Bahar dönemini geçirdiğim “eğlencenin başkenti” Amsterdam’da geçtiğimiz günlerde tanık olduğum King’s Day, şehrin bu unvanı almasında kesinlikle oldukça büyük bir rol oynuyor. İnsanların uğruna başka ülkelerden geldiği, tüm turuncularını kuşandığı ve binlerce kanalın bağladığı sokaklara akın akın doluştukları bu gün, Hollandalıların kalbindeyse bambaşka bir yere sahip.
2014’ten beri her 27 Nisan’da coşkuyla kutlanan Kral Günü, en başta 31 Ağustos 1885’te Prinsessedag yani Prenses Günü adı altında Prenses Wilhelmina’nın beşinci yaş günü kutlamalarıyla başlamış. Flemenkçe adıyla güncel olarak Koningsdag olan Hollandalıların bu milli bayramı, Hollanda Kralı Willem-Alexander’ın doğum gününü işaretliyor. 2013 yılına kadar da Koninginnedag adıyla Kraliçe Günü olarak 30 Nisan’da Kraliçe Beatrix’in doğum günü kutlanıyormuş. Bununla birlikte Kral Willem-Alexander doğum gününde her sene Hollanda’nın farklı bir kentine ziyaret gerçekleştirmekle birlikte bu seneki durağını Rotterdam olarak belirlemişti. Bense kendisinin 56. yaş kutlamalarına Amsterdam’da turuncu bir cümbüşün içinde canlı bir şekilde tanık oldum.
King’s Day kutlamaları aslında 26 ve 27 Nisan’ı bağlayan geceden başlayıp 27’sinin gecesine kadar devam ediyor, yani King’s Night asıl günden önceki gece çoktan başlamış oluyor. Eğer 27 Nisan bir pazar gününe denk geliyorsa da King’s Day 26 Nisan’da kutlanıyor. Keyfine ve eğlenceye bir hayli düşkün olan Hollanda halkı bu sayede kesintisiz bir şekilde eğlenceye devam edebiliyor. Hollanda’nın her şehrinde tanık olabileceğiniz bu kutlamaların en kapsamlı ve görkemli olanları Amsterdam’da yer almakta. Şehrin merkezine adım adım ilerledikçe yükselen müzik seslerini duyabilir, insanların konservelenmiş sardunyalar gibi doldurduğu ara sokakları görebilir, aralarından sıyrılıp ilerlemeye çalışırken arkadaşlarınızı ve benliğinizi kaybedebilirsiniz.
Şehri insandan geçilmez kılan bu partilerin en göz alıcı ve heyecanlı olanları çeşitli müzeleri barındıran müzeler bölgesi Museumplein, Leidsplein veya Jordaan bölgelerinde yer almakta. Festival hem karada hem suda devam ediyor. Özellikle kanal ve köprü bölgelerinde büyük kalabalıklara ve art arda süzülerek geçen müzikli parti botlarına rastlamak oldukça mümkün. Amsterdam’ı King’s Day’in gözde mekanlarından biri yapan da nihayetinde bu kanallarda akan etkinlikler. Müzik, neşe ve dans insanların evlerinden kaldırımlara, sokaklara taşıyor ve ilginç bir birliktelik ve aidiyetlik hissi bu görüntülere şahit oldukça içinize serpiliyor. Öncelikli olarak Waterlooplein ve Rokin bölgelerinde kurulan, cadde boyunca devam eden kocaman bit pazarlarına da uğramadan bitirmemek lazım günü. Çünkü vergiden muaf olunan King’s Day‘de sokaklar, insanların kullanmadıkları eşyaları ucuza satabilmek için evlerinin önüne açtığı stantların ve çadırların altında vrijmarkt (free market) adını verdikleri bir büyük pazara bürünüyor.
King’s Day ne kadar eğlenceli ve şatafatlı bir festival olsa da tecrübe etmeden önce bilinmesi gereken birkaç unsur var tabii ki. Benim için Amsterdam’ı bir muharebe alanına çeviren şeylerden birkaçı turistlerle de iyice artan insan nüfusunun oluşturduğu sorunlardı. Özellikle Centraal Station ve çevresinde arkadaşlarınızla haberleşmek ve buluşmak çöken telefon hatları sebebiyle imkansız hale gelebiliyormuş, neyse ki bizim deneyimimiz bu yönde olmadı. Bunun yanı sıra toplu taşıma da bir hayli meşakkatli bir sürece dönüşüyor. Metroların çoğunun servis dışı olmasıyla birlikte tramvaylar da şehrin merkezine ilerledikçe azalıyor. Bu sebeple ulaşımı yayan bir şekilde veya bisiklet aracılığıyla belli bir yere kadar sağlamak tek olası çözüm.
Tüm Hollanda’nın turuncuya boyandığından, herkesin bir şekilde bu renkli güne ayak uydurmaya çalıştığından bahsettim. Peki nereden geliyor bu turuncu aşkı? Aslında birkaç ufak sebebi olsa da en önemlisi kraliyet ailesinin Huis van Oranje (İngilizcesi “House of Orange”) ismini taşıması, yani turuncunun kraliyet ailesinin rengi olması. Bunun yanı sıra Hollanda milli futbol takımı Ajax’ın da renklerinin turuncu olması, Hollandalıların bu rengi iyice benimsemesinde ve kışın ardından baharın gelişine bu sıcak renkle kucak açmalarında bir köprü görevi görüyor.
King’s Day’de üzerinizde bir parça turuncu olmadan dolaşmak kesinlikle hata olur. Zira herkes ufak bir toka, şapka, fular veya tamamen turuncu bir kostümle bu özel günün bir parçası olmakta fazlasıyla hevesli. Bu ufak jest, bireyselciliğin fazlasıyla ön planda olduğu bu ülkede o özlediğim kolektivist ortamı ucundan da olsa hissettirdiği için parçası olmanın iyi hissettirdiğini belirtmeden geçemem. Sokaklarda dolaşırken, bir partiden diğerine mekik dokurken milli bayramlarımız, caddeleri inleten marşlarımız ve hep birlikte olduğumuz o özel günler burnumda tüttü adeta. Ne kadar farklı bir kültürün içinde yüzdüğümü bir kez daha anladım, burada bir kralın doğum günü ülke genelinde şevkle kutlanırken bizim ise kaybettiklerimizin anısına yas tuttuğumuz günleri kalbimizde yaşattığımızı anımsayınca. Bu farkındalık, beraberinde biraz da burukluk getirdi tabii ki.
King’s Day, yolu Hollanda’ya düşen herkesin bir kere tecrübe etmesi gereken turuncu, hareketli bir şölen. Milli bir bayram olarak nitelendirilse de, her milletten insanın doyasıya eğlendiği, ülkesini de bir hayli özlediği, anı defterine 27 Nisan’ı kazıyacağı unutulmaz bir deneyim kazandıracağına gönülden inanıyorum.
Bu yüzden bisikletlerinizi park ettiğiniz yeri unutmayın, turuncularınızı kuşanın, uyku bu gece düşmanınız, çılgınlar gibi eğlenmekten asla sakınmayın!
Kaynakça:
King’s Day (Koningsdag)
https://edumag.net/galeri/amsterdamda-kings-day-festivaline-katilmaniz-icin-6-neden/