Bilişim olanaklarının arttığı ve yaşam standartlarının daha önce hiç olmadığı denli yükseldiği günümüzde siyaset, 20.yy’dakinde olduğu gibi yalnızca işsizlik, ekonomik büyüme ve gelir eşitsizliği gibi sorunlara odaklı kalamaz oldu. Özellikle Batı dünyasında siyasetin içerdiği toplumsal alanların genişlediğini görüyoruz. Yaşam koşulları ekonomik açıdan belli bir seviyeye gelen toplumlarda siyaset kurumu artık kültürel meselelerde de çözüm üretmek için sorumludur. Bu kapsamda 21.yy siyasetinde çevre, din, cinsiyet gibi daha geri planda gözüken konular da hepimizin üstüne tartıştığı kavramlar haline geldi.
Yüzyıllar boyunca hastalıklı, sapkın ve dolayısıyla öteki olarak etiketlenen LGBTİ’ler de dünya siyasetinin geldiği yerde, kendileri için bir eşitlik ve hak mücadelesi başlatabilecekleri bir zemin buldular.
Bu hak mücadelesi kökünde yeni başlamış bir mücadele değildir. 1970’li yıllarda liberal-kapitalist siyasi düzenin çalkalanması ve insanların Soğuk Savaş’ın getirdiği mentaliteden yavaşça sıyrılmaya başlaması aslında toplumsal cinsiyet meselesi gibi birçok kültürel meseleyi ilk kez tartışmaya açmıştır. Bu meseleleri bugünkü ciddiyetine kavuşturan da aslında özellikle 1970’lerden sonra ortaya çıkan dünyayı ak ve karadan ibaret görmeme bilincidir. Stonewall protestolarında ilk kez örgütlü bir mücadeleye doğru evrilen LGBTİ hareketi bugünlerde, başladığı noktadan çok büyük bir ilerleme kaydetti. Belli bir topluluğun düzene karşı ayaklanması olarak ilk izlerini gördüğümüz hareket, artık eskimiş paradigmayı yıkmış ve toplumda çok yüksek oranda bir farkındalık yaratarak amaçlarından birçoğunu gerçekleştirmiş durumda.
Üstte söz ettiklerim yaşanırken bir yandan da dünyada güçlenen bir kimlik siyaseti trendi de olduğunu hatırlatmak gerekir. Özellikle Soğuk Savaş’tan sonra eskiden geçerliklerii çok daha yüksek olan liberallik, sosyalistlik gibi ideoloji temelli siyasi kimlikler geçerliklerini yitirmeye başladı. Bunların yerini yeni yüzyılda etnik, cinsiyet ve inanış temelli kimlikler aldı. Bu noktada LGBTİ’ler mevcut liberal-kapitalist düzene başkaldıran bir topluluk değil, toplumu oluşturan birçok kimlikten birinin sahibi haline geldi. Farklı kimliklerin, siyasetten talep ettikleri birbirleriyle aralarında ciddi bir rekabet oluşmasına da neden olduğunu düşünürsek, LGBTİ’lerin artık destekçileri olduğu gibi rakiplerinin de olduğunu görürüz.
Bu rekabet, günümüzde eskiden olduğu gibi herkese seslenmeye çalışan geleneksel medya araçlarının yerine sosyal medya başta olmak üzere yeni medya ile yer değiştirmesi ile kutuplaşmaya ve yeniden ana akıma uymayan grupların dışlanmasına neden oldu Sonuçta LGBTİ’ler hem politika yapım sürecindeki önceliği kapmak için çeşitli gruplarla rekabete girdi hem de devlet ve toplum tarafından ayrıcalık tanınan gruplara karşı savaş vermek zorunda kaldılar. Bu ayrıcalıklı gruplar ABD’de beyaz, protestan, heteroseksüel erkekler, Türkiye’de ise Türk, sünni, heteroseksüel erkekler olarak örnek gösterilebilir. Yeni medya yalnızca bu grupları karşı karşıya getirmekle de kalmıyor. Yeni medyanın bir özelliği de insanları belli başlı filtre balonlarına hapsederek, karşıt düşüncelerle kişilerin karşılaşmamasını sağlamak ve insanları giderek daha hoşgörüsüz ve tutuculaştırması. Dolayısıyla bu gruplar karşılarındakilerini her zaman bir nefret nesnesi olarak görmeye eğilimliler.
Toplumsal cinsiyet meselesi toplumun hoşgörüsünü ve uzlaşı kültürünü yitirmeye başladığı bir dönemde siyasetin ciddi bir meselesi haline geldi. Yani insanlar bu konuyu eskisi gibi bir kesimin meselesi olarak değil, toplumun bir meselesi olarak görüyorlar. Bu ortamda da kendisini artık siyasi duruşuyla değil de yaşam biçimi ve inanışlarıyla tanımlayan insanlar, onlara göre çok zıt kalan LGBTİ’lerin yaşam biçimine saygı duymuyor hatta hoş görmüyorlar. Burada vardığım sonuç da toplumsal cinsiyet meselesi ve birçok kültürel sorunun siyasetin ana tartışma konusunun düşünülenin aksine olumsuz sonuçlar doğurduğudur. Batı’da LGBTİ ya da müslüman olmak artık insanların sizi tanımamasına karşın size nefret duymasına pekala neden olabiliyor. Bunun nedeni de insanların ayrıcalıklarını yitirme korkusu ve alıştıkları toplumsal düzenin değişmesinden kaygılanmlaları. LGBTİ+ gibi ötekileştiren kitleler toplumdaki bu değişime ayak uydurmalı ve taleplerinden vazgeçmemelidir ancak var olan toplumsal gerginliği ateşleyecek, insanları tahrik edecek eylemlerden de kaçınmalıdır. Eminim ki bu köklü hareket yoluna devam edecek ve taleplerini de sonuna kadar alacaktır, nefreti körükleyen hatta teşvik edenler tarih sahnesinde kendine hiçbir yer bulamayacaklardır.