Bilim Kurgu Köşesi 7-3 Perspektiften Solaris

Polonya’lı yazar Stanilaw Lem tarafından 1961 yılında kaleme alınan Solaris Bilim-Kurgu edebiyatının en ses getiren eserlerinden birisi oldu. Öyle ki, hikaye sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden Andrey Tarkovsky’nin dikkati çekti ve 1971 yılında onu sinemanın en ince lisanını kullanarak beyaz perdeye uyarladı. Son olarak da 2002 yılında hikaye Amerikan sinemasının parlak yönetmenlerinden Steven Sodenbergh’in yorumuyla bir kere daha izleyici ile buluştu. Bu 3 yorumun da benzerlikleri ve farklılıkları olmakla birlikte, hepsinde genel bilim-kurgu eserlerinin akışının dışında bir içe yöneliş vardır. Bilim-Kurgu dünyasının o uçsuz bucaksız evrenlerde seyahat ve hiç karşılaşılmamış problemlere cevap arayan senaryolarından farklı olarak Solaris insanın özünde ne olduğunu sorgulayan bir eser. Bu bağlamda okuyucuya bu yazıda diğer bilim-kurgu köşesi yazılarımızdan farklı bir içerik sunacağımızı baştan belirtmek isterim. Bu 3 eseri de ayrı ayrı inceleyeceğim bu yazıya, Sodenbergh’in Solaris yorumu ile başlayalım.

 

 

Solaris (Sodenbergh)

Hikaye Solaris adi verilen bir gezegende varlığını sürdüren canlı bir yaşam formu ile insanın ilişkisini konu alıyor. Plazma seklindeki bir okyanus olan bu canlı insanın daha önce karşılaştığı her varlıktan daha farklı ve belli yeteneklere sahip. Hatıralarımıza ulaşıp onlara yeniden hayat vermeyi başarabilen bir canlıdan bahsediyoruz.

Hatıraları manipüle etmeye muktedir bir varlığın etrafında kendi geçmişiniz ile yüzleşmek… Öyle bir güç ki, unutmaya çalıştığınız kötü hatıraları sizin önünüze serer ve geçmişte yapmış olduğunuz hataları düzeltme vaadiyle sizi kandırır. Aslında hiçbir şeyi düzeltemezsiniz. Sadece neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt edemeyeceğiniz bir noktada kapana kısılırsınız. Sodenberg’in Solaris yorumunda Rheya, tam olarak Chris’in hatıralarında var olduğu şekilde form buldu. Bu yüzden aynı gerçek Rheya gibi intihara kalkışmak zorundaydı. Sebebini tam olarak bilmiyordu fakat bir dürtü olarak bunu yapmak zorunda olduğunun bilincindeydi. Bunun olmasında ki, araç ise hatırlamasıydı. Hatıraları canlandıkça daha fazla Rheya oluyordu. Rheya’nın davranışları ise Chris’in hatıralarına bağlıydı. Filmden bir alıntı olarak Rheya, Chris’e düşüncelerini açmıştı:

“Onun hatıralarından geldim. Sorun da bu. Ben bütün bir insan değilim. Hatıralarında her şeyi kontrol ediyorsun. O yüzden bir şeyi yanlış hatırlarsan, ben devam etmek zorundayım. İntihar ediyorum çünkü böyle hatırlıyorsun. Sesim böyle çıkıyor çünkü sen öyle hatırlıyorsun.”

Gün içinde sıklıkla yaptığınız, her zaman tekrar ettiğiniz bir eylemi düşünün. Artık reflekse dönüşen bu hareketi bir kere daha yaptığınızda onu yaptığınızı hatırlamazsınız. Öyleyse hafızanıza kazınmayan bu eylem yine de hatıra kabul edilebilir mi? Solaris bunları da manipüle edebilir mi? Hatıralar sizin hatırladıklarınız mıdır, yoksa yaşadıklarınız mı? Peki ya yanlış hatırladıklarınız… Belki de hatıraları manipüle eden sadece biziz. Solaris onları bizim hatırladığımız şekliyle karşımıza çıkarıyor. Solaris mükemmel değil. Sadece bizim izin verdiğimiz ölçüde zihnimize ulaşabiliyor. Sodenberg’in Solaris’inden aklımda kalan fikirler bu şekildeydi.

Sodenberg’in Solaris’inin yapı olarak diğer iki yorumdan farkı Dünya ve Solaris arasında geçiş sekansları bulundurması. Bunları bir sanrı olarak beliren Rheya’nın hatıralarını takip ederek öğreniyoruz. Bu anlatım tekniği, Chris’in geçmişine karşı hissettiği vicdan azabını ve sanrı ile olan ilişkisinin nedenlerini anlamamızı sağlıyor.

 

 

Solaris (Tarkosky)

 

Tanımladığımız evrende çok uzak bir gezegene yolculuk ile başlayan fakat aslında insanın kendi iç dünyasıyla yüzleşmesine kapı aralayan bir kurgu Solaris. Karakterin geçmişinde ki vicdani çalkantılarını ete kemiğe bürünerek karşısına çıkaran ve bu deneyim ile bir testten (deneyden) geçiren bir gücün oyunu. Gezegende bir şekilde evrimleşmiş bir canlı varlık ile karşı karşıyayız. Fakat canlı olmasının dışında, kavrayışımızın çok ötesinde bir gelişmişliğe sahip. Öyle ki, onunla konuşamıyoruz çünkü bizim bildiğimiz anlamda bir dile sahip değil. Onunla yazı ile iletişim kuramıyoruz çünkü iletişim kurmak için bir alfabe geliştirmemiş. Biyolojik olarak hayal edebileceğimiz her canlıdan farklı. Gezegenin büyük bir bölümünü kaplayan, plazma formunda bir okyanustan bahsediyoruz. Kendi bilimimizi kullanarak ona ulaşmanın yollarını ararken, o da kendi bilimini kullanarak bize ulaşmaya çalışıyor. Biz ona X-ışınları gönderiyoruz, o ise bize en derin hatıralarımızda biçimlenen sanrılar ile cevap veriyor. Geçmiş ile yüzleşme deneyimi tesadüfi mi yoksa bilinçli mi bilmiyoruz ama yaşadığımız tecrübe gelişen medeniyetimizde aslında insanın en basit ve önemli sorusunu kaçırdığımızı bize hatırlatıyor. İnsan nedir…

Tarkovsky’nin Solaris’i aslında, insan türünü anlamlandırmaya çalışan üst bir varlığın çabaları üzerinden, kendimize bu soruyu sormamızı sağlıyor. Geçmişte hayatını kaybetmiş olan karısı Hari (hikayenin bu varyasyonunda karısının ismi Hari) kanlı canlı karşısında beliriveriyor Chris’in. Peki, uzay istasyonunda aniden beliren Hari, gerçekten Hari mi, yoksa Chris’in hafızasında yer eden bir anının, sanrı olarak vücut bulmuş hali mi? Bu sorunun cevabına sadece bir sanrı diye cevap vermek filmin ilk bölümünde oldukça kolay ama akış içerisinde farklı bir kavram, düşüncelerimizi yeni bir bakış açısıyla yeniden şekillendiriyor. Hari kocasını, aynı ölmüş olan karısı gibi seviyor ve zaman geçtikçe Chris de ona karşı nasıl hissettiğini hatırlamaya başlıyor. Chris’in anıları canlandıkça, Hari daha fazla gerçek oluyor. Evet, Solaris bazı anıları vücuda dönüştürmeye kadir bir varlık ancak onların gerçek olması ancak insanın da bu gerçekliği bütün samimiyetiyle kabul etmesiyle var olabiliyor. O zaman varlık ve yokluk dediğimiz kavramlar biz onlara samimiyetle inandığımız surece belirginleşiyor. Acaba Tarkovsky’nin Solaris yorumu bu perspektifte mi şekilleniyor? Benim filmin son perdesinin ardından kalemime dökülen satırlar bu şekilde oldu. Eğer mesaj gerçekten bu ise benim gerçekliğimde anlatılmak istenen de bu olmalı.

Tarkovsky’nin Solaris’i hikaye akışı yönünden kitaba fazlasıyla bağlı kalıyor. Öyle ki, kitabı okumuş birisi, bir sonraki sekansı tahmin etmekte zorlanmaz. Örnek olarak pilot Burton’ın arşivlerde geçen Solaris tecrübesi, filmde neredeyse kelimesi kelimesine yer almakta. Bununla birlikte Tarkovsky sinema tarihinin yetişmiş en dahi isimlerinden biri ve onun görselleştirmesi yine de izleyiciye farklı bir deneyim sunuyor. Bütün bunların ötesinde, Tarkovsky hikayeye kendi yorumunu sadece bir kere katmış ve bu sekans filmin en sonunda ki kapanış sahnesi olarak karşımıza çıkıyor. Şunu söylemeliyim ki, Stanislaw Lem’in biraz ucu açık olarak bıraktığı son bu kadar çarpıcı doldurulamazdı. Kitabı okumuş olduğum için filmin tamamını bir sonraki sekansı tam olarak tahmin ederek seyrettim fakat bu son sahne öylesine tahmin edilemezdi ki, bir süre kendime gelemedim. Belki de Lem’in boş bıraktığı sonu, Tarkovsky tamamlamıştı. Elbette filmden alacağınız tadı bozmamak için bu sonu bu yazıda açıklamayacağım. Tarkosvsky’nin Solaris yorumunu filmin en etkileyici ve anafikiri açıklayan replik ile bitirelim:

