Bir ülkenin okuryazarlık oranını yüzde yedi yüz artırmak, dil devrimi yapmak, bir dildeki tüm matematik terimlerinin o dildeki karşılıklarını türetmek…
Her liderin gerçekleştirebileceği şeyler olmamasının yanında, aynı zamanda her liderin gerçekleştirilmesi gerekliliğinin farkına varamayacağı şeyler bunlar.
Bu yazıda Atatürk’ün bilim ve teknoloji hakkındaki bazı sözlerinden yola çıkarak kendisinin bilim ve teknolojiye verdiği önemden bahsedeceğim ve yüzyıllardır eğitimsiz bırakılmış bir halkın nasıl bilim ve bilgi ışığıyla aydınlatılmaya çalışıldığını göreceğiz birlikte.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk halkını örgütlemiş, Kahraman Türk Ordusu’nu en iyi şekilde komuta edip ülkesine bağımsızlığı kazandırmış ulu önder, bakın hangi tür ordunun yadsınamaz öneminden bahsediyor:
Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.
Meydanlarda kazanılan bağımsızlığın geliştirilecek bilim ve teknoloji ile taçlandırılması gereğini belirten Atatürk bu konuda yalnız değil. Stalin, 2 Şubat 1931’deki “Ekonomik İdarecilerin Görevleri” konuşmasında benzer şekilde ”Bizler gelişmiş ülkelerin 50 ya da 100 yıl gerisindeyiz ve bunu 5 yıl içinde düzeltmeliyiz. Ya bunu yaparız ya da bizi yok ederler.” cümlelerini sarf ediyor. Devlet politikası haline gelen sanayileşme ve bilimsel ilerleme prensipleriyle sayısız ambargolara rağmen SSCB’nin dünyanın süper güçlerinden birisi haline geldiği aşikardır.
Mustafa Kemal Atatürk, bilim ve teknolojinin dışa bağımlılığa karşı önemli bir çözüm olduğunu görmüş ve bu sebeple bilim ve teknolojiye fazlasıyla önem vermiştir.
İlim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve izlemek şarttır.
Mustafa Kemal bu sözü ile arzuladığı çağdaş toplumun temel prensibini, bilim ve teknolojinin yakından takip edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
“Bu millet ve memleket ilme ve irfana çok muhtaç; eğitim ve öğretim görmek için, ilim ve fen almak için Avrupa’ya Amerika’ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz. Çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek ise boşuna yorulmak terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.”
Bu sözü ile Mustafa Kemal, bilimsel ve akademik anlamda ülkenin acilen gelişmesi gerektiğini belirtmiş, akabinde ise başarılı Türk öğrenciler devlet bursları ile Avrupa ve Amerika’ya gönderilmiştir. Daha sonra bu öğrenciler Türkiye’ye öğretim görevlisi olarak dönerek aldıkları üst düzey eğitim ve eğitim kültürünü Türk gençlerine aşılamayı hedeflemişlerdir.
Diğer bir gerçek ise var olmayan Osmanlı sanayisinin ülkede yarattığı dışa bağımlılığın, Atatürk önderliğinde dönemin hükumetinin uygulamaları ile, imkanlar dahilinde devlet eliyle açılan fabrikalar ile canlandırılması ve istihdam sağlanmasıdır. Bu sayede Türkiye toprakları yıllardan sonra dışa bağımlılığa karşı üretken faaliyetler içine girmiştir.
Sanayinin geliştirilmesi ve dışa bağımlılığın azaltılması gereklilikleri dışında bilimin hakim kılınmasının Atatürk için başka bir önemi de vardır: Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek.
Atatürk için bilim sadece bir uğraş dalı değil; aynı zamanda açık fikirli, bağnaz düşüncelerden uzak bir gençlik yetiştirmenin de anahtarıydı. Bu inancını da aşağıdaki sözlerinden anlayabiliriz:
Dünya’da her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir.