Türkiye’de Protesto Hakkı: 2911 Sayılı Kanun Ekseninde Yapıcı Bir Eleştiri

Gösteri ve yürüyüş hakkı, toplumda bilinen şekliyle protesto hakkı demokratik erozyonun olduğu bugünlerde daha da tartışılan bir konu haline gelmektedir. 2025 yılı içinde yaşanan İmamoğlu protestoları ve Nepal protestolarında kolluk kuvvetlerinin olaylara müdahale etmesi sonrasında tartışmalar daha da tırmanmaktadır. 

Tartışmaların olduğu bugünlerde ülkemizde protesto hakkını hukuki bir çerçevede incelemek, bu hakkın doğru anlaşılması ve ülkemizde nasıl kullanıldığını anlamak bakımından önem arz etmektedir.

Ülkemiz özelinde de protesto hakkı, Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinden itibaren uygulanması bakımından alan bulan ve tartışılan bir olgu olmuştur. Tabi protestoların yapılmasının yanında kolluk kuvvetlerinin müdahaleleri de gündeme gelmiştir. Buradan hareketle de özellikle 1961 anayasanından sonra temel hak ve özgürlüklerden olan bu hakkın sınırlanması anayasal usul ve esaslara bağlanmıştır. 

Bu durumun esas önemi ise haklara getirilen sınırlamalar bakımından takip edilebilecek anayasal usuller bulunması bakımındandır.

Bu yazıda, yürürlükte olan 1982 anayasanın öngördüğü protesto hakkının sınırlanması bakımından temel kanun olan 1983 tarihli 2911 sayılı kanunun sınırlandırma bakımından önemini, uygulamada yarattığı sorunları ve AYM’nin bu konudaki görüşünü güncel hukuki ortam ekseninde tartışacağız. 

Toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı ekseninde temel hak ve özgürlüklerin nasıl kısıtlanabildiği

1982 anayasasının yürürlüğe girdiği tarihten 2001 tarihine kadar anayasanın 13.maddesi temel hakların sınırlanması bakımından temel yasal dayanak konumundaydı. 13.madde şöyledir: “Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir.”

Bu maddede demokrasi ile bağdaşmayan nokta ‘ile ve ayrıca’ kısmıdır çünkü esasında kamu düzeni ve genel asayiş gibi yoruma muhtaç kavramlar hukuki belirlik noktasında sorun teşkil etmektedir. Başka bir deyişle esasında kamu düzeni ve genel asayiş kavramları iktidar mensuplarının keyfi uygulamalarına imkân sağlayacak nitelikte olduğu için demokrasi kavramı ile uyuşmamaktadır. 

Bu konu bakımından Reyhan Sunay’dan atıf yapmak konunun anlaşılması bakımından değerli olacaktır:

“Anayasanın genel sınırlama maddesine yer vermesi her ne kadar bütün hürriyetlerin genel sınırlama sebeplerinin tümüyle sınırlanacağı anlamına gelmese de Anayasanın muhtevayı daraltıcı
hükümleri hem 26. hem de 13. maddedeki sınırlamaları aşan mutlak bir nitelik arzettiklerinden, sınırlama sebeplerinin dar yorumlanması bir hayli güçleşmektedir. “

Bu madde 2001 tarihinde değiştirilerek şu anki halini almıştır. Buna göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Açıkça görülebileceği üzere 2001 anayasa değişikliği ile kamu düzeni ve genel asayiş gibi kısıtlama sebepleri anayasadan çıkarılmıştır. 

Burada dikkat çekmek istediğim diğer bir nokta ise 13.maddede yer alan ‘Kanunla sınırlanabilir.’ kısmıdır. Temel hak ve hürriyetlerden olan gösteri ve yürüyüş hakkı bakımından hakkın sınırlanmasının düzenlendiği temel kanun, yazının da temelini oluşturan 2911 sayılı kanundur. 

Bu kanun, protesto hakkının kullanılmasına ilişkin usul ve esasları belirlemekle kalmamış; aynı zamanda bu hakkın ne ölçüde sınırlandırılabileceğinin çerçevesini de fiilen çizmiştir. Bu nedenle 2911, hem teorik hem pratik açıdan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı üzerinde belirleyici bir kanundur. 

Kanun’un getiriliş amacı ilk bakışta kamu düzeninin korunması ve toplantıların barışçıl şekilde gerçekleşmesini sağlamak olarak görünse de metnin sistematiği incelendiğinde hak kullanımını kolaylaştırmaktan ziyade kontrol etmeye ve sınırlandırmaya yönelik bir yapıda olduğu görülmektedir. Bu durum özellikle kanunun hazırlanma döneminin siyasal koşulları göz önünde bulundurulduğunda daha iyi anlaşılmaktadır. 2911 sayılı Kanun, 12 Eylül sonrası güvenlikçi yaklaşımınetkisiyle kaleme alınmış ve devletin kamusal alanı sıkı şekilde denetleme iradesini yansıtmıştır.

Kanunun yapısal sorunları

2911 sayılı kanun; protesto hakkının kullanılabilmesi için mülki amire en az 48 saat önce bildirimtoplantı saatine, süresine ve araçlarına ilişkin sınırlamalar ve yer ve güzergâhın idare tarafından belirlenmesi gibi bir dizi prosedürel yükümlülük öngörmektedir. 

Teoride bunun amacı kamu düzenini korunmasıdır ancak uygulamada keyfi olarak protestolara izin verilmemesi sonucuna yol açmıştır. Başka bir deyişle, izin bazlı bir protesto rejimine sebebiyet vermiştir. 

Özellikle bildirim zorunluluğu, anayasal hakkın özüne müdahale niteliğinde tartışmalara konu olmuştur. Bildirimin bir “izin” şartına dönüşmesi ve idarenin bildirimi gerekçe göstermeden işleme koymaması, protesto hakkını keyfi olarak sınırlandırmaktadır.

Anayasa Mahkemesi Cihan Tüzün ve DiğerleriSongül Korkmaz ve DiğerleriNurten Üzümcü başvurusu ve Mahmut Konuk başvurusu gibi kararlarında izin konusuna değinmektedir. Bu kararların tamamında AYM, 2911 sayılı kanunda toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı için öngörülen izni anayasanın lafzına yani metnine aykırı bulmuştur. 

Bu kararların ortak yaklaşımı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik müdahalelerin ancak demokratik toplum düzeninin gereklerine, ölçülülük ilkesine ve Anayasa’nın 34. maddesinin ruhuna uygun olması hâlinde meşru sayılabileceği; bildirim yükümlülüğünün ise hiçbir koşulda fiilî bir izin sistemine dönüştürülemeyeceği yönündedir.

İlgili AYM kararında anılan kısım şöyledir: “Diğer bir anlatımla anılan hakkın izin alma şartına bağlanamayacağı güvencesinin Anayasa’da özel biçimde korunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının izin almadan kullanılmasına yönelik pozitifleşmiş öz güvenceyi ihlal edecek nitelikte yapılan bir sınırlandırma, Anayasa’da ilgili temel hakkı düzenleyen maddedeki sınırlama sebeplerine dayansa bile kural olarak Anayasa’nın sözüne aykırı olacağında bir tereddüt bulunmamaktadır.”

Öte yandan idareye gösteri ve yürüyüşün yapılacağı yerle ilgili bir karar yetkisinin verilmesi, idarenin bu temel hak bakımından keyfiliği sonucunu doğurmakta ve bu hakkın kullanımını teorikte olmasa da pratikte zorlaştırmaktadır. 

Uygulamada ortaya çıkan sorunlar

2911 sayılı kanunun uygulanmasında ortaya çıkan bazı sorunlar şunlardır: 

1.Kolluk kuvvetlerinin orantısız müdahalesi

Ülkemizde özellikle mevcut iktidarın protestolara karşı daha sert bir tutum almasıyla beraber kolluk kuvvetlerinin daha protesto başlamadan 2911 sayılı kanuna aykırı olduğu yani ‘kanunsuz olduğu’ gerekçesiyle kalabalıkları dağıtmak suretiyle temel haklardan olan protesto hakkının kullanılmasına mâni olduğu gözlenmektedir. Dağılmayan kalabalıkların ise biber gazı ve gözaltına alınmak gibi ölçüsüz müdahalelere maruz kaldığı, İmamoğlu protestolarında da görülebilmektedir. Bu uygulamanın, protesto hakkının kullanılmasını önleyici bir etki yarattığı tespit edilmektedir.

İmamoğlu protestolarında kolluk.

AYM’nin 2013 tarihli Osman Erbil kararında polis müdahalesi ile ilgili yaptığı değerlendirme şu şekildedir: “Bu durumda polisin, gerekli güvenlik önlemlerini alarak makul ve itidalli davranışıyla bu gösteriyi sonlandırması yerine basın açıklaması yapmalarına müsaade etmeden yaklaşık 15 dakika gibi çok kısa bir süre içinde başvurucu ve diğer katılımcıları gözaltına almasının demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olduğu söylenemez.”

2. Bildirimde bulunmamanın otomatik olarak kanunsuz sayılması:

Ülkemizde 2911 sayılı kanunda toplantı, gösteri ve yürüyüşler bakımından 48 saat önceden mülki amire bildirimde bulunma zorunluluğu bulunmakta olup bu durum demokrasinin ve toplanma hakkının ruhuyla çelişmektedir. Nitekim AYM’nin de bu konu ile ilgili, kararlarında pek çok tespit bulunmaktadır. AYM, kararlarında bu iznin protesto hakkının devamlılık arz edebilmesi bakımından önemli olduğunu ifade etse de bazı durumlar bakımından izin alınmasının gerek olmadığına dikkat çekmektedir. 

