İnsanın Meta ile Eşdeğer Tutulduğu Ticari Diktatörlükler ve Ülkenin Parti(lerle) Eşdeğer Tutulduğu Siyasi Şirketler

Evet, başlık biraz ters gelmiş olabilir ilk okuyuşta… Ancak üzerine biraz düşünüldüğünde ve yazımın devamı okunduğunda “içler acısı kargaşa” başlıktaki kargaşa için açıklayıcı olacaktır diye düşünüyorum. Yazımın hiçbir siyası amaç içermediğini ve spesifik olarak hiçbir ulusal veya küresel siyasi parti veya organizasyonu hedef almadığını belirtmek isterim. Neticede bize siyasi olarak lanse edilen her karar, uygulama ve anlaşma, esasında politik manevralardan ve kimi zaman politik hamlelerden ibaret: aktörlerin birbirlerini samimi olmamakla suçlamaları bile… Aynı şekilde, yazımda bahsetmediğim, etik ve insani değerlere bağlı, çağdaş ve yenilikçi yurt içi ve yurt dışı birçok şirket bulunmakla birlikte yaptığım değerlendirmeler ve vardığım sonuçlar bu şirketleri kapsamamaktadır.

Yazılarımın bir nebze karamsarlaştığını düşünebilirsiniz.. Ben bu konuda şöyle düşünüyorum; mükemmeliyet üzerine kurulu idealler silsilesine o kadar çok kapıldık, bu uğurda kendimizi o kadar çok adadık ve “hedefe giden yolda” o kadar çok “şeyi” göz ardı ettik ki, bizi yavaşlatan, önümüze ket vuran ve “işimize yaramayan” her şeye yok muamelesi yapmaya başladık. Yani sistemde vakit kaybetmeden ilerleme fikri, sistemde üst pozisyonlar edinmek için uygun stratejileri belirledi çoğu zaman. Bu kimileri için materyalizm, kimileri için kaçışı olmayan bir gereklilik, satılmışlık, saygıdeğer bir misyonerlik veya idealizm, ve hatta kimileri için Tanrıya başkaldırış olarak görülmüştür[1]. Ancak ne olarak görülürse görülsün ve ne için yapılırsa yapılsın, insanın çılgınca odaklandığı veya kendini adadığı –somut veya soyut fark etmeksizin- her sisteme dışarıdan bakamaması gibi, bu adanmışlık yaklaşımı da insanın yarattığı veya içinde bulunduğu sistemleri objektif olarak değerlendirememesine ve aynı zamanda bu sistemlere eleştirel bakamadığı için onların eksikliklerini ve –çoğu zaman- bayağılıklarını görememesine neden olmaktadır. Varmak istediğim nokta şu; iyi pozisyonlar edinmenin yolunun adanmışlıktan geçtiği fikrine karşı çıkmıyorum; ancak iyi pozisyonlara gelmenin bir diğer yolu, sistemin eksikliklerini fark etmek ve bunları gidermek veya sistemi iyileştirmek. Bunu yapabilmenin tek yolu da bu adanmışlığa -misyonerlik, idealizm veya materyalizm, her ne uğruna yapılıyor olursa olsun, yine aynı amaçla- bir dur deyip ve geriye bakıp neler yapıldığının değerlendirilmesi.. Durmadan önündeki kiremitleri dizen bir usta, ördüğü duvarın düz olup olmadığını asla anlayamaz ve iş bittiğinde satabileceği kalitede bir ev olmadığını fark ettiğinde artık çok geç olacaktır. Misyonerlik veya idealizm gerçekten sisteme adanmışlıktan geçiyorsa, o sistemi idealize etmenin yolu vizyonerlikten geçiyor, ve bir bakış açısına sahip olmadan vizyoner olunamayacağını anlamamız gerekiyor…

Bir önceki yazımda olduğu gibi, bu yazımda da benzerliklerden yola çıkıyorum. Bu basit gibi gelebilir; ancak okumayı bırakıp şöyle bir düşündüğünüzde aslında hayatta vizyon sahibi ve başarılı olmanın çoğu zaman benzerlikleri ve farklılıkları fark edebilmekten geçtiğini görebilirsiniz. Staj projenizin ilgi alanlarınıza hitap ettiğini görebilmek motivasyonunuzun katlanacağı bir alanda kariyerinizi şekillendirmenize ve başarıya ulaşmanıza ön ayak olabilir. Bir kaza veya afet grafiğinin istatiksel bir dağılıma benzediğini görebilmek bir sigorta şirketinin kazancını katlayabilir (istatistik hocam matematiksel problemlerin çözümünün çoğu zaman bir şeyleri evirip çevirip yine bir şeylere benzetebilmekle mümkün olduğunu söylerdi). Sosyal Bilimler’de öğrencilere tarihten örnekler verilerek analiz etmeleri yorumlamaları istenir, bu analiz ve yorumlamaları güncel olaylara uyarlayabilmek ve bu olaylarla geçmiştekiler arasında bağlantılar kurabilmek kanımca en büyük araçları olacaktır, neticede “Tarih tekerrürden ibarettir”. Aynı şekilde, izlediğiniz -özellikle korku filmlerinin veya fantastik filmlerin- kendi aralarında aslında birbirine ne kadar benzediğini düşünün. Bilinçaltına hitap eden ve onu harekete geçiren ve etkileyiciliği yıllar içinde kanıtlanmış senaryo biçimleri çeşitli varyasyonlarda taklit edilerek ısıtılıp sinemaseverlere sunulmaktadır ve bu senaryo biçimleri de mitlerden bir hayli beslenmiştir. Her şey bir tarafa, biyoloji biliminin köklü teorisi evrim, Charles Darwin’in benzer canlıların farklılıklarının kaynağını keşfetmesiyle temel bulmuştur[2].

İnsanın Meta ile Eşdeğer Tutulduğu Ticari Diktatörlükler

Gelelim şirketler ve ülkeler arasındaki benzerliklere.. Biliyorsunuz dünyada birçok iktidar katı politikalar izledikleri gerekçesiyle eleştiriliyor ve hatta diktatör olmakla itham ediliyor. Ben öncelikle bu tartışmayı başka bir temele taşımak ve hükümetlerle bağdaştırılmış diktatörlüğün, sistemin başka alanlarında da hayat bulabildiğini göstermek istiyorum. Diktatörlük günümüzde aslen, politikalarını, halkın -veya önemli bir bölümünün- yaşam tarzını göz ardı ederek ve ortaya çıkan mağduriyetleri önemsemeyerek, gerekli denetim mekanizmaları pasif kılarak, tahrip ederek veya kaldırarak, kararlarını hiçbir muhatap, denetleyici ve danışman[3] kurum ve kişi tanımaksızın istisnasız olarak dikte ettiği iddia edilen hükümetler için kullanılıyor. Bu ülke yöneticileri seçimle gelmiş her hükümet gibi gücünü -her ne amaçla ve her nasıl kullanıyorsa kullansın- halktan aldığını ifade ediyor. Şimdi sıra ticari diktatörlüklerde… Buradaki diktatörler, gücünü kazandığı seçimlerden değil bu ticari müesseseye bizzat sahip olmaktan ve vatandaşlarına ödediği maaşlardan alır. Tıpkı siyasi diktatörler gibi mutlak karar vericidirler, bu kararların sorgulanması mümkün değildir ve etik ve insani yasalara uygun olup olmaması bir yana denetçisi de yoktur. Vatandaşlarının bir bölümünün veya tamamının kararlardan dolayı mağdur olması diktatör için bir şey ifade etmez. Bu durumda, bir ülke vatandaşlarının o ülkeyi terk etmesi gibi, o çalışanların o şirketi terk etmesi gerekir. Ancak şunu söyleyebilirim ki, ticari diktatörlükten kaçış siyasi diktatörlükten kaçıştan çok daha zordur. Yer değiştirmenin sıkıntıları bir tarafa alternatif oldukça azdır. Para kazanma hırsı, çalışanlara gösterilen meta muamelesi ve etik değerlerden yoksunluk hemen hemen her “modern” müesseseyi pençeleri arasına almıştır. Bu şirketlerde diktatörün yani yöneticinin her sözü dogmatik bir yasadır ve doğruluğu ve mantıksal veya reel geçerliliği sorgulanmadan itaat edilmesi gerekir, aksi yönde olsa dahi. Çalışanlar, yaptıkları işler ve kazandırdıkları para dışında bir şey ifade etmez diktatörler için. Ancak, tıpkı siyasi diktatörlükte olduğu gibi otoritenin devamlılığı söz konusu olduğunda, çalışanın şirkete getirisi dahi bir anlam ifade etmez. Örnek olarak, çoğu çalışanın aksine çalıştığı saatleri verimli bir şekilde geçiren ve 3-4 saat fazla mesai yapan bir çalışan dahi çalışma saatlerine itaat etmediği takdirde otoritenin güvenliği açısından risk olarak görülür, itaat için iş açısından hiçbir gereklilik olmasa dahi. Bu tip şirketlerde, diktatörün çalışanlara ekonomik gelir dışında hiçbir bağlılığı olmadığı gibi çalışanların da diktatöre ekonomik gelir dışında hiçbir bağlılığı kalmamıştır. Otorite onun, diktatörlüğün gereği olarak, belirli bir saat fiziki olarak şirkette bulunmasını zorunlu kılmaktadır; ancak ekonomik menfaat üzerine kurulu “iş ahlakına” göre onun yaklaşık 3 saat çalışması yeterli olmaktadır. Bu saatler dışında da -yaklaşık 5 saat- çalışanın otoriteye bağlılığını göstermesi için şirkette bulunması gerekir. Bu vakit online alışveriş gibi bireysel ve birtakım diğer toplu -işle alakası olmayan- aktivitelerle tüketilir. Para endeksli iş disiplini üretkenliği minimuma indirmiştir, ancak bu ticari diktatörün vizyonunun ötesindedir ve otorite güvende olduğu sürece halinden memnundur. Siyasi diktatörlerin ekonomi, yönetim ve yaşam tarzında birçok şeyi olduğundan farklı göstermeye çalışması gibi, ticari diktatörler de şirketlerini daha özgürlükçü ve çekici göstermeye çabalar. Uzaktan çalışma imkanı bu asılsız vaatlerden sadece biridir, bahsettiğim tanıma uyan bu şirketlerde çalışanlar her sabah girerken ve mesai bitiminde kartlarını okuturlar ve “şirkette bulunma saatleri” periyodik olarak kayıt altında tutulur…

Ülkenin Parti(lerle) Eşdeğer Tutulduğu Siyasi Şirketler

Daha çok işçi meslek gruplarının çalıştığı, klasik tanımıyla meta üretimine dayalı kapitalist şirketlerde ticari diktatörlüğün yanında ekonomi ve verimlilik gibi pragmatist değerler ön plana çıkmaktadır. Sosyal, özgürlükçü ve adalete dayalı değerler “markanın yararı” göz önünde bulundurularak arka plana itilmektedir. Sayılar, saniyeler ve para, yöneticiden işçiye kadar “şirket metalarının ruhuna(!)” işlemiştir. Bir işçi veya onun hakları milyar dolarlık şirket hisseleri göz önünde bulundurulduğunda hiçbir şeydir. Partilerin ülkelerle eşdeğer tutulduğu yönetimlerde de durum çok benzerdir. Bir vatandaşın iyi hali milyonlarcası göz önünde bulundurulduğunda “ülkenin yararı” bahane gösterilerek arka plana itilir. Vatandaş bir yatırımın ete kemiğe bürünmüş halidir, ülkenin bir metasıdır. Örneğin, bir insanın yaşama hakkının elinden alınması durumunda (bu bir meta yani yatırım kaybıdır ve aynı zamanda gelecek için üretim kaybına yol açacaktır), yasalar cezaları, olası başka kayıpların önüne geçme ve cezaya tabi tutulan insanın bu süre içerisinde üretime sağlayamayacağı katkı arasında kar-zarar dengesi kurarak belirler. Bu istatistiklere dayalı ve detaylandırılabilir bir iktisat problemidir. Aynı zamanda genişletilebilir de bir problemdir; suç işleyen kişinin başka suçlar işlemesi, ülkedeki güven ortamını zedeler. Ülkedeki güven ortamının zedelenmesi, insanları daha kapalı bir hayat yaşamaya iter ve mutluluk düzeylerinin düşmesine yol açar. Bu, göçlerin yanında, insanların üretkenliğini düşürür ve detay vermek gerekirse antidepresan ilaçların maliyetine kadar genişler bu iktisadi problem ve problem nereden kurulmaya başlanırsa da başlansın ülkenin her metası dahil edilebilir. Bir diğer değişle, bu tip ülkelerde, bize karmaşık görünen bütün kamu kurumları, politikalar, halk ve daha birçoğu (yani bütün modern metalar), aralarındaki limitsiz etkileşime rağmen bir ağ gibi görülebilir ve ağın bir noktasından başlayarak bütün metalara ulaşabilirsiniz. Bu ağı, tıpkı kapitalist şirketlerde olduğu gibi kar-zarar dengesine dayanan, kusursuz kararlar vermek üzere mükemmelleşmiş bir beyin gibi düşünebiliriz. Ve son soru: neden ülkelerin partilerle eşdeğer tutulduğu yönetimler şirketleşir? Bu tip bir yönetim, ilk bakışta ne olduğu anlaşılamayan bir tür kum çuvalı gibidir, incecik o çuvalda (ülke) bir delik açsanız hemen kum (parti) dökülmeye başlar, o an çuvalın yalnızca bir ambalaj olduğunu anlarsınız. Yani, devlet partiyle eşdeğer hale gelmiştir, parti artık iktidarının devamlılığı için devletin politikalarını siyasileştirir. Ve bu noktada, halka ait olması gereken devletin, bir zümreye ait hale gelmesiyle artık o ülkenin, zümrenin patronluğu altında bir şirkete dönüştüğünü söyleyebiliriz, ve halkın da “modern metalara”…

DİPNOTLAR

[1] Erich Scheurmann’ın “Göğü Delen Adam” adlı kitabı bunun örneklerini taşır;

Tuiavii: Binlercesi (modern/beyaz insanlardan bahsediyor) geceler boyu, sabırsızca oturup, “nasıl ederiz de Tanrı’yı bir kez daha yenebiliriz” diye kafa patlatır.

[2] Charles Darwin Galapagos Adaları’nda yaptığı gözlemler sonucunda ispinozların gagalarının, bulundukları ekolojik ortamlarda beslenmelerini sağlayabilmelerini sağlayacak biçimde olduğunu fark etmiştir. Örneğin, kayalıklar arasındaki böceklerle beslenen ispinozların gagası ince iken, bitkilerin çekirdekleriyle beslenen ispinozların gagaları çekirdekleri kırabilmelerini kolaylaştıracak şekilde kısa ve kalındır. Darwin, bu gözlemlerinden yola çıkarak ispinozların ortak atadan geldiğini; ancak, spesifik ada koşullarında beslenebilecek gaga yapısına sahip olanların hayatta kaldığını düşünmüştür. Darwin’in başka türleri de kapsayacak şekilde adalarda yaptığı gözlemler ve vardığı sonuçlar evrim teorisinin temellerini oluşturmuştur.

[3] Siyasi diktatörlerin aslen danışmanları bulunabiliyor olsa da bu danışmanlar, ideoloji belirlemek veya ideolojiye muhalefet etmekten ziyade diktatörlüğün ideolojilerinin daha hızlı ve kapsamlı şekilde yayılmasını ve istenildiği düzeyde kalıcı olmasını sağlayacak yöntemler üretmeye çalışırlar.

AYRICA BAKINIZ

  • Yazımda bulunan ve bunları benzeri değerlendirmelerin dayanağı fikirler, yazılı olarak ilk defa Niccolò Machiavelli tarafından “Prens” adlı kitabında ortaya atılmıştır.
  • İnsanın metalaştırıldığı gibi görüşler birtakım tecrübelerime de dayanmakla birlikte Vladimir İlyiç Lenin’in “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı kitabı benim için büyük ilham kaynağı olmuştur.

Leave a Reply