İnsanın en çok zorlandığı çatışmalar, doğuştan kendini savaşırken bulduğu olabilir. Bu; sınıfsal, etnik, ırksal ya da cinsiyet hesaplaşmalarında görülür en çok. Karşıdaki, senin varlığını sorgularken, neden buna maruz kaldığını anlamlandıramazsın. İnsanlığı, herkes kadar hak ettiğini savunuyor olman bile başlı başına bir saçmalıkken; insan denen kavrama, belki de, gereksiz bir önem yüklemiş olduğunu görürsün. Düşündüğün kadar yüksek olmayabilir insanlık. Belki de, en doğrusu, Socrates gibi, yüce bir sesin huzurunda, insanlığı olduğu gibi bırakıp terk etmektir. Fakat bu, başka bir tartışmaya ait olmakla beraber, bu tür çatışmaların gizlediği başka bir şeyi arka plana atacaktır: Bireyin sadece var olmakla suçlanması, insanın politik bir varlık olduğunu kanıtlar. İnsan-toplum çatışmalarının çok geniş çaplı olduğu göz önüne alındığında, bu yazıda sadece, politik bir varlık olan kadından söz etmek istiyorum.
KADIN SESİ:
Bu günlerde sadece kadın sesi değil, belki de halkın sesi haline gelmiş “Sedef Kabaş”; verdiği hak ve özgürlükler savaşı dışında, başka bir mücadele daha vermektedir: Varlığı, duyduğu “edepsiz”, “ahlaksız” laflarıyla küçümsenirken; sesi, daha da gür çıkar.
“Bergen” sinema filmi ise, mart ayının, başka bir sembolüdür kadın sesine ait. Yapımcıları, bu sefer Bergen’i aşk için kendini feda etmiş “hastalıklı” bir karakter yerine güçlü, başarılı, mücadele eden bir figür olarak resmettiklerinden bahsetmiştir. “Acıların Kadını” şarkısının kullanılmamasının sebebi de Bergen’i, katili üzerinden var etmemektir. Fakat, ne var ki Bergen, ölüsünde bile var olma mücadelesi verir. Katilinin yaşadığı yerde sesi sansürlenir. Katile yine acınmıştır, yine indirimini almıştır. Katil yine insandır. Bergen ise yine ötekidir, düşmandır, “suçlu”dur.
Sadece Kabaş, Bergen, Sezen Aksu, Gülşen değil, dünyanın her yerinde, ataerkil bir sistemde yaşayan her kadın aslında her gün var olma mücadelesi vermektedir. Geçtiğimiz 8 Mart’ta, “feminist gece yürüyüşü” de bu tür bir mücadeleye örnektir. Yollar kapatılsa da barikatlar kurulsa da, soyut ve karşı bir düşünceyle, barışçıl bir eylemle çatışmak belki de en olağanıdır.
Ataerkil düzende, kadınlar, var olmak için yürürler. Seslerinin çıktığını göstermek için yürürler. “Susmayacağız!” sloganının, bu tür yürüyüşlerde yaygın olması bundan kaynaklanmaktadır. Sessizliği zayıflık sananlar içindir bu bağırışlar. Çoğu kadının her gün işte, sokakta, her yerde uğradıkları eşitsizliklere ve adaletsizlere sessizce göğüs germelerini önemsiz sananlar içindir pankartlar. Çoğu kadın kendi savaşını verir. Varoluş savaşı sessiz çıkabilir. Fakat bu kadın olmasından kaynaklı değil insan olmasından kaynaklanır. Tek bir insanın adımı gürültüde boğulurken, bu “güruh”, bu zamanlarda, gürültüyü yener ve kendi harmonisini doğurur. Susturulmuş kadınlara seslenir. Onları, adım atmaya çağırır. Değişime, ilerlemeye çağırır. Sesi duyan katılır. Sesin somutluğunun duyumsanmadığı zamanlarda bile, kadının var olduğu her yerde bu yankılanacaktır.
Yani, ses çıkarmak edepsizlik olamaz. Sesini duyurmak ahlaksızlık olamaz. Evet, sessizliği tercih edebilirsin ama bu senin “alçak/aşağı” ya da “uysal” olduğunu göstermez. Ötekileştirilmek, sana sessizliği öğretebilir. Var olman bir mücadeleye dönüştürülmüşken, sessiz olmak bir yenilgiyi kabulleniş ya da geri çekiliş değildir fakat. Bir umutsuzluktur. Bir küfürdür. Onları, sana karşı olanları terk etmektir. “Alsınlar insanlığı başlarına çalsınlar.”, dersin. “Bunlar insansa, ben var olmasam da olur.”, dersin. Susabilirsin.
Fakat, susturmak politiktir. Kadın sesi politiktir. Kadın politiktir çünkü var olmak her gün çetrefilleşen bir mücadeledir. Kural dışı oynanır. Bir insan, kendini yüceltirken, türdeşini yok etmeye çalışır. Bu ikiyüzlülükle de yaşama devam eder sonra.
KADIN BEDENİ:
Kadın kirli değildir. İnsan kirli olabilir ama kadın kirli olamaz. “(Kadın)” a “kirli” demek, onun varlığına yöneliktir, politiktir. Sağlık ürünü olan pedleri, kozmetik sınıfında yargılamak ve bunu vergiye yansıtmak politiktir. Biyolojik bir olayı, toplumda sansürlemek politiktir. Menstruel döngüden bahsetmek “ayıp” değildir. Kadına ait hiçbir şey ayıp değildir.
KADIN CİNAYETLERİ:
Kadın “obje” değildir. Namusun aranması erkekte değildir. “Namus” kadın demek değildir. Asıl namussuzluk, bir insan üzerinde hak sahibi olduğunu sanmaktır. Kadını “nesne”leştirmektir. Cinselliğin konuşulmadığı bir toplumda, cinselliği kadınla eşleştirmektir. Erkek egemenliğini “norm” olarak görmektir. Eşitlik arayışındaki felsefeyi, “fiziksel güç” gibi ilkel bir düşünceye indirgemek ve küçümsemeye çalışmaktır. Namussuzluk, namus arayandadır. Kadın cinayetleri politiktir çünkü kadın olmak, her gün, sansürlerle baş etmek demektir. Ölümünün sansürlenmeye çalışılması demektir. Kadın varlığının sansürlenmesi ataerkil düzenin en büyük amacıdır ve kadın, her gün savaşır.
KADIN HAKLARI:
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR.
Son söz:
Bireysel olarak, kadın mücadelesini okumak hep içimi karartmıştır. Kadın olmanın; toplumsal, hukuksal, tarihsel ve nice ayrışımlara dair “meşrulaştırılmasını” okumak, hep sıkıntılı ve zoraki bir uğraş olarak gelir. Başarıları ya da hak ve adalet arayışını küçümsediğimden değil, “sisterhood” gibi kavramlara yüce bir saygım vardır. Kadına dair ne varsa öğrenmek, okumak isterim. Fakat, bu zaferler ya da kadınlığın “temellendirilmesi”, ataerkil düzen için bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştır çünkü:
Bir kadın yok sayılmıştır. Bir kadın eşit miras alamamıştır. Bir kadın, anlaşamadığı eşinden boşanamamıştır. Bir kadın, sözlü tacize uğramıştır. Bir kadın, eşit maaş alamamıştır. Bir kadın, aptal yerine konulmuştur. Bir kadın, okumamıştır. Bir kadın, çocuk gelin olmuştur. Bir kadın suçlanmıştır. Bir kadın, objeleştirilmiştir. Bir kadın, satılmıştır. Bir kadın, sadece bir erkek için köle gibi yaşamıştır. Bir kadın, kullanılmıştır. Bir kadın, köle olmuştur. Bir kadın, dövülmüştür. Bir kadın, eve kapatılmıştır. Bir kadın, cinsel istismara uğramıştır. Bir kadın, zorla seks işçisi olarak çalıştırılmıştır. Bir kadın, şiddete maruz kalmıştır. Bir kadın, namusu için aranmıştır. Bir kadın, kaçırılmıştır. Bir kadın, susturulmuştur. Bir kadın, kadın olduğu için öldürülmüştür. Bir kadın, sansürlenmiştir.
Bir kadın, hep var olma savaşı vermiştir. Feminizm bunu yazar. Tarih bunu yazar. Fakat bazı insanlar vardır ki bu tarihe leke sürmeye çabalar. Dahası, kadını, her krizde, en baştan var olma mücadelesi vermeye zorlar. Devlet yıkılır. Haklar kaybolur. Bir afet gelir. Savaş çıkar. Kadın, krizde yalnız kalır. Karşısına toplumu alır ve var olur.
Not : Adet, periyot döngüsü nedir? Yararlı linkler.
https://my.clevelandclinic.org/health/articles/10132-normal-menstruation
Anlatım daha detaylı: