Paris EISTI Üniversite’si Rektörü Nesim Fintz Röportajı

Paris’in önemli üniversitelerinden EISTI’nin (Ecole Internationale des Sciences du Traitement de L’Information) rektörü, Nesim Fintz ile yaptığımız röportajı sizlere sunuyorum. Fransız eğitim sisteminden, bilimde felsefenin önemine; Galatasaray Lisesi yıllarından, Paris’de yaşama kadar pek çok konu üzerine sohbet ettik. Bizim için çok keyifli bir tecrübe oldu. Nesim hocaya Gazetebilkent ailesi olarak keyifli sohbeti ve tavsiyelerinden dolayı çok teşekkür ediyoruz. Tecrübeleri bizim için aydınlatıcı ve ilham vericiydi.

Not: Yaptığımız röportajı sesli olarak da paylaştım. Sesli olarak dinlemek isteyenler, aşağıda paylaştığım link’den dinleyebilir veya indirip daha sonra da dinleyebilir.

1. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Başlangıç olarak kendinizi tanıtır mısınız?

Tanıtalım. 5 Kasım 1950’de, İstanbul’da doğdum. Bir ablam var. Galatasaray Lisesi’ne Eylül 1956’da yatılı olarak girdim. Dikkat edilecek nokta daha henüz 6 yaşımda değilken yatılı oldum. Yatılılık gerçekten zor bir şey fakat bu Galatasaray gibi bir okulda olduğu zaman daha kolaylaşıyor. Ancak bunu birazcık açmak istiyorum. Bizim 4 oğlumuz var. Anneleri kızdığı zaman bunlara, “Sizi yatılı yollayacağım.” derdi.  Onlar da “Benim babam burada olduğu sürece bizi yatılı yollayamazsın.” derlerdi. Çünkü hakikaten çocukken yatılılık, 15 yaşından sonraki yatılılığa benzemez. 15 yaşından sonra işin dalgasındasınız, işin güzel taraflarındasınız. Yok efendim nasıl kaçılır, nasıl girilir oralardasınız ama ayıptır söylemesi uçkurunu çözmeyi bilmeyen bir çocuğun yatılı gitmesi biraz zor.

2. Belli bir yaştan sonra keyifli hale geliyor yani.

Çok keyifli hale geliyor. Yani, lise sınıflarında, 10., 11., 12. sınıflarda, tabii ki keyifli oluyor. 12. sınıfta zaten yatılı mefhumu yok, yatılılık yerine otel mefhumu var. Çıkıyorsun, geziyorsun, dolaşıyorsun ondan sonra gelip yatıyorsun. Kaçta geldiğin, kaçta çıktığın belli olmaz ama bu sadece Galatasaray’a mahsus.

De Gaulle bursu ile Paris’e geldim.

3. Paris’e ne zaman geldiniz hocam?

Paris’e, onu da tarih ile verelim, 2 Kasım 1969’da geldim. Burada okumam aslında imkansızdı. Çünkü pek de zengin bir ailenin çocuğu değildim. Babamın beni buraya yollaması imkansızdı. Benim buraya gelip okumam düşünülemezdi. Fakat Kasım 1968’de, General de Gaulle, Türkiye’ye bir ziyaret yapıyor. Bu ziyaret kapsamında, Galatasaray Lisesi’ne geliyor ve buranın birincilerine burs vereceğini söylüyor. De Gaulle bursu denilen şeyler. O zamanlar -tabii sonradan bozulduk da- iyi talebe olduğumuz için, burslu olarak okumak için buraya geldik.


Diplomayı verdiğimiz gün, diplomayı alan çocuk kürsüye çıkar, “ben falanca yerde, şu kadar maaş ile çalışıyorum.” der ve yüzde yüz meslek sahibidir. İş arayan herkes işini bulur daha diplomasını almadan.

4. Biraz da EISTI Üniversitesinden bahseder misiniz? Eğitim sistemi nedir? Dili İngilizce mi, Fransızca mı? Buna ek olarak Fransız eğitim sisteminden bahseder misiniz?

