Herkesin bildiği gibi bu senenin şampiyonu Beşiktaş oldu. Benim de Beşiktaşlı olmam nedeniyle ekonomi-spor odaklı bir yazı dizisi hazırlamak istedim. Dört senedir sıkıntılarla boğuşan ayrıca uzun zaman statsız oynayan bunlardan ayrı olarak Galatasaray ve Fenerbahçede’deki gibi tecrübeli, yıldız oyuncular noktasında geride olmasına rağmen şampiyon olan bir takımdan bahsediyoruz. Özellikle futbol kalitesinin düşüklüğü, hakem hatalarının takımlarda yol açtığı buhranlar, insanların futbol düzenine, federasyona duyduğu güvensizlik üstüne bunun şirket hisselerine yansıması insanlarda çok farklı bir şekilde görülüyor. Bu algı, futbolun sadece futbol olmamasının bir göstergesidir yani futbol sahanın dışına çıkıyor ve doğudan ekonomiyle ilişkileniyor. Meseleyi biraz daha irdelersek, futbolun sahada oynanmasına rağmen masa başında kazanıldığı, sonuçlara doğrudan müdahalelerin olma ihtimalinin olduğu, spekülatörler sayesinde muazzam paraların dönüp pastadan hep büyüklerin aldığı kanaatine varırız. İşte bu ve daha fazlası endüstriyel futbol konseptine bizleri götürür.
Endüstriyel futbol, 1990’lı yıllardan itibaren başlamıştır. Başlangıç noktasını Avrupa Şampiyonlar liginin ve İngiltere premier liginin sistematik hale gelmesine bağlarız(1). Endüstrileşme temelini daha öncesine statları yenileme gelirleri artırma politikasına yönelme olarak atmıştır. Müteakiben formaların her sene değişmesi, lisanslı ürünlerin üretilip fiyatlandırılması, reklamasyon- sponsorluk faaliyetleri, yayın hakları geliri -burada Beşiktaş’ın şampiyon olmasına rağmen Fenerbahçe’nin daha çok pay aldığı gerçeğini unutmayalım- bağımlılık teorisindeki gibi zengin ve güçlü olanlar daha da gelişiyor güçsüz olanlar daha da dibe vuruyor.Konuyla direkt ilgisi olan Şenol Güneş’in şu sözleri gerçekten kıymetlidir:”eskiden açlar futbol oynardı zenginler seyrederdi; şimdilerde ise zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.” Buna şöyle bir eklemenin yapılması gerektiğine inanıyorum. Şu an futbolu zenginler yani futboldan ve sporcunun emeği üzerinden oynatıyor, fakirler ise inanmakla yetiniyor. Örnek verecek olursak, sanılanın aksine Türk futbolunun temelini Anadolu takımları oluşturmaktadır. Lakin görünürde değillerdir çünkü ne havuz gelirlerinden kayda değer pay alabilmekteler, ne de iyi reklam alabilmekteler. Halbuki Almanya’dan gelen Türk oyuncuların haricinde az da olsa çıkan kaliteli, yıldız oyuncular ilk olarak Anadolu takımlarından çıkmaktadır. Ne yazık ki reklamı yapılmayana değer verilmiyor ve göz ardı ediliyor haliyle de futbolda bile büyük eşitsizlikler ortaya çıkıyor. Su götürmez bir gerçektir ki serbest piyasa ekonomisinde reklam alamayan reklamını yapamaz.
Futbol camiasında dudak uçuklatan rakamların dönmesinin açtığı bazı durumlar vardır. İlki futbolun artık futbol olmaması durumudur. Daha açık bir ifadeyle, borsa ve benzeri ticari ilişkiler hem kulübün asli unsurlarından sıyrılmasına yol açıyor hem de taraftarın çıkar ilişkisiyle futbolla ilgilendiğini görüyoruz. Buna karşın piyasanın hamlesi ise her ürünü reklamasyona yorup taraftarı tüketme noktasında manipülasyona uğratması. Bu evrede taraftar aynı zamanda müşteri haline gelmiştir yani takımın anlaştığı bankadan uygun kredi kartını, anlaştığı benzinlikten bardağını, GSM operatöründen ise uygun sim kartını alıyor. Bir de bakmışsınız ki aslında kulüp markası sizi satın almış. Bana sorarsanız paradan bile para kazanmayı amaçlayan endüstriyel kapitalizmin futbola yansımasıyla taraftarlar sermaye olursa hiç şaşırmayın! İkinci unsura bakacak olursak bir çok eşyasını takımına uygun alan, her şeyi takıma göre ayarlayıp her sene takım gibi kendisi de yenilenen insan tipleri ortaya çıktı. Bu tip yoğun duygular besleyen insanların kendilerini etiketlediklerini söylesek yanlış olmaz çünkü işin içinde içselleştirmeden bağımsız kendini bilinçsizce özdeşleştirme var özellikle işe siyaset ve siyasetçiler bulaştı mı işte o zaman kutuplaşmanın olmayacağının kimse garantisini veremez. Reklamlar ve sponsorlukların iç içe olup hayatımızın her yerine girdiğini görmekteyiz. Bu durum da insanların faydacı hislerle ve gönülden bağlılıkla hasıl olan desteğini bir kenara bırakıp gerçeğe odaklandığımızda birey-kulüp arasında adeta biat kültürü oluşmaktadır. Bu durum belli bir zaman sonrasında bağımlılık kültürü ve nihayetinde tüketim çılgınlığı ortaya çıkar.
Endüstriyel futbolun belki de en önemli fonksiyonu, halihazırda var kabul edilen ezeli rekabetin farklı lanse edilip şiddete yol açmasıdır. Nedeni ise serbest piyasa ekonomisinin futbola yansıması ve ilginç bir şekilde şiddet ve sosyal elemeye yönelik bir yaşam tarzı insanlara empoze ediyor. Denilebilir ki vahsi kapitalizm futbol örtüsü ve estetiği ile kendisini gizliyor gizlenmese de kendisini uygun gösterip yine ve yeniden insanları kendine çekiyor. Hal böyle olunca futbol da büyüdükçe büyüyor. Boniface’e göre futbol küreselleşmenin son evresidir ve evrensel imparatorluktur der.(Boniface, 2007:10-11) Lakin itirazım şudur ki küreselleşmenin tam olarak ne zman olduğu ve nerde başladığı bilinemeyeceği gibi ilerde ne olacağı ve nerde sonlanacağı da bilinemez. Bonifacei’e şunu söyleyerek katkıda bulunabilirim: ” en özgürlükçü ama en büyük emperyal-küresel imparatorluk futboldur çünkü en başta barışcıldır ve birlik- beraberlik açısından öenmli birleştirici unsurlardandır. Üstüne bir de oyun eğlence yerine futbol ve taraftarlık eklenince tam bir organik birliktelik ortaya çıkmaktadır. Futbol çarkının kendini devam ettirebilmesi için karlılığın ve ilgi çekiciliğin olması lazım. Buna karşın kalitenin korunması için futbola gönül vermiş kişilerin uygun davranmayı herkesin yapıyor olması lazım. Bu sayede katılımcı bir imparatorluk ortaya çıkacaktır
1.https://www.tribundergi.com/haber/endustriyel-futbol
2.Boniface, P.(2007). Futbol ve küreselleşme (çev.:İsmail Yerguz). İstanbul: NTV.