Geçenlerde şunu anladım: bu dünyada ne musmutlu yaşarsınız ne de ağız tadıyla üzülebilirsiniz. Önce neden böylesi bir duygu içerisinde olduğunuzu soruşturmaya başlayacaklardır eşi benzeri görülmemiş bir hevesle birlikte. Ardından kabarık meraklarının ne gibi tahminler ürettiğini dinleyip cevaplandırmak mecburiyetinde bırakacaklar sizi. Pek de zekidirler hani! Güzel bir imtihan mı atlatmışsınızdır yoksa gizli, hiç görünmeyen ama bir yerlerde kesinlikle var olduğuna inanılan “sevgiliniz”; size ufak ve sevimli bir hediye mi almıştır? Onların bu kıvrak zekâlarını alaşağı etmenin zevki içinde önüme dizdikleri olasılıklar silsilesini reddederim ancak işin özünde, beni dikkate alan şu bir avuç insan için mutluyumdur da.
Üzgünlüğünüzün ise daha az merak uyandırdığı kanaatindeyim. En azından, kanaatindeydim. Keyifle yaşadığım bu hüzün çağında, buruk buruk atan kalbim ve onun tıpırtısına ayak uyduran tüm vücudumun; birtakım diğer “meraklı” insanlar tarafından, ki bunlar başka bir grubu oluşturuyor, böylesi didik didik edilip anlamlandırılmaya çalışılacağını düşünmezdim. Üzgün ve yorgun olduğum yanıtı kimi tatmin etmez, anlamış değilim. Evet, tarifi tam da bu fakat gözlerim ve ben, birkaç gündür her okuduğumuzda bizi hayrete düşüren bir yazıdan mustaribiz. Hâlâ hemen şuracıkta, önümde duruyor; bilgiyle yüklü birkaç yüz sayfalık kitap, bu hüzün mahmurluğuma bir teşhis koymakla kalmamış gibi bir de diğer bedbaht kader ortaklarımdan söz etti bana.
Anlatmak isterim, size her şeyi anlatmak… Yine de temin edeyim, ben o Truvalı1 gibi işkilliliğimde yitip gidecek kadar dipsiz bir çukurda değilim! Sadece kendi yazgımı dokuyabilmek içindir bütün bu didinmelerim…İdeallerim, beni tatlı dille büyüleyip peşlerinden sürüklerler ve ben; bazen bir elim çenemde, öteki yumruğum kalbime dayalı2, saatler boyu yalnızca düşünürüm. Yüzüm, her insanın çehresinde bir miktar olan ışığı kaybederek söner3. Dışarıdaki devinimi görmekteyim aslında, bunu halihazırda yadsıyamam. Yine de sorun şu ki bir tepki oluşturmuyor beynim, aldığı iletileri eskisi gibi büyük bir heyecanla açıp okumuyor. Kayıtsızlık, beni sarıp sarmalayan bir hâl almaya başladı4.
Akıllı deli demişler bize, zeki oldukları kadar komikler de hani! Elbette okumalarım sırasında, Aristo ve Theofrast’ın “neden… olağanüstü kişiliklerin hepsi melankoliktir” sorusunu da görmezden gelemezdim. Yüz kızarmamı masumane bulacaksanız, bununla bir miktar onore olduğumu söylememem gerekecek. Tabi, o zaman yanıtlamamız gereken başka bir soru da çıkıyor fakat bu “öteki” soru, aslında en başından beri içinde debelendiğim bir arayışa açılmakta. Benim yerim neresiydi burada, bu insanlar mozaiğinde; desenin bir bölgesinde, hepsi aynı rengi taşıyan taşlardan biri olmaya mahkûmdum belki, bir renk geçişi olabileceğim yerde. İdeallerim ise doğrudan ölü doğuyorlardı, bariz. Sıkıntılar üşüştü yine başıma. Kendini ara, demişti Sokrat halbuki Sofokles’in sözü bastırıyordu onunkini: Bu, çok acılı bir süreçtir.
Ah, unutmadan, biricik yoldaşım müziktir bu zamanda! Ruhumu kâh avutur kâh onun yaralarına tuz basar. Çok severim, her ne olursa olsun, müzik dinleyip bir nebze olsun başka bir yere ayak basabilmeyi. Bu, benim için kederinden yaşlar damlayan bir ezgi de olabilir, hoş bir küçük sonatin de. En acayibi de ne bilir misiniz, bir süredir bu çağı yaşayanın üzüldükçe üzülesi geliyor. Müziği bile ikna ederim örneğin, kendimi yine buna benzer bir dünyaya götürtebilmek için.
Şimdi sıra, tarihe gömülmüş masum ruhlar için ağlamaya gelmiş durumda5. Çekmecemde çiçekli bir taç var; nadiren de olsa başıma geçirip, beğenmeyerek geri koyduğum. Bir Midsommar atfı değil, hayır; Ederlezi söylerim ben sadece. Tüm bildiklerim, daha önce yapılmamış olanları ete kemiğe bürüyerek onlara bedenler diker. Yaratıcılığım ve hayal gücüm, iki deli çocuktur kıpraşıp duran…
İlkyaz, meyve yazı gelmeden evvel uğrar gittiğim kırlara. Çingeneler Oro oynar, başımda zambaklardan bir çelenk…O tacın çiçekleri taze midir, özsuları kılcal borucuklarında tüm tazyikiyle akıyor mudur bilmem6. Bildiğim tek şey, ruhumun hâlâ yaşamakta olduğudur. Etrafa bakın, dışarısı gerçekten Hıdırellez’i mi kutluyor? Hayır, ortalık nefret ve kin dolu. “Dünya için mutlak sevinç” deniyor, tüm bu çirkinliğe rağmen… Altın Çağ Tanrısından bahsediyorsunuz bana.; o saban, tarlaları sürdüğü kadar bir babayı da öldürmüştür oysa.7
Oblomova olmaktan korkuyorum. Kendi ömrümü kurtarmak bir yana, bir de şu Orta Çağ nahoşları bizi asi, Tanrı’ya başkaldıran ve ütopyaların sevmediği8 insanlar olarak gösterdiği için kızgınım. Düzen düşmanı keder fıçılarıyız onların gözlerinde. Sizi yine temin ederim, benim kendi mağaramda kimseye başkaldırdığım falan yok. Buradan ayrılıp diğer davalarımla el ele verdiğimde, bunu tekrar tartışabiliriz fakat şu anda, yalnızca kendi çöplüğümde acılı bir şekilde ötüyorum.
Ütopyalarınız sizin olsun; benim gözlerim öylece gerçeğe dikili, duruyorum.
İçime kapanmak suç olmuş meğer, dış dünya bu çirkinliğiyle nam salmış gibi! Küçük bir ironi kırıntısı herhalde bu, öyle değil mi? Yüzümde kullanabileceğim en kuvvetli antidepresan, sahte ama sıcak bir gülümseme, bu ihtiyar dünyaya ayak basmış tüm ölümlülere güzel bir sabah, öğlen, öğleden sonrası ve akşam diliyorum her gün; bundan daha görgülü, toplumu kucaklayan bir davranış var mıdır, görebileceğiniz? Herakleitos ile kafa kafaya verip kötümserliğe safra kusmamı mı dilerdiniz yoksa?9 Ne gam ama! Ben, bu konuda gayet iyi iş çıkardığımı düşünüyorum; üstüne laf tanımayacağım!
Bir melankolik ne ister ki en fazla? İsteksizlik ve acı besler zaten onun kalbini, Hiçlik’ in sınırlarında dolanmak ve en nihayetinde onun içine dalmaktır arzusu. Tabi benim mütevazı zevklerim de vardır, lütfen mazur görün. Babamın taze ekmeğine ve yanında da peynire bayılıyorum. Ben de insanım canım, gülmeyin hemen! Ekmek dediğin, hayat kurtarmıştır şeydir hem. Üç güncük de olsa cana birkaç defa daha turlattı hasta vücudu, nabız bir müddet fazla attı damarlarda. İnzivadaki melankolik Demokritos, atom-adam, ekmek kokusuyla yaşadı, şenlik bitince de göçüp gitti.
Lütfen, bir kez dahi de olsa yargılamayın şu kırgın ruhumu. Ben de sizler gibi bir insanım, yalnızca gülümsemeye ihtiyacım var. Gelin; birlikte gülelim, konuşalım. Sağlıklı bir adamın hasta olandan da öğreneceği çok şey olabilir. Kim bilir; paylaşılan güzel bir yarenlik eşliğinde bir de ne görelim, asıl tedaviyi siz olmuşsunuz!10
1. Aias, Truva Savaşı’ndaki kahramanlığıyla nam salmış bir komutandır. Daha sonraları hayatını sonlandırmasıyla noktalanan paranoid melankolik bir sürece girmiştir (bkz: Kaynakça).
2. Geleneksel inanca göre yumruk yapılmış el, dayalı olduğu organda bir sıkıntı olduğuna işaret eder. Mesela Albrecht Dürer’in gravüründeki kadın betimlemesi, bir elini başına yaslamıştır. (bkz: Kaynakça)
3. “Faciel nigra”. Melankoliklerin kararan çehrelerine bir atıf.
4. Melankolik kişilikler, tipik olarak çevrelerine karşı duyarsızlaşırlar.
5. Melankolik kişiliklerde kontrast oluşturan duygu geçişleri görülür.
6. Çelenkler, en yaygın şekilde, özellikle Antik Yunan’dan da hatırlanabileceği üzere, erdemli olan insanların başlarına konur. Teber, Dürer’in meşhur gravürünü yorumlarken belki de melankolik bir manzarayı anlatan eserde çelenge de yer verilmesinin sebebinin bir ihtimal melankoliklerin yadsınmaması gereken yaratıcılığı olduğunu belirtir. Kararmış bir yüz “facial niger”, “orta bölgedeki bir sıkıntı” ve hüzünlü bir izolasyona sevk eden beyin, ki Fanomiralı Johannes beyinlerinin otopsisini yaptığı melankolik hastalarda 3. karıncığın kuruduğunu fark etmiştir (bkz: Kaynakça), yine de daha ılımlı Rönesans tutumuyla yaklaşıldığında kimisinin aslında gizli kalmış yeteneklerini ve yaratıcılıklarını özgürleştirdiği de söylenebilir.
7. Yunan mitolojisindeki Kronos. Babasını öldürüp Olimpos’a oturmuştur. Bereketli toprağı süren Altın Çağ Tanrısı, saban benzeri bir orakla babasını da öldürüp bir çelişki ile bağdaşlaşmıştır.
8. bkz: Kaynakça
9. Kara safra, melankoliyle bağdaşlaşan bir kavramdır. Herakleitos ise belki de en melankolik, ölüme methiyeler düzen bir filozof olarak bilinir.
10. Demokritos-Hipokrat atfı.
Kaynakça:
Teber, Serol. Melankoli: Normal Bir Anomali. Okyan Us Yayınları, 2009