Tabii ki. Fransız yüksek öğretim sisteminde 2 tane yol vardır. Bu yollardan bir tanesi üniversitedir. Öbürü de Grand Ecole denilen, yüksek okuldur. Yalnız Türkiye’deki dostlarıma söylemek istiyorum. Türkiye’de Yüksek Okul, Üniversite’nin altındadır; Fransada’da Yüksek okul, Üniversite’nin üstündedir. Nedenine gelelim. Üniversiteye gitmek için Bakalorya ’nın olması yeterli. Yani Türkiye’deki gibi bir müsabaka yok. Her isteyen yaptığı Bakalorya ’ya göre istediği üniversiteye yazılabiliyor. Tabii bunlar seçmeli üniversite olmadıkları sürece. Üniversite sistemi de Avrupa’nın Bolonya sistemine uyan bir sistemdir. 3 senelik bir lisans programının ardından Lisans diploması alınır. Ondan sonra 2 sene Master okunur. Ondan sonra da 3 sene tez yaparsınız ve doktor olursunuz. Yani biz ona 3, 5, 8 diyoruz. Şimdi Üniversite’ye girişin imtihansız olduğunu söyledim ancak burada sadece Lisansı sınavsız yapıyorsunuz. Ondan sonra bir Master’a yazılabilmeniz için, o Master’ın istediği şartları barındırmanız lazım. Yani eğer Lisans’da ki performansınız istenilen düzeyde değilse, sınıfınızı geçmiş olsanız dahi, sizi Master’a kabul etmek zorunda değil. Yani Master seçici olarak öğrenci kabul ediyor. Aynı yüksek okullarda olduğu gibi. Şimdi Fransa’da ki, yüksek okullara gelirsek, buralara girebilmek için iki yol var. Bunlardan bir tanesi, Bakaloryadan sonra bir müsabakaya girersiniz ve gireceğiniz okulda 2 sene hazırlık yaparsınız. İkincisi ise, 2 sene bir Lise’de yüksek matematik okursunuz. Bu 2 seneyi bitirdikten sonra bir müsabakaya girersiniz. Örnek olarak bizim mühendislik-1 programımız için hemen hemen 15.000 kişilik bir müsabakaya girerler. 5 tane müsabaka vardır, bunlardan bir tanesi de bizimkidir. Bizim müsabakanın en enteresan özelliği, en zoru olmamakla birlikte en fazla talebin olduğu müsabakadır. Yoğun talebin sebebi de, 34 tane yüksek mühendislik okulu girer bu kapsama. Onlardan 1 tanesini kazanırsın veya kazanamazsın. Şu da önemli ki, daha yazılıda biz yüzde 50’sini ekarte ederiz. Yani bu okula hazırlık sınıfından sonra girebilmek için Fransa’nın en iyi yüzde 40-45’inde olman lazım. Özetle bu yolla girilir, Bakalorya ile girilir, bir üçüncü yol olarak da yatay geçiş ile girilir. Yatay geçişler nelerdir? İlk olarak üniversitede Lisans-1 ve Lisans-2’yi okursun, ondan sonra bir müsabakaya girersin. Lisan 1-2’yi okumak haliyle, hazırlık sınıflarını okumaktan daha kolaydır. Yani öğrenci, Lisans diplomasını aldıktan sonra, bizde mühendislik okulu 1. sınıfa girebilir. Bizim mühendislik okulunun 1. Sınıfı, Lisans’ın son senesine karşılık gelir. Bir başka giriş yolu da şudur ki, yabancı üniversitelerde 4 senelik eğitimi bitiren talebe, Master-1’e girebilir. Yani Bilkent’den mezun olan bir öğrenci başarılı olduğu sürece, burada Master 1. sınıfa girebilir. Şimdi biraz daha bizim okula gelelim. Fransa’da Yüksek Mühendis diploması en çok aranan diplomadır. Bizde diploma Kasım’ın ikinci veya üçüncü cumartesisi dağıtılır. Diplomayı verdiğimiz gün, diplomayı alan çocuk kürsüye çıkar, “ben falanca yerde, şu kadar maaş ile çalışıyorum.” der ve yüzde yüz meslek sahibidir. İş arayan herkes işini bulur daha diplomasını almadan. Bizim en çok gurur duyduğumuz şey de budur. Bizim okulda, yüksek mühendislik diplomasından başka 3 tane de master diploması var. Bunlardan bir tanesi Quantitative Finance, bir tanesi Big Data, bir tanesi de Actuarial Sciences. Bu 3 diploma, sadece Master verir. Yüksek mühendislik diploması vermez. Türkiye ile bir farka daha değinmek istiyorum. Burada mühendis yoktur. Sadece yüksek mühendis olabilirsiniz. Yani burada Master’ı olmayan birisi mühendis olarak kabul edilmez.

