanırken de kullanılmaktadır. Gini endeksine göre en çok eşitsizliğin olduğu ülke 2014’te 0.63 oranla Güney Afrika’dır, Türkiye 2018’te 0.42 orana, ABD ise 2016’de 0.41 orana sahiptir. Bunlara karşılık en düşük Gini katsayısı 2017’de 0.24 ile Slovenya’nındır. Slovenya’yı 2017’de 0.25 ile Çekya takip ediyor. (Dünya Bankası) Tabii ekonomik eşitsizliği hesaplamak için kullanılan tek yöntem Gini katsayısı değildir. En zengin yüzdeler ile en fakir yüzdeleri oranlayan yöntemler, Palma oranı, Hoover endeksi, Galt puanı, değişim katsayısı (coefficient of variation) gibi yöntemler de kullanılabilir. Gini endeksi ile birkaç örnek ülke arasındaki farkı gördük. Ancak Gini katsayısı kendi başına bize çok bir şey ifade etmeyebilir, bu nedenle örneğini gösterdiğimiz bu ülkelerin hepsine bir de en zengin %10’un toplam geliri ve en fakir %10’un toplam gelirini oranlayarak bakalım. Güney Afrika’da en zengin %10’luk kesim toplam gelirin %50.5’ine sahipken en fakir %10’luk kesim gelirin %0.9’una sahip, Güney Afrika’da en zengin %10’luk kesimin gelirlerinin en fakir %10’luk kesimin gelirlerine oranı 56.1 yani en zengin %10 en fakir %10’dan 56.1 kat daha fazla gelire sahip. Bu oran Türkiye’de 14.82, ABD’de 17.94, Slovenya’da 4.98, Çekya’da ise 5.12. Daha somut örnekler ile durumun ciddiyetini daha güzel fark ediyoruz. 2014’te gayrisafi yurtiçi hasılası 350.9 milyar dolar olan Güney Afrika’da, en zengin 5 milyon 455 bin kişinin geliri 177.205 milyar dolarken, en fakir 5 milyon 455 bin kişinin geliri 3.158 milyar dolardı.

            Peki gelirdeki bu eşitsizlik neden kaynaklanıyor? Nasıl oluyor da Güney Afrika’da en fakir %10luk kesime kişi başına 578 dolar düşerken en zengin %10’luk kesime kişi başına 32 bin 484 dolar düşüyor? Temel ekonomik tanımlarla düşünecek olursak cevap basit: Gelir yurtiçi hasılaya eşittir, dolayısıyla fakir kesimin zengin kesimden daha az gelirinin olmasının sebebi fakir kesimin yaptığı üretimin değerinin en zengin kesimin üretiminden katbekat daha düşük olması. Ancak burada karşımıza sormamız gereken başka bir soru çıkıyor: En düşük gelirli kesimin yaptığı üretim ile en yüksek gelirli kesimin yaptığı üretim arasında bu denli bir “değer” farkı var mı? Şunu diyebiliriz: Güney Afrika kesinlikle gelir dağılımı konusunda örnek bir ülke değil. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, OECD ve daha bir çok kuruluşa göre (bir kaç farklı endeks hariç) Güney Afrika dünyada gelir eşitsizliğinin en kötü durumda olduğu ülke. Ancak batı dünyasından bir örnek verecek olursak benzeri durumların ABD için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. ABD, Güney Amerika’dan daha iyi durumda olsa da eşitlik konusunda iyi bir durumda değil. Gelir eşitsizliği 56.1 kat derecesinde olmasa bile 2016’da ABD’de de en fakir %10 kişi başı 9847.36 dolar kazanırken en zengin %10 kişi başı 176670.37 dolar kazanıyor. Karşılaştırmalı bakacak olursak yıllık 176670 doların alım gücünün ve yıllık 9847 doların alım gücünün farkı kesinlikle ciddi seviyelerde. Aynı zamanda bu verileri yıllar boyu inceleyecek olursak da ekonomi içindeki zenginlerin gelir/servet yüzdelerinin arttığını fakirlerin gelir/servet yüzdelerinin ise azaldığını gözlemliyoruz. En fakir %10 geçimlerini zar zor sağlayıp neredeyse hiç tasarruf yapamıyorken, en zengin %10 kolaylıkla geçimlerini sağlayıp artı olarak tasarruf da yapabiliyor. Bu da bizi başka bir konuya getiriyor: Servetin dağılımı.

ABD’deki aile servet dağılımı grafiği: üst yüzdelerin (en zengin kesimin) servetin çok büyük bir kısmına sahip olduğunu ve çoğu kesimden katlarca kez zengin olduklarını gösteriyor.

            Ekonomik eşitsizlik ile ilgili verileri incelerken şöyle bir durum ilgimi çekti: Gelir eşitsizliği ile ilgili verilere ulaşmak kolaydı. Veriler boldu ve detaylı, geçerli açıklamalara sahipti. Dünya Bankası, OECD gibi kuruluşların sitelerinde çeşitli verilere ulaşılabiliyordu. Ancak servet konusunda veriler göreceli olarak daha nadirdi. Bununla beraber asıl dehşet verici verilerle servet dağılımı konusunda karşılaştığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Aşağıdaki haritada mavi ile gösterilen ülkelerin nüfusu dünya nüfusunun %14’ü kadar olup bu ülkeler dünya net servetinin %59.3’üne sahiptirler, kırmızı ile gösterilen ülkeler ise dünya nüfusun %56’sını oluşturup, servetin sadece %9.1’ine sahiptirler. (Credit Suisse) Başka dikkat çeken bir durum ise kırmızı ile gösterilen ülkelerin mavi ile gösterilen ülkelerin en zenginleri tarafından kolonizasyon/sömürgecilik faaliyetlerine maruz kalmış olmaları ya da mavi ülkelerin müdahalelerinin boy göstermiş olduğu iç savaşlar, darbeler ve ayaklanmalar yaşanmış olmasıdır.

Servet Eşitsizliği: Kırmızı ülkelerin Müfusu Mavi ülkelerin 4 katına yakınken Mavi ülkelerin serveti katlarca kez daha fazladır.

Ülkeler arası eşitsizlik neden kaynaklanıyor? Bu soru basit bir soru değil. Bazı ülkeler kalkınmışken, bazıları kalkınıyorken, bazıları nasıl oluyor da çok az kalkınıyorlar veya hiç kalkınamıyorlar? Ekonomistlerin yıllardır araştırdığı bu sorunun matematiksel boyutunu bir kenara koyup yukarıdaki haritanın tarihine bakacak olursak sorularımızın bir kısmına cevap alabiliriz. Afrika, Hint alt-kıtası, Hindiçin, Doğu Hint Adaları ve Filipinler Avrupa ülkeleri tarafından kolonizasyon/sömürgecilik sürecine maruz kalmış ve daha sonrasında da gerilla, kontrgerilla, iç savaş, darbe gibi olay ve faaliyetler (bu durumlar sözü geçen bölgelere ek olarak Latin Amerika’yı da etkilemiştir) bu ülkelerin gelişiminde ciddi bir engel teşkil etmiştir. Özellike Sanayi Devrimi (1760-1840) sırasında mavi ülkelerin kırmızı ülkelerden (birçoğu mavi ülkelerin kolonisi olan) sömürünün de yardımıyla çok daha hızlı oranlarda bir ekonomik büyümeye sahip olduklarını da biliyoruz. Daha sonrasında 1900-1960 yılları arasında sömürge yönetimlerinin sömürge devletlerindeki sert politikalarının yerel halkın ekonomik gelişiminde hatta günlük yaşamlarının gidişatında da kötü sonuçlar doğurduğu tarihin su götürmez bir gerçeğidir. Bu konuda Britanya İmparatorluğu’nun Britanya Hindistanı’ndaki artık mal stoklama ve erzak politikaları sonucunda yaşanan 1943 Bengal Kıtlığı ve Belçika Kralı Kral II. Leopold’un “özel mülkü” olan Kongo Bağımsız Devleti’de yaşanan insani krizler örnek olarak gösterilebilir.

Bengal Kıtlığının kurbanları: Kıtlıkta 2 ila 3 milyon arası insan hayatını yitirmiştir. Kıtlık öncesi ve sırasında Britanya Hindistanı on binlerce ton pirinç ihraç etmiştir.
Kongo Bağımsız Devleti’nde yapılmış insanlık suçlarının biri de kölelerin ellerinin kesilmesiydi. Milyonlarca Kongolu lastik/kauçuk üretiminde korkunç koşullarda çalıştırılıyordu.

            Dünya üzerinde mevcut olan eşitsizliğin bir benzerinin yıllar önce feodal dönemlerde ve daha sonrasındaki mutlak monarşiler döneminde var olduğunu söylemek mümkündür. Feodal dönemde nüfusun çok ufak bir bölümünü oluşturan soylular, din adamları ve krallık hanedanlarının bir ülkedeki toprakların ve gelirin çok büyük bir kısmına sahiptiler. Çoğu durumda %90-%98’ini temsil eden avam kesiminin ise neredeyse hiç arazisi yoktu, en zenginleri ise burjuva ismi verilen ticaretle ve üretimle uğraşan kimselerdi. Günümüzde ise en zengin kesimlerin, bir ülkenin yasalarını belirlemede en etkili olan ve ekonomik politikayı etkileyebilen insanlar olduğunu söylemek çoğu durumda mümkündür; siyasetçiler, lobiciliğin etkili olduğu yerlerde büyük şirketlerin üst düzey yöneticileri, askeri diktatörlükte komutanlar vb. kesimler ülkeler içinde genellikle en yüksek geliri ve serveti olan insanlar arasında yer almaktadır. Bununla beraber dünyadaki en zengin ülkelerin de zamanla değiştiğini de kesinlikle söyleyebiliriz. Angus Maddison ve Paul Bairoch gibi ekonomistler çeşitli yıllardaki ülke gayrisafi yurtiçi hasılalarını karşılaştırdıkları kitaplar yazmışlardır. (sırasıyla Contours of the World Economy ve Economics and World History) Sadece bu ekonomistlerden değil ama aynı zamanda tarih bilgilerinden, günümüz üçüncü dünya ülkelerinin bir kısmının birkaç asır önce Avrupa ülkelerinden çok daha zengin olduğunu biliyoruz. Hindistan, 17 ve 18. yüzyılda Babür Devleti altında Avrupa ülkelerinden çok daha üst düzey bir refah ve zenginlik yaşamıştır. 18. yüzyılın sonlarından itibaren iç sıkıntıların da etkisiyle farklı zamanlarda parça parça İngiliz Doğu Hindistan Ticaret şirketi tarafından işgal edilmiştir. Doğu Hindistan Ticaret şirketi ticaret üzerinde benzeri görülmemiş bir tekel kurmuş ve Hindistan’ı akla gelemeyecek seviyelerde sömürmüştür, bu sömürü sonrası Hindistan eski zenginliğini kaybetmiştir. Benzer bir şekilde 15-16. yüzyılda günümüz İspanyası olan Castile ve Leon taçlarının Amerika kolonizasyonu ve İspanyol conquistadorların Aztek ve İnka İmparatorluklarını fethedişinden önce İnka ve Aztek İmparatorlukları İspanyol karşıtlarından çok daha refah içinde oldukları ancak Avrupa’dan gelen salgın hastalıklar, conquistadorların katliamları gibi etkenlerin ardından İnka ve Aztek İmparatorlukları’nın zenginlikleri yok olmuştur. Bu verdiğim örnekler tarihin farklı zamanlarında farklı bölgelerin zengin olduğuna dair örneklerden sadece birkaçıdır. Tarihte yaşanmış Kolonizasyon, Sanayi Devrimi, Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş gibi olaylar dizileri zenginliğin dünyanın belli bölgelerinden başka bir bölgesine akmasına sebep olmuştur.

            Ekonomik eşitsizlik günümüzde çok farklı düzeylerde var olmaktadır. Irk, cinsiyet, sınıf eşitsizliklerinin çözümleri arasında yapılacak denetim ve düzenlemeler ile sendika gibi kuruluşların çabası mevcuttur. Ancak denetim ve düzenlemeler ile sendika taleplerinin gerçekleşmesi de ülke veya bölgelerde sistematik değişimlere karar veren kesimlerin olacak değişiklikleri kabul etmesine dolaylı ya da doğrudan bağlıdır. Zenginliğe sahip olan kesim aynı zamanda da yasaları yapan kesimse de çıkar çatışmaları çıkacaktır. Bunula beraber ülkeler arası eşitsizliğin çözümü için devletlerarası anlaşmalar olmalı, uluslararası örgütler (örn. Birleşmiş milletler) ve ülkelerüstü birlikler (Avrupa Birliği) bir araya gelerek eşitsizlik için bir çözümler üretmelidirler. Fakat ülkelerarası anlaşmaların kolaylıkla yapılamıyor olması ve uluslararası örgütler ile ülkelerüstü birliklerin karar süreçlerinde aksaklıklar ve yavaşlıklar olması da bu konuda engeller teşkil etmektedir. Her bir fırsatta ülke içindeki bireyler reform ve devrim gibi fırsatları kollayarak yaşama koşullarını ve eşitliliği arttırmak için uğraşmalıdır. Bu durumda da bireylerin eşitsizlik koşullarından bihaber olmaları ya da milli eğitim politikalarının ve öğretilenlerin vatandaşları belirli bir şekilde düşünmeye alıştırmış olması bu yolda engeller teşkil etmektedir.

            Eşitsizlik, haksızlık, baskı gibi konular; sosyal medya dolayısıyla fikir alışverişi, insanların bilgiye erişim kolaylığı gibi sebeplerle günümüzde daha çok bireye daha hızlı bir şekilde ulaşıyor ve bireyler arasında konuşuluyor. Eşitsizliklerle dolu dünyada, elimizdekileri kullanarak değişimi ve ilerlemeyi gerçekleştirmek hepimize düşüyor. Dünyayı daha yaşanabilir bir yer hale getirmek insanların kolektif eforuna bağlıdır. Sistemler daha iyiye izin vermediğinde ise sistemleri yıkmak ve değiştirmek bizim elimizdedir. Oturup daha iyisini beklemek sadece her şeyi daha kötü yapar.

Kaynakça

World Bank Data, https://data.worldbank.org/

IZA World of Labor, https://wol.iza.org/

OECD Data, https://data.oecd.org/

UN Data, https://data.un.org/

Credit Suisse, Global Wealth Report 2019

Mapchart.net, https://mapchart.net/

Leave a Reply