Hepimizin eserlerindeki detaylara ve gözlem gücüne hayran kaldığımız bazı yazarlar vardır. Öyle ki bu tarz yazarların eserlerini okurken gözünüzü bir anlığına kitaptan ayırıp dışarıya baktığınızda bile anlatılan hikâyeyi o an görebilirsiniz. Benim için bu yazarlardan biri Herman Hesse.
1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü de kazanan ve yazarlığının yanında resimle de ilgilenen Herman Hesse, 1877 yılında Almanya’nın Calw kasabasında misyoner bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Hesse eğitim hayatında da misyoner ailesinin sıkı denetimi üstünde hissetmiştir. Hatta bu baskıların bir sonucu olarak görülebilen çocukluk ve gençlik döneminde yaşadığı bunalımlar, onu başarısız bir intihar girişimine sürükleyecek ve bunun sonunda bir süre sinir hastalıkları hastanesinde kalmasına neden olacaktır. Nitekim Hesse bu dönemde yaşadığı bunalımları ve genel olarak eğitim sisteminin öğrencileri sadece akademik başarıya yönelterek nasıl körelttiği hakkındaki düşüncelerini 1906 yılında yazdığı “Çarklar Arasında” isimli romanında harika bir açıklıkla gözler önüne serecektir. Hesse bu romanında devletin açtığı sınavı kazanıp yatılı bir okula gitmeden önce cana yakın ve renkli bir çocuk olan, gölde yüzmeyi, kırlarda dolaşmayı seven Hans Giebenrath’ın tabiri caizse git gide solup “grileşmesini” anlatıyor. Kendisine zorla yaşatılan ve kendi istediği şekilde yaşayamadığı onca şeyden sonra Hans ne eski canlı, neşeli Hans olur ne de kendisine dikte edilen şeylerde başarılı olabilir. Artık o yalnızca yitip gitmiş, kendisinden önce ve sonraki sayısız emsali gibi kimsenin umursamayacağı, “bir baltaya sap olamamış” bir çocuktur. Öyle ki okur Hesse’nin başarılı anlatımıyla kendini Hans’ın yanında hisseder, tutup onu o okuldan çıkaramadığı için kendine kızar, yitip giden bir hayat karşısında duyduğu dehşeti en derinlerde hisseder.
“Çarklar Arasında” isimli romanından başka, Hesse’nin yaşadığı gençlik buhranları en rahat gözlemleyebileceğimiz diğer romanı ise 1919 yılında yayınlanan “Demian” isimli romanıdır. Demian’da Hesse, insanın hayatını üzerine inşa ettiği temel kavramların kendisi tarafından tanımlanmasına izin verilmeyen Emil Sinclair’in kendi yolunu çizmesini anlatıyor. Öyle ki Emil, yeni arkadaşı Max Demian’la birlikte hayatında pek çok değeri sorgulayacaktır. Kimi zaman konusu ve yarattığı atmosferdeki benzerliklerle “Çarklar Arasında” ile de karıştırılabilen bu roman, anlatılmak istenen mesajın okuyucuya geçirilmesi açısından da en az onun kadar başarılı.
Sıkıntılı gençlik döneminin ardından Hesse sonunda hayatını kendi istediği yöne çekmeye başlayabilecektir. Bir dönem demir atölyesinde de çalışsa da daha sonra bir kitapçıda işe başlar. Kitapçıda başladığı bu iş ona ilham verici yazarların kapısını açacak, yazım tekniğinin ilerlemesi açısından önemli bir imkân sunacaktı.
Olgunluk döneminde ise Hesse aile hayatında istediği mutluluğu bulamaz ve eşiyle ciddi uyumsuzluklar yaşamaya başlar. Yaşadığı bu yeni bunalımdan kurtulmak için ilgisini Budizm’e vermeye başla. Belki de bu yeni girişim geçmişte ailesinin baskıcı rejiminin manevi dünyasında açtığı yaraları kapatmak için yeni bir yoldur. 1911 yılında arkadaşı Hans Sturzenegger ile Endonezya ve Sri Lanka’ya bir gezi düzenler. Nitekim Budizm’de de yaralarını kapatabilecek manevi ilacı bulamaz.
Tıpkı diğer eserlerindeki gibi Hesse’nin manevi dünyasındaki bu çıkmazın kendini 1922 yılında yayınlanan “Siddharta” adlı romanında da gösterdiği söylenebilir. Çarklar Arasında ve Demian’da, Hesse’nin çocukluk ve gençlik dönemindeki bocalamalarını izledikten sonra; “Siddharta” Hesse’nin olgunluk dönemindeki manevi arayışlarını gözlemlemek için harika bir yerdir. Kitapta Siddharta hayatta istediğini bulmak için pek çok yol dener. Ailesiyle ters düşüp onların yanından ayrıldıktan sonra önce bir keşiş hayatı yaşayan Siddharta daha sonra Buda’yla tanışmasının ardından onda istediği ışığın olmadığını anlar, bir süredir yaşadığı keşiş hayatından vazgeçer. Bu sefer kendi benliğini büyük bir şehirde aramaya başlar, ticarette şans yüzüne güler ve çok zengin olur. Ne var ki bir süre sonra denediği bu yeni yaşamın onu açgözlü, cimri, sinirli biri haline getirdiğini fark ederek yeniden keşiş hayatına döner ancak bu mütevazi hayata dönüşü ona istediği manevi ilacı veremeyecektir.
Genel olarak Hesse’nin eserlerine bakıldığında onu yazmaya iten şeyin manevi dünyasındaki çalkantılar olduğu görülebilir. Hesse çoğu eserinde ya kendisi üstünde kurulan baskıları ya da kendi benliğini arayışını anlatarak milyonlarca insana ilham vermeyi başarmıştır.
KAYNAKÇA