5. Fransız eğitim sistemini detaylıca anlattınız. Peki, şunu merak ediyorum. Bu sistem geçmişten beri oturmuş köklü bir sistem mi, yoksa hükümetten hükümete değişen bir sistem mi?

Fransız yüksek eğitim sistemi, Napoleon’dan beri böyledir. Napoleon, Politeknik’i kurmuştur. Napoleon’dan beri böyledir. Çok kendini bilmez bazı kişiler, yüksek okulları kaldıralım, bunlar kast, bunlar şudur budur diye konuşsalar da; bakanların, yüksek seviyede ki bürokratların, bu okullardan çıkmış olmaları garantidir ve bu sistem 200 yıla dayanan bir sistemdir. Çalışıyor ve işliyor. Önemli bir örnek olarak şunu söyleyeceğim. Şangay klasmanı diye bir klasman var. Şangay’a gittiğin zaman, bu yüksek okullar ufak birimlerdir. Bu ufak birimlerden bir şey bekleyemezsin. Haliyle, Fransız hükümeti bundan 3 yıl önce, ben dedi, ekselans yapacak bazı üniversiteler kurmak istiyorum ve bu üniversiteleri kurmak için bazı üniversitelerin birleşmesini istedi. Yani ses getirebilecek büyük üniversiteler kurulmasını istedi ve hasbelkader biz, bu müsabakaya girdik. Bu müsabakanın jürisi uluslararasıydı. Jüri dünya çapında çeşitli üniversitelerin başkanlarıydı. Uluslararası bir jüriydi çünkü Fransız hükümeti “parayı biz vereceğiz ama seçimi biz yapmayacağız.” demişlerdi. Biz bu müsabakayı kazandık. Müsabakayı kazandık ne demek? 3 tane birim girdik biz bu işe. Biri, ESSEC denen bir işletme okulu, dünyada Management Science’da 3 numara sanırım. İkinci olarak Universite de Cergy-Pontoise dediğimiz üniversite. Üçüncü de bizdik. Biz üçümüz buraya girdik ve şöyle anlatayım. Bizim bu sene birinci sınıfa, yani mühendislik-1’e, 380 kişi girdi. Gelecek sene, birleşmenin ardından gelecek öğrenci sayısı 550 olacak. Ondan sonra 800’e çıkacağız. Ondan sonra da 1000’e çıkacağız. 800 dediğin zaman, sayı olarak en büyük yüksek mühendislik okulunu kurmuş oluruz ve biz birleşerek bunu yapmak istiyoruz. Birleşerek yapacağız.


Vakıf üniversitelerinin yapacağı şey birleşmektir, bölünmek değil.