“Hiç kimse bu sorunu çözemeyecek, ne dehalar ne de aptallar! Kozmosu fethetmeye hiç tutkumuz yok. Sadece yeryüzünü Kozmosun sınırlarına genişletmek istedik. Başka bir dünya istediğimiz yok. Yalnızca içinde kendimizi göreceğimiz bir ayna. Bağlantı kurmak için çok çalıştık, ama başarısızlığa mahkum olduk. Korktuğumuz ve aslında gerek duymadığımız bir ereğin peşinde koşmakla komik görünüyoruz. İnsan insana lazım!”

 

 

 

Solaris (Stanislaw Lem)

 

Stanislaw Lem’in eserine geldiğimizde artık konu bir yorum olmaktan çıkıyor. İlk kurgu ve fikirin kaynağına ulaşmış oluyoruz.  Kitapta,

Chris pek çok defa Solaris arşivlerine giriyor ve bu arşivlerden filmlerde öğrenebildiğimizden çok daha fazlasını öğreniyoruz. Okyanusun fizyolojik ve biyolojik kavramlarını öğreniyoruz. İnsanların okyanusun üzerindeki oluşumlara taktıkları Bakışıkça, Öykünce gibi isimleri öğreniyoruz. Tuhaflıklar Solaris’in keşfi ile başlayıp sonu gelmeyecek şekilde büyüyor. Nedir Solaris? Karakterler her daim bu soru ile mücadele ediyorlar. Onu bir yandan bilimsel olarak açıklamaya çalışıp daha başka ne kadar tuhaf yetilere sahip olduğunu araştırırken, bir yandan da amacını anlamaya çalışıp bütün bu sanrıları neden oluşturduğunu kavramaya çalışıyorlar. Plazma formunda ki bir okyanus olan bu canlı gerçekten bilinçli olarak mı onlara geçmişlerinden hatıralar gönderiyor yoksa istemsizce kendiliğinden gelişen bir süreç mi bu? Bu sorular için pek çok teori buluyoruz kitapta. Belki de misafirlerinin varlığından memnun olmayan bir ev sahibi olarak onları kovmaya çalışıyordu. Ya da tanrısal bir merhamet duygusuyla onlara bir armağan vermeye çalışan fakat insan ırkını tanımadığı için mutluluk yerine acı veren bir canlı mı… Yoksa türü anlamak için fareler üzerinde deney yapar misali testlerden mi geçiriyordu insanı… Belki de sadece doğru prizmayı doğru deliğe sokmaya çalışan 3 yaşında ki bir çocuk gibi rastgele denemeler yapıyordu. Kitabı okurken aklınıza bin bir çeşit soru ve hepsi için başka bir teori geliyor. İşin kötüsü hiçbiri de akla uygun gözükmüyor. Tam bir bilinmezle uğraşırken bir yandan da geçmişleriyle yüzleşiyor karakterler. Bir yandan Solaris’i anlamaya çalışırken, bir yandan da kendi varoluşsal problemlerine çözüm arıyorlar. “Geometrik bir senfoni gibi tasarlanmıştı her şey, ama onu işitecek kulak yoktu bizde.” (s.141)

 

 

 

Kaynak:

  • Solaris-İletişim yayınları-Çeviren, Mehmet Aközer

Görsel Kaynaklar:

  • http://www.mattluedke.com/book-review-solaris-by-stanislaw-lem/
  • http://internationalfilmstudies.blogspot.com/2014/10/solaris-soviet-union-andrei-tarkovsky.html
  • http://sensesofcinema.com/2013/feature-articles/the-ideal-candidate-solaris-as-philosophical-riddle-box/
  • https://tr.pinterest.com/pin/80431543322573832/
  • http://mauiwatch.com/2017/09/looking-back-solaris-2002/

Leave a Reply