İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel yanı bilgiyi aktarabilmesidir. Diğer canlıların bilgiye sahip olup olmadıkları yahut varsa bu bilgilerini ne düzeyde aktarabildikleri ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, bilgiye sahiplik ve bilgiyi aktarabilmekle doğaya hükümran olmuş, teknolojide büyük gelişmeler kat etmiş yegâne türün insan olduğu aşikardır. İnsana odaklanıldığında ise hayatının birinci derecede ilerleticisinin epistemolojik veriler olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bilinir ki insan merak ederek ilerler ve bu merakını epistemolojik verilerin herhangi biriyle doyurur. İşte bu veriler, en yaygın kabulle inanç, sanı ve bilgi olarak tasniflenebilir. Bu sınıflandırmaya rağmen, bazı verilerin tek bir sınıfla açıklanamayacağı, bir karma halinde bulunduğu kesindir. Mesela, din bilgisi inançtan türetilen bir bilgiyken; teknik bilgi, sanıların pratik karşılık vererek bilgiye dönüşmesidir. Bu tartışmalar başka yazılara mevzu edilerek asıl sual sorulacak olursa şudur ki: bilgi türleri arasında en güvenilir bilgi neden –fikrimizce- bilimsel bilgidir?
Bu hususta en başta söylenecek şey, bilimsel bilgi test edilebilirdir. Yani, kişiye aktarılan bilgi, kullanılan metotlar, analiz yöntemleri, deney şekilleri tekrarlanarak aktarılan kişi tarafından da elde edilebilir. Hem de doğanın sunmuş olduğu intizam ilkesi gereğinde zamana ve mekâna –belli ölçülerde- bağlı kalmaksızın aynı değerde ölçülebilir. Burada kişiye düşen sadece büyük bir çaba harcayıp bu süreci tecrübe etme zahmetidir. Bu özellik bilimsel bilgiyi eşsiz kılmaktadır. Yani, bilimsel bilgi kişiye bağlı, öznel değil, objenin durumuna bağlı nesne, objektiftir.
İkinci özellik, bilimsel bilgi dogmatik değildir: Dogmatik olmaması kolayca eleştirilmesine, karşı çıkılarak itiraz edilebilmesine, yanlışlanabilmesine ve böylece gelişebilmesine sebep olur. Bu durumun kaynaklandığı en büyük sebep, bilimsel bilginin kişiye bir inanç ya da daha doğru tabirle iman dayatmamasıdır. Bilimin bir nevi alçakgönüllülükle yaptığı bu eleştiriye açıklık ona tevazuu arttıran en önemli amillerden biridir.
İkinci ile özellikle fazlaca bağlantılı üçüncü maddeyse, bilimsel bilginin ifade dili olarak temele insan aklının saf ürünü olan mantığı koyması ve ondan türettiği matematik üzerinden tümdengelimsel ve tümevarımsal izahlarda bulunmasıdır. Bu durum, bilim terminolojisini bilen her kişiye anlama kolaylığı sağladığı gibi deneysel dünyayı teorik zeminden geliştirme imkanıyla bilimsel bilgi çift onay sistemine tâbî hale getirir. Hem soyut hesaplamalarda hem de somut deneylerde tasdiklenen bilgi, güveni en çok hak eden bilgidir.
Yanlışlanabilmesi, bazı çevrelere bilimsel bilgiye güveni sorgulatmaktadır. Açılacak olursa, bugün doğru olarak güvenilen bir teori aslında yanlış olabilir, hatta yanlışlandıktan sonra başka bir bakış açısıyla tekrar doğru kabul edilebilir. Bu durumun en tipik örneği abiyogenezdir. Gerçekten de Aristo dönemi doğa felsefesi şartlarında öne sürülen bu teori, klasik dönemde büyük bir istihzayla yerini biyogeneze bırakmıştı. O kadar ki papaz Needham’ın inancına rağmen yaptığı deneylere güvenerek tekrar abiyogenezi savunması onu büyük bir alay konusu haline getirdi. Lakin, önce Darwin’in büyük kuramı, sonra da bu kuramın ihtiyaç duyabileceği bir abiyogenez, Miller deneyleriyle tekrar gündeme geldi. Bugün bilim dünyasında kabul gören teori abiyogenezdir fakat bundan sonrası hakkında bilim felsefesine hâkim biri kesin konuşmaktan kaçınır.
Bu örnekle mücessemleşmiş sorgulamanın altında yatan asıl sebebin bilgiden ne beklendiği sorusuna verilen cevaplardaki farklılıklardır. Bilimsel yöntemin kullandığı epistemolojik yaklaşım kritik rasyonalizmken, mistikler doğadaki kanunlar açısından çoğunlukla katı akılcı bir tutum sergilemektedir. Kritik rasyonalizmde ise mutlak gerçeklik yoktur, ulaşılamaz, ulaşılsa bile ulaşıldığı anlaşılmaz. Bu sebeple, sürekli eleştirmek, yenilemek, değiştirmek asla ulaşamayacağımız hakikate bir adım daha atmak manasına gelmektedir. Katı akılcılar ise Tanrı’nın değişmez/mutlak yasasının peşinde oldukları için elde ettikleri her düzen benzeri teoriyi nas gibi sahiplenme eğilimindedirler. Bu durumda, dini otoritenin tasvip ettiği evren tasavvuru görüşünü eleştirmek adeta bir vahyi eleştirmek konumuna yükseltilir. Aynı durumu, mekanik materyalistler ve pozitivistler için de söylemek mümkündür. Yani, bilimsel bilgi zaten mutlak doğruya ulaşma amacında değil, daha doğruya bir adım daha yaklaşma gayretindedir. Bu yaklaşım, onu diğer tüm mistik, mutlakçı yaklaşımlardan daha güvenilir hale getirir.
Bilimsel bilgi, test edilebilir olmak, eleştirilebilir ve yanlışlanabilir olmak, temel mantık kuralları ve mantıktan türemiş sembolik sistemlere dayanmak bakımından en güvenilir bilgi olmayı hak etmektedir. En güvenilir olması, evren tasavvurunun, inanç sistemlerinin, her türlü ideolojinin manivelası, eleştirilerde kullanılan esas kaynak olmasını gerektirir. Bu yolla bilimin tüm deli gömleklerini yırttığı çağlara erişilecektir.