6. Türkiye ile kıyaslarsak, bizim eksilerimiz artılarımız nedir? Durum çok mu trajik?

Şimdi benim üzüldüğüm nokta şu. Türkiye’de bazı üniversiteleri de küçültmeye çalışıyorlar. Bölmeye çalışıyorlar. Bence bu tamamen tarihe karşı gelmektir. Bunun başarısı olmaz. Kim bana ne isterse anlatsın. Bunun başarısı olmaz. Tecrübe ile sabit. Enteresandır, hiçbir vakıf üniversitesi bu oyuna gelmez. Devlet üniversitelerinde olur, vakıf üniversitelerinde olmaz böyle bir şey. Vakıf üniversitelerinin yapacağı şey birleşmektir, bölünmek değil. Ben burada vakıf üniversiteleri başkanıydım. Bu başkanlığım esnasında, “Yüksek okulların birleşmesinde yarar vardır.” dedim. Tabii birine bir nasihat verdiğin zaman, o nasihati daha fazla kendin kullanman lazım. Bunu göz önüne alarak, okulumuz gelecek seneden itibaren vakıf üniversitesinden, devlet üniversitesi haline geliyor. Bu birleşim içinde devlet üniversitesi olacağız. Ne olacak, 50 tane öğretim görevlisi alan yer 500 tane alabilecek. 19 tane doktora talebesi varken, 200’e çıkacak. Bunlar tabii büyük farklar.


 Hiç kimse bir başkasının felsefesinin yanlış olduğunu ispat edemez.

7. Biraz konuyu değiştireceğim. Siz bir Matematikçisiniz ve aynı zamanda felsefe çalışmaları da yapmaktasınız. Bilim çalışan bir insan için felsefe okumak neden önemlidir?

Antik Yunan’ın, Lise dedikleri eğitim merkezinde bir tabela vardır. “Geometriyi bilmeyen buraya girmesin.” Benim düşünceme göre, eğitim yapan bir insanın her şeyden önce hümanist olması lazım. Eğer bir hoca hümanist değilse, bilgisi ne olursa olsun, yarım kalan bir bilgidir. Felsefenin iyi olan bir tarafını söyleyeyim. Bilimde teori ne olursa olsun, yeni bir teori eskisini öldürür. Bir ilerleme vardır. Felsefede bu yok. Hiç kimse bir başkasının felsefesinin yanlış olduğunu ispat edemez. Hala biz, Spinoza okuyoruz. Spinoza’yı bırak Aristo okuyoruz, Platon okuyoruz, Sokrates okuyoruz. Yani demek oluyor ki, bütün bu akımları okuyoruz. Bütün bu akımların modası geçmemiş demektir. Bu çok güzel bir şey. Böylece insanların bakış açıları genişliyor. İnsanın hiçbir zaman bir tek fikre saplanmasını doğru bulmuyorum. Her kitap, okuyan kişi ile kitap olur. Aynı kitabı sen ve ben okuruz, benim anladığım kitap ile senin anladığın farklıdır. Demek ki, kitap ölü bir dava değildir. Kitap yaşayan bir şeydir.

8. Bu yüzden tartışmak önemlidir, değil mi?

Tartışmak her şeyin başıdır. Yalnız tartışmak ne demektir, tartışmak hiçbir zaman kimsenin fikirlerini hadi canım sende, diyerek atarak olmaz. Tabii karşındaki adam, eğer doktriner ise, fikrinden hiç sapmak istemiyorsa, eğer bir adama dünyanın yuvarlak olduğunu ispat ettiğin halde, hayır yassıdır diyorsa, o adamla münakaşaya girilmez. Bizim okulun temel değerler bildirisi var. Burada 4 tane temel değer var. Bunlardan bir tanesi etik, öbürü yardımlaşma, diğeri açık görüşlülük, sonuncusu da profesyonellik. Bunlar insanlara bir yaşam ilkesi vermek için tasarlanmıştır. Tabii ki bu ilkeleri öğrencilere zorlamayız ama gönlümüzden geçen bu ilkeler ile yaşamalarıdır.


Biz Galatasaray’da, kimin zengin kimin fakir olduğunu bilmezdik.

9. Paris’de, Galatasaray Lisesi mezunları olarak beraber yaptığınız çalışmalar var mı?

Galatasaray’ın burada bir derneği var. Bu derneğin adı Amicale de Galatasaray. Biz bu derneği yaklaşık 30 sene önce kurduk ve kurucu üyelerinden bir tanesiyim. Bunun yanında iki dönem Amicale de Galatasaray’ın başkanlığını yaptım. Bu dönemlerin bir tanesinde de, Galatasaray’ın temel değerlerini yazdık. Bu sene de Galatasaray Lisesi’nin kuruluşunun 150. yıl dönümünü kutluyoruz. Bu kutlamalar kapsamında, sayın Türkiye büyükelçisi, 20 Eylül’de senatoda bir toplantı yapacağını söyledi. 150-200 kişilik bir insan topluluğunu davet etmişler. Onlara Galatasaray’ın ne olduğunu anlatacağız. Tabii Galatasaray, dünyada ender görülen liselerden bir tanesidir. Çünkü Galatasaray’ın, 10-15 tane farklı amicale’i vardır. Bu yüzden Galatasaraylılar birbirlerine yardım ederler, Galatasaraylılar büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi gösterirler. Bunun sebebi de gayet basittir. Biz Galatasaray’da, kimin zengin kimin fakir olduğunu bilmezdik. Bizim aramızda bakan çocuğu da vardı, çiftçi çocuğu da vardı, bizim gibi ufak esnaf çocuğu da vardı. Peki, Galatasaray’dan kötü adam çıkmaz mı, tabii ki çıkar. Her aileden kötü adam çıkabileceği gibi Galatasaray’dan da çıkar. Fakat genele baktığın zaman, bir yaşam tarzı verir Galatasaray.


Suyu olmayan, elektriği olmayan yerde bile, dünyanın en fakir insanının da, mutlu olabileceğine inanıyorum.

10. Türkiye’de merak edilen bir konu var. Paris’te yaşamak desek, nasıl anlatırsınız?

Ben sana bir hikaye anlatayım. O vakit anlayacaksın. Adamın biri, şehrin kapısından girerken bilge bir insana sormuş. “Bu şehrin insanları nasıldır?” demiş. Karşısında ki cevap vermiş, “Senin geldiğin yerde insanlar nasıldır?”. “Hiç sorma Allah’ın belasıydılar.” diye cevap vermiş. “Burada da aynısı.” demiş. Sonra başka bir yolcu gelip aynı soruyu sormuş. Yolcu “Benim geldiğim yerde insanların hepsi iyidir.” demiş. Bilge adam “Burada da aynısı.” demiş. Yani sen ne verirsen, onu alırsın. Bizim anlayışımızda muhabbet bir ayna gibidir. Karşındaki sevgiyi görürsün, o da seninkini görür. Tek taraflı muhabbet olmaz. Onun için eğer sen muhabbetli bir insansan, Fransa’da da muhabbeti bulursun, başka yerde de bulursun. Bu çoğunlukla, bireysel bir konudur. Bireysel olmayan yönüne gelirsek, akarsuyun var mı, elektriğin çalışıyor mu, ekmek bulabiliyor musun… Bunlar bireysel olmaz ama suyu olmayan, elektriği olmayan yerde bile, dünyanın en fakir insanının da, mutlu olabileceğine inanıyorum. Çünkü elindekinin yeterli olduğunu düşündüğünde mutlu olursun. Mesela şöhret! Ne kadar şöhret istiyorsun? Türkiye’de mi tanınmak istiyorsun, Avrupa’da mı tanınmak istiyorsun… Para! Ne kadar para istiyorsun? Milyon mu istiyorsun, milyar mı istiyorsun… Bunların sonu yoktur. Elimdeki benim için yeterli diyorsan, dünyanın en mutlu insanı olursun.        

Not: Röportajda zaman zaman hocamızın kapsının çalınmasıyla kesintiler oldu. Merak edenler için not düşelim. Ayrıca dosyanın boyutu büyük olduğu için 2 bölüm olarak yayımladım. Keyifli dinlemeler.

Leave a Reply