2020 senesi tenis dünyası için yeni bir serüvenin başlangıcı oldu. Bütün tenis severler “Big 4” olarak tabir edilen Djokovic-Federer-Murray-Nadal dörtlüsünün yaşlanmasının sonucu olarak yeni jenerasyondan bir grand slam şampiyonu bekliyorlardı. Aslında geçtiğimiz senelerde Grigor Dimitrov, Milos Raonic veya David Goffin gibi şampiyonluk ümidi veren isimler oldu ama onlardan bir sonraki jenerasyon olarak kabul edebileceğimiz Dominic Thiem (1993 doğumlu olsa da çıkışı bu oyuncularla beraber oldu), Nick Kyrgios, Alexander Zverev, Stefanos Tsitsipas, Denis Shapovalov seneler içinde grand slam şampiyonluğu için daha önemli adaylar olarak görülmeye başladılar.

Amerika Açık finaliyle beraber tenis dünyasının 2020 yılında yeni bir kazananı oldu ve Dominic Thiem – Alexander Zverev ikilisi Amerika Açık finaline kalarak “Big 4” ekibinden herhangi birinin finale kalamadığı eski dönemi tekrar tedavüle soktular. Bana göre bütün bunlardan daha önemlisi, 2020 yılının bir kaybedeni var; Novak Djokovic.

Djoker geçtiğimiz sene Wimbledon’ı kazandıktan sonra kortun çimlerini yiyerek adeta seyirciden af dilemiş ve kucaklanmayı beklemişti. Fakat her daim belli bir kesim tarafından antipatik bulunan dünya 1 numarasI, bu hareketinden sonra tenis severlerle arasındaki buzları eritmiş gibiydi. 2020 yılına senenin ilk grand slam turnuvası Avustralya Açık’ı kazanarak başlayan Sırp yıldız, Covid-19 salgınının ortaya çıkmasıyla beraber çizdiği pozitif imajı günden güne yerle bir etmeyi başardı. 

Önce Covid-19 aşısı bulunsa bile aşıyı olmayacağını açıklaması, ardından Covid-19’a rağmen Adria Tour turnuvasını düzenlemesi ve oradaki umursamaz tavırlarıyla birlikte bütün eleştiri oklarını kendine yöneltmeyi başardı. Son olarak Amerika Açık turnuvasında hakemlerden birinin boğazına yanlışlıkla attığı top sonrası turnuvadan diskalifiye edildi ve resmen tenis dünyasının sevilmeyen çocuğu haline geldi. 

Takvimde bir sonraki grand slam turnuvası olan Fransa Açık’ta her zamanki gibi Rafael Nadal favori olarak görülüyordu.  Thiem ve Djokovic’in Nadal’a diş geçirip geçiremeyecekleri ise bir merak konusuydu. Final maçına kadar toprak kortta çok dominant bir oyun sergileyen Djokovic, bazı yorumcular tarafından final maçının favorisi olarak bile gösteriliyordu. Ancak final maçına kadar sergilediği agresif performansın aksine kortta basit hatalar yapan, mental olarak çökmüş bir Djokovic vardı. 

Açıkçası ben bu durumu Novak Djokovic’in  geçtiğimiz aylarda oldukça kötü olaylarla adının anılmasına bağlıyorum. Tenis severlerin çoğu tarafından çok sevilen Rafael Nadal’a karşı agresif ve hırslı bir tavır sergileyerek daha da antipatik bir hale gelmek istemediğini düşünüyorum. Her ne kadar tenisin efsane isimlerinden John McEnroe, Djokovic’in bu kötü adam imajını benimsemesi gerektiğini ve bunun işleri düzelteceğini düşündüğünü söylese de Nole şimdilik fazla göze batmamayı seçiyor gibi.

Aslında spor dünyasında kötü adam olarak nitelendirilip bu imajı yıkan oyuncular oldu. Örneğin LeBron James, Cleveland Cavaliers’dan ayrılıp Miami Heat’e gittiğini canlı yayında açıklayınca o dönemin en sevilmeyen sporcusu haline gelmişti. Ancak doğru yönlendirilmeyle beraber o kötü adam imajını tamamen sildi ve iyi bir sporcu ve aile babası görünümünü yaratmayı başardı. İnsanoğlu unutmaya meyilli bir varlık, eğer Djokovic takındığı tavrı değiştirir ve başarılı grafiğini sürdürürse emekliye ayrıldığında sevilen bir tenisçi olarak anılabilir. Bazı sporcular başkalarının onlar hakkında ne düşündüğünü umursamazlar ve oldukları kişi olmaya devam ederler. Ancak Djokovic senelerdir kucaklanmayı bekliyor ve aslında bir sporcunun kendini seyircisine bu denli sevdirmek istemesi bile onu sevmek için yeterli bir sebep.

Leave a Reply