Bu konuyla ilgili Ali Orak ve İrfan Gül başvurusunda şöyle bir ifade yer almaktadır: “Derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda ve protesto barışçıl yöntemlerle yapıldığında bu tür bir eylemin sadece bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle dağıtılması barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir.” 

3.İdarenin yasaklama yetkisinin genişliği:

Valilikler; kamu düzeni gerekçesiyle günler, haftalar hatta aylar süresince toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklayabildiği görülmektedir. Bu yasakların pek çoğu somut delile dayanmamakta; “genel güvenlik” gibi soyut gerekçelerle verildiği anlaşılmaktadır. Örneğin 23 Mart 2025 tarihinde Ankara Valiliği il genelinde 5 günlüğüne gösteri ve güvenliği yasaklamıştır. Bunun gerekçesini ise Valilik, “İlimiz genelinde, huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması, milli güvenlik, kamu düzeninin sağlanması” gibi sebeplere dayandırmıştır.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, demokratik toplum düzeninin temel yapı taşlarından biridir. Ancak Türkiye’de bu hakkın uygulanması, özellikle 2911 sayılı Kanun’un güvenlik eksenli yapısı ve idarenin geniş takdir yetkisi nedeniyle, tarihsel olarak sürekli bir gerilim alanı yaratmıştır. 12 Eylül sonrasının güvenlikçi yaklaşımını yansıtan 2911, anayasal bir hak olan protesto özgürlüğünü kolaylaştırmak yerine çoğu zaman zorlaştıran bir normatif çerçeve ortaya koymuştur.

Her ne kadar 2001 anayasa değişiklikleriyle temel hakların sınırlanmasına ilişkin ölçütler demokratikleşme yönünde yenilenmiş olsa da kanunun yapısal sorunları ve idari uygulamalar bu anayasal güvence ile uyumlu bir pratik yaratamamıştır. Bildirim sisteminin fiilen izin mekanizmasına dönüşmesi, idarenin soyut gerekçelerle uzun süreli yasaklamalara başvurması ve kolluk kuvvetlerinin kimi zaman protesto başlamadan müdahalede bulunması, demokratik toplum düzeni ile bağdaşmayan sonuçlara yol açmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına bakıldığında, 2911’in dar yorumlanması gerektiği, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının “izinle kullanılan” bir hak olmadığı ve özellikle bildirim yokluğunun tek başına bir eylemi “kanunsuz” hale getirmeyeceği vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, AYM içtihadının uygulamada tam olarak karşılığını bulmadığı açıktır. Valiliklerin peş peşe aldığı geniş kapsamlı yasak kararları ile kolluk güçlerinin ölçüsüz müdahaleleri, anayasal güvenceler ile fiili durum arasındaki uçurumu derinleştirmektedir.

Başka bir polis müdahalesi.

Sonuç olarak, protesto hakkının Türkiye’de etkin ve anayasal güvenceye uygun biçimde kullanılabilmesi için şu temel adımların atılması gerekmektedir:

  1. 2911 sayılı Kanun’un özgürlük merkezli bir perspektifle yeniden yapılandırılması; bildirim sisteminin izin mekanizmasına dönüşmesine yol açan hükümlerinin daraltılması ve demokratik toplum gereklerine uygun, öngörülebilir bir çerçeve oluşturulması.
  2. İdarenin yasaklama ve müdahale yetkisinin somut, ölçülebilir ve denetlenebilir kriterlere bağlanması;valiliklerin soyut gerekçelerle uzun süreli yasaklama kararları almasının önüne geçilmesi.
  3. Kolluk kuvvetlerinin müdahalelerine ilişkin ölçülülük ve gereklilik ilkelerinin güçlendirilmesi; AYM içtihadının uygulamada karşılığını bulabilmesi için etkili idari ve yargısal denetim mekanizmalarının işletilmesi.
  4. Bildirim yükümlülüğünün, barışçıl toplantıların kendiliğinden ve derhâl gerçekleşebileceği istisnai durumları da içerecek şekilde esnetilmesi; bu kapsamda bildirim yokluğunun tek başına eylemi “kanunsuz” hâle getirmesinin önlenmesi.

Son olarak, demokratik bir toplum, yalnızca seçimlerin yapıldığı değil; yurttaşların barışçıl şekilde seslerini duyurabildiği, kamusal tartışmaya özgürce katılabildiği bir toplumdur. Protesto hakkının korunması, bu nedenle yalnızca hukuki bir gereklilik değil; demokratik kültürün sürdürülebilirliği açısından vazgeçilmezdir.

KAYNAKÇA:

https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10626

https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2394

https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10626

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/ankarada-5-gun-sureyle-toplanti-gosteri-ve-basin-aciklamalari-yasaklandi/3516275

https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2911&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

https://www.bbc.com/turkce/articles/c70edn829z3o

https://t24.com.tr/haber/sarachane-den-taksim-e-yurumek-isteyen-vatandaslara-cok-sert-polis-mudahalesi-yaralilar-ve-gozaltilar-var,1227983

Leave a Reply