2008-2009 krizi, gün geçtikçe artan bir hızla küreselleşen dünyamızda kritik bir olay olarak bundan altı yıl önce başladı. Üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen oluşum ve gelişim aşamalarıyla ve beraberinde getirdiği dönüşümlerle çok konuşuldu, konuşulmaya da devam ediyor.

Peki bu krizi böylesine kritik yapan nedir? Öncelikle, 2008 krizi iktisat tarihinde çok sık karşılaşabileceğimiz türden bir kriz değildir. Finansal bir kriz olarak ABD’de başlayan fakat finansal piyasalarla sınırlı kalmayıp reel ekonomiye sıçrayan ve daha sonra tüm dünyaya yayılarak globalleşen bu kriz, üzerinden altı yıl geçmesine rağmen günümüzde de etkilerini sürdürmektedir. Yansılamalarının birçok alanda gözlemlenmesi mümkün olmakla birlikte söz konusu kriz; oluşumu, gelişim aşamaları ve aynı zamanda ülkelerin ayrı ayrı uyguladıkları politikalarla tartışılagelmektedir.

Bu derece öneme sahip olan 2008 krizini, iki yazıdan oluşan bir yazı dizisi şeklinde ele almayı planladım. Bu yazıda, krizin çıkışına ve gelişim aşamalarına, ardından Türkiye’nin kriz yıllarındaki durumuna kısa bir şekilde yer vereceğim. Bu yazının devamı niteliğinde olacak diğer yazıda ise küresel kriz sonrası iyileşme süreci politikalarından ve krizle birlikte değişen dünyadan ve ekonomik sistemden bahsedeceğim.

Krizin ortaya çıkışı ve yayılışı oldukça dikkat çekicidir ve ekonomik sistemi oluşturan her bir birey bu krizin ortaya çıkış ve oluşum sürecinde rol oynamaktadır. Bu nedenle, krizin hangi koşullarda, nasıl doğduğunu ve gelişimini bilmek krizin değerlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. 2008 ekonomik krizi, daha önce de bahsettiğimiz üzere finans temelli bir krizdir. Krizin çıkış noktası Amerika Birleşik Devletleri’dir ve buradaki bankaların yanlış kredi uygulamaları, özellikle konut piyasasındaki kredilerin geri dönmesinde yaşanan sıkıntılar krizin başlıca çıkış nedenidir. Olayların bu duruma gelmesinin altında yatan sebep ise Amerikan finans piyasasının hızlı bir şekilde büyümesine katkıda bulunan türev piyasalarının yeterince denetlenmemesidir. Bu piyasalarda bankaların sahip olduğu mortgage kredilerinden oluşturulan ve riski devretmeye yarayan türev araçlarının değeri konutların değerinin çok üzerine çıkmıştır. Bunun sebebi ise türev ürünlerinin piyasada çok hızlı bir şekilde el değiştirmiş olmasıdır. Bir süre sonra bankalar, konut kredilerini çok kolay bir şekilde dağıtmaya başlamıştır. Kolay kredi ise krediye olan talebi arttırmış ve bu da ipotek altındaki konut fiyatlarının yükselmesiyle sonuçlanmıştır. Dağıtılan kredilerin ödeme zamanı geldiğinde, ödeyecek gücü olmayan kişilerin verilen mortgage kredilerini ödeyemeyeceği anlaşılmıştır. Kriz öncesinde türev ürünlerini en çok elinde bulunduran bankalardan birisi olan Lehman-Brothers batma tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Bu durum, Amerikan hükümetinden ve FED’den destek alamayan Lehman-Brothers’ın alacaklıları olan bütün bankalar için de riskli bir durum oluşturmuştur. Bu durumdan haberdar olan ve risk altındaki bankalardan alacakları olan kişiler bir an önce paralarını çekmek istemişler ve bunun sonucunda ilgili bankalar zor duruma düşmüşlerdir. (Krizin çıkışı hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için linkteki kısa canlandırmayı (İngilizce) izleyebilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=bx_LWm6_6tA&feature=youtu.be )

Krizin kaynağı böyledir, peki daha sonra bu durum nasıl oldu da bütün dünyayı yıllarca etkisi altına alacak küresel bir krize dönüştü? Avrupa’dan başlayacak olursak, risk taşıyan türev ürünleri sadece Amerikan piyasalarında satılmıyordu; bu türev ürünlerine sahip Avrupa bankalarının varlığı, krizin Avrupa’ya sıçramasına neden olmuştur. Aynı şekilde sermaye hareketlerinin serbestliği sebebiyle bu türden finansal ürünleri dünyanın bütün piyasalarında görmek mümkündü ve kriz böylece bütün dünyaya yayılmış oldu. Bu durumda, üzerinde durulması gereken nokta, bir ülkenin finans sisteminde çıkan bir krizin, likidite krizine dönüşmesi sonucu reel sektöre sıçrayarak dünya ekonomisine bu derecede etkilemesinin altında yatan sebeptir. En başlıca sebep, küresel kapitalizm süreci ve bu sistem üzerine kurulan dünya ekonomisidir. Finans piyasalarında yaşanan liberalleşme sonucu birçok ülkenin hükümeti, finansal faaliyetleri kendi ülkelerine çekmek amacıyla bankacılık-finans sistemi üzerindeki denetimleri azaltmıştır. Bütün dünya ve özellikle gelişmekte olan ekonomiler bu sebepten dolayı ağır bir ekonomik kriz yaşamıştır. Ayrıca bu kriz sonrasında, bir ülkenin ekonomisinin küresel ekonomiye ve uluslararası ticarete ne denli bağımlı olduğu anlaşılmıştır.

Kriz yıllarında Türkiye’nin durumundan kısaca bahsedecek olursak, 2008 yılında %0,7 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi, krizin etkilerinin yoğun bir şekilde hissettirdiği 2009 yılında %4,7 oranında küçülmüştür. 2010 yılı, kriz sonrası uygulanan politikalarla krizin etkilerinin aşıldığı bir yıl olmuştur. Krizi diğer ülkelere kıyasla daha kolay atlatabilmemizin başlıca sebebi, ülkemizde bankacılık-finans sisteminin kriz öncesi dönemde çok sıkı bir şekilde denetleniyor olmasıdır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun 2000 yılından itibaren süren varlığı, uygulanan politikaların hızlı bir şekilde sonuç vermesine katkı sağlamış ve krizin olumsuz etkilerinin daha çabuk bir şekilde atlatılmasında öncü bir rol oynamıştır.

Kriz hakkındaki bu yazı dizisine, kriz sonrası dönemdeki olgulardan bahsederek devam etmek niyetindeyim. Krizin aşılma sürecinde dünyada ve Türkiye’de uygulanan belli başlı politikalardan bahsederek, çok da kısa sayılmayacak hatta etkinliği günümüzde dahi tartışılan iyileşme sürecinin değerlendirmelerine yer vereceğim. Ayrıca bir sonraki yazımızda, krizin genel anlamda toplumların ekonomik ve sosyal durumlarına etkilerinden bahsederek bu krizden ne gibi çıkarımlar yapılabileceğinin üstünde duracağız.

 

Fotoğraflar

http://imgfinans.milliyet.com.tr/i/haber/f_lehman1_119311351218.jpg

http://www.rededemocratica.org/index.php?option=com_k2&view=item&id=836:debate-aborda-a-crise-capitalista-e-a-luta-por-uma-alternativa

http://www.lankatruth.com/home/images/stories/demo/finance/global-economic-crisis.gif

Leave a Reply