İzlanda başbakanı Katrin Jakobsdottir, hükümet bütçesi oluşturulurken gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) yerine çevresel ve sosyal faktörleri önceleyen politikalar geliştireceklerini vurguladı. NATO zirvesi öncesinde, Londra Chatham House’da bir etkinliğe katılan Başbakan, yeni ekonomik yapılandırmalarından bahsetti. İskoçya başbakanı Nicola Sturgeon ve Yeni Zelanda başbakanı Jacinda Ardern ile güçlerini birleştiren Jakobsdottir, insanların refahını ve mutluluğunu yüceltmeyi amaçlayan bu ekonomi ajandasını uluslararası kamuoyunda da teşvik ediyor.
Jakobsdottir’in konuşmasının satır başlarından biri de küreselleşme. Küreselleşmenin dünyanın bazı yerlerine bolluk ve refah getirmekle beraber birçok insanı da fakirleştirdiğini savunan Başbakan, kimsenin geride bırakılmaması için gerekli politikaların yapılmasının önemini vurguladı. Bunun için de ekonominin yeniden yapılandırılması, iklim değişiliği ve eşitsizliklerin çözüm gerektiren temel sorunlar olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Jakobsdottir’e göre güncel ekonomik modeller yalnızca ölçülebilen ile ilgilenirken, büyümenin nasıl ve ne pahasına sağlandığını yok sayıyor. Kontrolsüz büyüme, kaynakların hızla tükenmesine yol açarken küresel ısınmayı da ivmelendiriyor. İzlanda ve diğer kuzey ülkeleri de iklim sorunundan fazlasıyla nasibini alıyor.
Jakobsdottir’e göre ekonomik büyümeyi sosyal ve çevresel faktörlerden bağımsız değerlendirmek kapitalizmi kurtarma çabası. “Çocuklarımız, ‘Gezegeni niye kurtarmadınız?’ diye sorduğunda, ‘Kapitalizmi ayakta tutmaya çalışıyorduk.’ demek istemiyorum.” diyen Başbakan “mutluluk” bütçesi üzerinde çalıştıklarını vurguladı.
Başbakan Jakobsdottir’in öne sürdüğü fikirler, toplumlar ve bireyler için olumlu sonuçlar doğurma potansiyeline sahip olsa da devrim niteliği taşımıyor. 2008 krizi sürerken Fransız başbakan Nicolas Sarkozy bir grup ekonomisti ekonomik ilerlemeyi tanımlayacak GSYİH harici göstergeler üzerinde çalışmakla görevlendirmişti. Geçtiğimiz on yılda, alternatif fikirler yaygınlaştı ve dünyanın her tarafında politika yapıcıları etkilemeye başladı.
“Mutluluk” Ekonomisi
Yazının başından beri tırnak işareti içinde yer verilen bu kavram ne anlama geliyor? İngilizcesi “wellbeing economics” olan bu kavram, insanların mutluluğu ile ekonomik göstergeler arasında nitel bir ilişki kurmayı hedefliyor. Büyümeyi ve ekonomik kalkınmayı nicel yollarla ölçen geleneksel yaklaşım yaşam kalitesini, sosyal eşitsizliği ve çevre sorunlarını görmezden geliyor. “Wellbeing economics” de bu sorunlara karşı, ihtiyaçtan doğan bir kavram. Bu noktada belirtmeliyiz ki “wellbeing” kelimesinin tam karşılığı “mutluluk” değil. “Wellbeing”; sağlığı, mutluluğu ve refahı yerinde olmak, halinden memnun olmak şeklinde tanımlanıyor. Yani salt mutluluktan çok daha kapsayıcı bir kavram. Türkçede bu kelimeye ikame olarak “gönenç” kullanılabilir. Türk Dil Kurumu gönenci “bolluk, rahatlık ve varlık içinde iyi yaşama, refah” olarak tanımlıyor. Ancak yine de, bu yazı boyunca “mutluluk” ekonomisi kavramıyla devam etmek, yaygın kullanıma daha uygun olacaktır.
İzlanda, “Wellbeing Economy Alliance (WEAll)” ittifakında ve İskoçya ve Yeni Zelanda ile birlikte “Wellbeing Economy Governments” ortaklığında yer alıyor. WEAll, hükümetleri, kurum, kuruluş ve bireyleri “mululuk ekonomisi” etrafında birleştiren bir ağ. Bu ağ, ülkeleri GSYİH’nin ötesine geçmeye; sosyal, ekonomik ve çevresel göstergeleri bir bütün olarak değerlendirmeye teşvik ediyor. Bu anlayışa göre, GYSİH ekonomik başarının tek göstergesi olmamalı. Aslına bakarsanız bu görüş de yeni değil. ABD başkan adayı Robert Kennedy, bundan 51 yıl önce o zamanlar ölçüldüğü haliyle gayrisafi millî hasılayı değerli, önemli olan dışında her şeyi ölçüyor olmasıyla eleştirmişti. Ancak aradan geçen 51 yılda bu makroekonomik göstergenin yerine yenisi konmadı.
Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph E. Stiglitz, 24 Kasım 2019 tarihli The Guardian makalesinde dünyanın üç varoluşsal krizini şöyle sıralıyor: iklim, demokrasi ve eşitsizlikler. Fakat ekonomik performansın güncel ölçümleri, bu sorunlara dair fikir sahibi olmaya olanak vermiyor. Ölçülemeyen şeyleri yönetmek ve kontrol etmek de mümkün olmayacağı için GSYİH’nin yetersizliği ortaya çıkıyor. Örneğin 2008 krizi öncesinde ekonomik büyüme göstergeleri olumlu seyrediyordu. Politika yapıcılara veya piyasalara, hızla büyümekte olan krizle ilgili hiçbir bilgi sağlamıyordu.
Kısaca büyümenin teamüldeki yaklaşımı, İzlanda başbakanının vurguladığı gibi kapitalizmi ve günü kurtarıyor olabilir. Ancak insanlar, toplumlar ve çevre için olumlu sonuçlar doğurmadığı kesin. Bu nedenle “mutluluk” ekonomisi doğrultusunda politikalar geliştirmek, tüm dünyanın gündeminde yerini almalı.
Çözüm Sürdürülebilir Kalkınma
Ekonomik büyümenin sürdürülebilir olması, herkesi kapsaması ve her bir bireyi refaha ulaştırması taahhüdüyle Birleşmiş Milletler, 2015 yılında 17 tane Sürdürülebilir Kalkınma Amacı belirledi. Bu 17 amaç sürdürülebilir ekonomik büyümenin yanı sıra, fakirliği ve açlığı bitirmeyi, sağlık koşullarını iyileştirmeyi, gıdaya ve temiz suya ulaşımı artırmayı, barışçı ve kapsayıcı toplumların geliştirilmesini ve çevrenin korunmasını amaçlıyor. Milenyum Kalkınma Hedefleri’nin devamı sayılabilecek bu yeni ajandada, çok temel bir farklılık göze çarpıyor: Ekonomik büyüme sağlanırken, çevreden, yaşam koşullarından feragat edilmemeli. Aynı şekilde, ekonomik büyüme de tamamen gözden çıkarılmamalı. Yani bir orta yol var ve politika yapıcılar bu yolu takip etmeli. Bu 17 amacın tamamı, aynı anda gerçekleşirse bir anlam ifade ediyor. Aksi takdirde, çevre tahribatının ivmelenmesi, küresel iklim sorununun kontrolden çıkması an meselesi. İzlanda’nın öncüsü olduğu “mutluluk” ekonomisi ajandası da, BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çerçevesinde geliştiriliyor.
İroni
BM’nin yayımladığı Dünya Mutluluk Raporu’na göre İzlanda, dünyanın en mutlu dördüncü ülkesi. Buna rağmen İzlanda başbakanı, ülkesindeki yüksek antidepresan kullanımıyla ilgili çalışmalar başlatacağını da vurguladı. Depresyona karşı spor ve sanat faaliyetlerini yaygınlaştırmanın öneminin altını çizdi. Dünyanın en mutlu dördüncü ülkesi olup “mutluluk” ekonomisini benimseyen İzlanda’ya imrenmemek olanaksız olsa gerek…