Bir Katili Anlamak: Ben, Olga Hepnarová
“Yalnız ve yıkılmış bir insanım, toplum tarafından buna itilen bir insan. Kendimi veya başkalarını öldürmek arasında bir seçim yapmalıyım. Ben, düşmanlarımdan intikam almayı seçiyorum. Bilinmeyen bir intiharla bu dünyadan ayrılmak fazlasıyla basit olurdu. Haklı olarak toplumun kendisi bir katilin intiharını umursamazdı. Ve hükmüme karar verdim: Ben, Olga Hepnarová, canavarlığınızın kurbanı olarak ölümümü diliyorum”
10 Temmuz 1973, Prag sokaklarında dehşet saçan bir kadın kendini tanıtıyor tüm dünyaya, sonrasında çok tartışılacak bir toplu cinayet işliyor, 25 kişiyi öldürmek amacıyla kamyonetiyle kaldırıma giriyor. Kan dondurucu bu olayın ve buna sebebiyet veren kadının bir sinema filmine konu oluşu aslında onu daha iyi tanımamızı sağlıyor. Bir katille tanışmak son derece ürkütücü olduğu gibi aynı zamanda topluma dair görmediklerimizi ve duymadıklarımızı bize iletiyor.
Olga Hepnarová, 23 yaşında idam edilmeden önce mahkemede idam edilmek için hakime yalvarıyor. Halbuki hakim, onu affetmek kadar ileriye gitmese de ölmesine de göz yummak niyetinde değil. Çünkü Olga’nın gözlerine bakıldığında gördüğü nefretin aslında toplumun nefreti olduğunun bir nebze de olsa farkında. En azından bizlere “Ben, Olga Hepnarová” filminde yansıyan bu. 13 yaşındayken ilk intihar denemesini gerçekleştiren ve sürekli dışlanmaktan, anlaşılmamaktan dert yanan bir kadın olarak ölüyor Olga ve kendisiyle sekiz kişiyi de sürüklüyor. Olga Hepnarová ve onu anlatan “Ben, Olga Hepnarova” filmi bir toplu cinayeti meşru kılması açısından çokça eleştirildi. Film, benim soluksuz izlediğim ve etkisinden çıkamadığım bir deneyim oldu. Filmde yapılmak istenen bir katili meşru kılmak değil, toplumun bir katili ve aslında Olga’nın durumunda bir psikopatı nasıl doğurabileceğini göstermek, ki bu yazı da bu filme bir övgü olacaktır. Olga Hepnarová’nın şahsına değil.
Olga’nın genç yaşta babası tarafından cinsel tacize uğradığı ve bu konuyu kimseye açamadığı, yaşıtı kızlar tarafından sistematik olarak dışlandığı ve şiddet gördüğü onun küçüklüğüne dair bildiğimiz yalnızca birkaç şey. Eşcinsel bir kadın olarak 60larda olabildiği kadar açık olması ve kafasındaki “gerçek aşk” algısına uydurabilmek için birçok kadınla beraber olup her seferinde tekrar yalnız kalması ona ne denli yalnız bir canlı olduğunu hatırlatır gibi hep. Filmin yönetmenlerinin de (Tomás Weinreb ve Petr Kazda) kafasındaki soru “Bir katili herkes tanır, peki bu caniliğin ardındaki motivasyonu kim görmeye çalışır?” Diğer yazılarımda da değindiğim gibi, sinema insanlığı en derin korkularıyla ve yüzleşemedikleriyle yüzleşmesini sağlar. Olga Hepnarova’nın hikayesini izlememiz bu yüzden değerli.
“Ben, Olga Hepnarová” siyah beyaz ve oldukça sakin bir film. Bu sakinlik sizi yanıltmasın, son derece rahatsız edici bir deneyim. Olga iç dünyasında ne kadar rahatsız hissediyorsa, ne kadar sıkışmış hissediyorsa bizler de izlerken öyle hissediyoruz. Renkten yoksun, dışarıdan sakin ve ruhsuz gözüken ama içinde sürekli bir kavga veren birinden söz ediyoruz sonuçta. Sahneler yavaş ve Olga’nın hayatının her alanına nüfuz etmemizi sağlıyor. Seviştiği kadınlardan nasıl nefret ettiğini, yer edinmeyi asla denemediği toplumdan günden güne nasıl tümüyle uzaklaştığını görüyoruz. Olga’nın deneyimini tümüyle olmasa da en azından bir parça hissediyoruz. Bir katili anlayabilmenin ürkütücü hissiyatını yine sinemayla yaşıyoruz.
Serpil
Çok başarılı ! Yüreğine, kalemine sağlık ??