Yıllar yılı düşürülen enflasyon son açıklamalarla beraber gösterdi ki 2003’ten bu yana en yüksek seviyeye geldi. Enflasyonun yükselmesi demek fiyatların yükselmesi demektir ve bu durum da faizlerin artacağının habercisidir. Öte yandan ekonomideki gidişat ciddi bir şekilde tansiyonunun düşmesi gerektiğini bize söylerken buna paralel siyasetçilerin piyasaya ya da Merkez Bankasına müdahaleci bir retorik içine girmemeliler. Hatırlayınız geçen hafta Cumhurbaşkanının yatırımını sermayesini yurtdışına çıkaranlar hainlik yapmaktadır sözü sonrası dolar bir anda yükseldi.
Çünkü önceki yazılarımda da belirttiğim gibi piyasa kaosu, tansiyonu, çatışmayı, agresyonu sevmez ve böyle bir ortamda hemen kaçmayı meyleder.
Kaldı ki Türkiye ekonomisi parite, faiz, portföy yatırımları bazında kırılgan bir yapıya sahiptir. Ne vakit Cumhurbaşkanı sözlerine açıklık getirdi, piyasalar da kısmen de olsa dengelendi. Zira piyasa ekonomisindeysek şüphesiz serbestiyi barındırmalı yani girişe de çıkışa da müdahale yapılmamalıdır.
Yapısal reformların arkası kesildi, ekonomiye duyulan bir güvensizlik var ve dış politikada yıllardan bu yana yapılan hataların ve iç politikada yapılan şokların ceremesini ekonomik gelişimde ve bütçe açığında görmekteyiz. Son yıllarda görmekteyiz ki hane halkının yaşamı pahalılaşmakta, satın alma gücü ve harcama lüksü de zamlarla birlikte azalmaktadır ve tüketici davranışı korumacı bir şekilde tecelli etmektedir. Bu da zaten resesyonun var olmasının bir yansımasıdır. İşte tam bu nokta da Güven Sak’ın da ifade ettiği gibi ekonomi ve politikada kurumlara ve yönetime, yürütülen politikalara güven yegane mefhumdur. Güvenin azlığı güvenilirliği de doğrudan zedeleyeceği gibi kurumsal olarak yozlaşmalara sebebiyet verir bu da toplumsal fay hatlarının kırılmasını da beraberinde getirir. Zaten ekonomik resesyon periyotlarında toplumsal sözleşme zayıflar ve çatışmalar artar.
Kısacası güven kavramı enflasyon oranını da güvenlik konseptini de güvenilirliği de ekonomi ve politik çerçevede etkiler.
Dolar,altın, Euro, faiz hemen hemen her gün artmaktadır ki bu noktada felaket tellallığı yapmayın iyiye gidiyoruz diyenler çıkacaktır. Son verilere de değineceğim fakat aşikar olan bir şey var o da benzin, mazot fiyatlarının hayli yüksek olduğudur. Hadi onu geçtim, dolar bu kadar artmışken psikolojik sınırlarda dolanırken hala nasıl iyimser olunabiliyor anlamıyorum. Hatırlamakta fayda var. Gezi olayları sonrası dolar TL karşısında belirgin bir şekilde değerlenmeye başlamıştı. O sıralar dönemin Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı ise yıl sonunda doları 1.92’de tutacağız dediğinde büyük eleştiri almıştı çünkü toplumun çoğunluğu ve piyasa böyle bir meblaaya hazır değildi ve kabullenilmiyordu. Şu an 2013’ün yıl sonu final dediğimiz değerin neredeyse iki katı değersizleşmiş durumdayız. Hala mı romantik rüyadan uyanamamaktayız? Enflasyon, dolar paritesi ve faiz oranları artığı zaman şirketler yatırım riski alacaklar, nasıl kolay ve vadesi uzun zamana yayılmış bir şekilde borçlanacaklar dahası kobiler nasıl desteklenecek doğrusu irdelenmesi gerek. Devam edecek olursak, Hükümet yetkilileri sebzeden, hububattan dolayı enflasyonun arttığını söylemekte ve bu durumun dönemsel olduğunu, yeni yıldan itibaren düşme eğiliminde olacağını belirtmekteler. Yalnız belirtmekte fayda var; ithalat oranlarımız ihracattan fazla ve ithalattaki artış ihracattan fazla bir artıştadır. Dolayısıyla cari açığımız atmakta. Demek istediğim enflasyonun ana sebebi şahsi kanaatimce cari açığımızdır ki ithalat ve ihracat nosyonları siyasi ve diplomatik ilişkilerle fevkalade ilişkidir. Örnek verecek olursak en çok ihracat yaptığımız beş ülke ABD, Almanya, İngiltere, İtayla ve Irak.
Özellikle dört ülke ile ilişkilerimiz bilindiği gibi dengeli değil. Ayrıca ithalatta enerji çok önemli bir yere sahiptir. Geçen yılın 11 ayına oranla ödememiz 9 milyar dolar arttı.Enerji faturasının büyümesi Rusya’ya ithalat ödemelerinin artmasına yol açıyor. Rusya’ya ithalat ödenmesi 11 ayda 13.8 milyar dolardan 17.6 milyar dolara yükseldi. Cari açık büyümesi dövize el edişin göstergesidir. Üretimin için ithalat yüksek büyüme olduğu zaman enflasyonun artan ivmeyle seyir halinde olması yani yüksek büyüme hedef alınınca enflasyon artışı da kaçınılmaz olabiliyor. İthalatın ihracattan fazla olması demek büyümemizin riskli bir şekilde ilerlemesinin ve kötü yönde büyümemizin göstergesidir çünkü hali hazırda tarım ve sanayideki dinamiklerimiz ithal girdilere daha fazla bağımlı hale gelmektedir. Üretim fonksiyonumuz ve kapasitemiz de gitgide düşmektedir ki büyükbaş hayvan ithalimiz ne kadar üretim konusunda vahim duruma düştüğümüzü de göstermektedir. Velhasıl bunlar düzeltilmediği, üretimimiz artmadığı sürece cari açığımız bitmeyecektir. Gelirlerin fiyattan daha hızlı artığı beşeri, mali, fiziki verimlilik olduğu sürece refaha ulaşacak ve İsveç gibi ülkelerde olduğu gibi refahın, fazlalığın(surplus) enflasyonu olacaktır. Verimlikten bahsedeceksek tasarruf kavramı da devreye girer. Bu bağlamda sizlere ilginç gelebilecek şahsi fikrim, ulusal paranın kıymetini bilmediğimiz için başka paralar karşısında bu kadar değersiz olmaktadır.
Tam bu noktada, meseleye başka bir yönden bakmak suretiyle, ABD’li ünlü ekonomist Steve Hanke, Türkiye’nin altın endeksli para birimine geçmesi gerektiğini savundu. TL doğası gereği zayıf ve 2008’den bu yana sürekli değer kaybettiğine dikkat çekerek (ulusal para ekonomiye etki metmemekle ve bu yüzden ekonomi dövizin dalgalanmasından fazlasıyla etkilenmekte) bankalardaki toplam mevduatlar %70 oranında döviz hesabı bulundurması TL’nin değersizliğini ve halkın TL’ye olan güvensizliğini gösterdiğini savunmuştur.
Küresel ekonomi sisteminde altın hala para sistemi için önemli rol oynamaktadır.
Öte yandan Nobel ödüllü Robert Mundell altının 21.yy’da para sisteminin önemli bir parçası olacak sözlerini hatırlatarak savlarını desteklemiştir. Bu kadar oynak ve doğası gereği zayıf bir para birimine sahip hiçbir ülke bu güne kadar Uluslarası düzlemde belirgin bir güce sahip olamamıştır. Bu yüzden başka bir devlet tarafından basılmayan, kontrol edilmeyen altına geçilmesi lazımdır diye makalesini sonlandırmaktadır.
% 11 büyüme verilerini de değerlendirecek olursak aşağı yukarı tutumum bellidir: Öncelikle bu açıklama, Sovyetler dönemi hatta Doğu Blok’u ülkelerinin iç politikada fevkalade efektif olan ‘hala iyi hala güçlüyüz, en hızlı yükseleniz’ tarzı mobilize edici davranışları hatırlatır nitelikte. İthalat-ihracat rakamları, cari açık, enflasyon ortada, temel ihtiyaçların bile dışardan alınması ortada, işsizlik oranları %11 ile çok büyük bir oranda, demografik olarak otomatik olarak yüzde üç büyümemiz var ama üretime katılan rakam kaç kişidir? işte bu sorgulanmamakta, üretim toplumu olmayı ne yazık ki başaramamışız, milyarlarca dolar teröre, Suriye meselesine harcanıp buharlaşmış vaziyette. Topluma hane halkına yansıyan net bir durum yok; beş yıl önceki fiyatlarla şu anki fiyatları şimdi karşılaştıralım amiyane tabirle bir uçurum var. Ama her şeye rağmen nasıl oluyor da bu rakamlar çıkıyor anlamakta güçlük çekmekteyim. İnsanların niçin geliri artmamaktadır? Niçin refah bu kadar azalmış durumdadır.
Kaldı ki %11’lik büyümeye yatırımın katkısı 3.6, özel tüketimin %7 geri kalan da kamu tüketimi. Özel tüketimin bu kadar artması çok riskli ki gelirler artmamışken tüketimin nasıl arttığı doğrusu bende soru işareti.
Kaldı ki vergi ve zamların ne kadar arttığı ortada. Israrla vurgulamaktayım, ithalat ve ihracat rakamları tarımda ve sanayide üretimin ithal girdiye (access) bağımlılığının ciddi boyutlarda olduğunu ortaya koyuyor. Dış ticaret rakamları da benzer şekilde üretimde ithalat bağımlılığının arttığını gösteriyor. Döviz fiyatlarındaki yükselmeler de yerli girdi payının azaldığını gösteriyor. Bu da ekonomimizin piyasanın dolarize olduğunu bir kez daha göstermektedir. Resesyon böyle devam ederse, geçmişten beridir toplumda var olan polarizasyon(kutuplaşma) istikrarın uzun boyutlarda sağlanamayacağına işaret eder. O bakımdan Steve Hanke’nin kaale alınması gerektiği inancındayım.
Unutulmamalıdır ki büyüme geçmişe ait bir olgudur, beklenti ise yarına ait bir olgudur. İçinde buludupumuz koşullar ve sonuçlar riskleri barındırdığı gibi geleceğe dönük iç açıcı sonuçlar da vermemektedir. Bu da ne yazık ki bizim gelecek zamanlardaki refahımızı daha şimdiden tükettiğimiz anlamına gelmektedir. Buna karşın, kamuoyuna muhtelif zamanlarda farklı farklı sonuçlar yansıtılmaktadır. Birisine bakınca her şey yolunda diyorum diğerine baktığımda karamsar bir tablo görüyorum. O yüzden başlıkta da dediğim gibi “biz şimdi neyiz?”. Üretim için ithalattan çıkıp fazlalık sonucu ihracat formülüne ulaşabileceğimiz günlere ulaşmamız temennisiyle.
KAYNAKÇA
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201712041031258241-yildirim-kasim-enflasyon-yuksek-geldi/