Gerçek ile sahtenin arasındaki çizgi sandığınızdan daha mı ince? Orson Welles, iki yıllık bir kurgu süreci sonunda 1973’te tamamladığı F For Fake filmiyle bu sorunun peşine düşüyor.
“Biz profesyonel yalancıların hizmet etmeyi umduğu şey gerçektir. Korkarım ki bunun süslü kelimesi ‘sanat’. Bunu bizzat Picasso söylemişti. Sanat, demişti, bir yalandır — ama bize gerçeği fark ettiren bir yalan.”
F for Fake’in anlatım biçimi alışılmış bir belgesel ya da filmden çok farklı. Hikâye
sürekli kesilir. Welles, bir anda sahnede görünüp sizi kendi numaralarıyla şaşırtır ve kafa
karışıklığı oluşturarak olayları çözmeyi size bırakır. Eğer filmi izlerken kaybolanlardansanız
ya da filmi izlerken bir oraya bir buraya savrulmak istemiyorsanız, bu yazı tam size göre.

Görsel 1. Welles’in anlatımı sırasında Elmyr de Hory.
Dikkat: Bu yazı spoiler içerir.
Film daha ilk dakikada izleyiciyi oyuna dahil ediyor. Tren istasyonunda çocuklara sihir gösterisi yapan Welles’in sesi ve görüntüsü uyuşmuyor. Bu örtülü uyarının hemen ardından ise izleyicilere bir film izlediklerini açıkça hatırlatan sahneler geliyor. Welles önce set ekibini gösteriyor, kameraman kameraya dönüp selam veriyor. Ardından Welles, “Bayanlar baylar, bu film hilekârlar, aldatmacalar ve yalanlar hakkında!” diyor ve önümüzdeki bir saatte anlatacaklarının gerçek olduğunu iddia ediyor. Ancak monoloğun sonunda ekranda “fake”(sahte) yazısı beliriyor. Böylece Welles, kendi sözlerini kendi filmi içinde boşa düşürüyor.

Görsel 2. Welles’in izleyici ile olan monologlarından biri.
Welles, sahtelik ve sahtecilikle ilgili anlatısını iki figür etrafında kuruyor: ressam Elmyr de Hory ve yazar Clifford Irving.
—
Elmyr de Hory
Gençliğinde Paris’te açlıkla mücadele eden bir ressam. Kendi tabloları ilgi görmez, geçinmekte zorlanır. Bir gün bir kadın, onun yaptığı bir çizimi Picasso sanıp satın alır. Elmyr o anda, bir eserinin ünlü bir sanatçının adıyla çok daha büyük bir değer kazandığını anlar. Bu keşif zamanla bir mesleğe dönüşür. Modigliani, Matisse, Picasso… Elmyr’in elinden çıkan tablolar galerilere girer, koleksiyonlara yayılır. Kağıtları eskitir, tuvallere vernik sürer.
Onun hikâyesi, bize sanatta “imza”nın mutlak otoritesini sorgulatır. Picasso imzası atılınca paha biçilemez olan tablolar, Elmyr’in kendi adıyla neredeyse hiçbir değer taşımaz. Böylece sadece sahte eser üretmez, (istemeden de olsa) sanat dünyasının imza takıntısını görünür kılar.
De Hory, Ibiza’da lüks ve eğlence içinde yaşar, ünlülerle aynı sofraya oturur. Clifford Irving’e anlattığı yaşam öyküsü ise zamanla gerçekle yalanın iç içe geçtiği bir masala dönüşür. Kimliğini, kökenini, geçmişini sürekli yeniden kurar, kendisi de sahte ile gerçek arasında asılı kalan bir tabloya benzer.
1976’da, mahkemelerin ve suçlamaların baskısı altında, teslim olmamak için uyku haplarıyla hayatına son verir. Bugün bilimsel yöntemler onun sahte tablolarını tespit edebiliyor olsa da Elmyr de Hory’nin kendi sahteliği hâlâ tam olarak çözülemiyor.

Görsel 3. Welles’in kamerasından Elmyr de Hory.
Clifford Irving
Irving ise sahtekârlığını kalemiyle yapıyor. Elmyr’in biyografisini yazdıktan sonra, ondan ilham alarak filmde ikinci sahtekâr olarak karşımıza çıkıyor.
1960’larda Ibiza’da yaşayan Clifford Irving, orta seviye bir yazar. Orada Elmyr de Hory ile arkadaş oluyor ve onun hikâyesini Fake! adlı kitabında bizlerle buluşturuyor. Kitabın başarısı, Irving’e daha büyük bir fikir veriyor: Dünyadan elini çekmiş milyarder Howard Hughes’un otobiyografisini yazmak.
O zamanların merak konusu Hughes’un kendisiyle iletişime geçtiğini iddia edip yayınevlerini kandıyor ve uzmanlar bile yanılıyor. Hughes’un el yazısını taklit ediyor, yalan makinesinden geçiyor ve yayınevinden kitap için büyük bir avans alıyor.
Irving röportajlarda büyük ilgi çekip medyayı kandırırken Hughes sonunda sessizliğini bozuyor. Basına telefonla bağlanıp Irving’i sahtekâr ilan edince Irving’in planı çöküyor. Eşiyle tutuklanıyor ve Irving 17 ay hapis yatıyor. O günden sonra yazarlık kariyeri bu olayla gölgelenir ve hafızalarda bir dolancı olarak yer ediniyor.

Görsel 4. Irving ve eşi ile alakalı bir haberden kesit.
Orson Welles
Üçüncü bir sahtekâr olarak karşımıza çıkıyor ve kendisini geçmişindeki oyunları da açığa vuruyor. İlk tiyatro rolünü ünlü bir oyuncu olduğunu söyleyerek aldığını, ayrıca 1938’de yayımladığı ve sahte bir uzaylı istilasını haber bülteni gibi sunan War of the Worlds radyo programıyla binlerce insanı gerçekten saldırı olduğuna inandırdığını hatırlatıyor. Böylece kendisini Elmyr ve Irving’le aynı keseye koyuyor.
Chartres Katedrali’ni örnek göstererek sanatın değerini imzadan değil, eserin kendisinden aldığını savunuyor. Yaratıcısı bilinmeyen bu yapı, sanatın isim olmadan da var olabileceğini kanıtlıyor (ki bu Welles’in parmak istediği nokta.)
Film boyunca Welles sık sık anlatıma müdahale ediyor; kimi zaman kurgu masasından konuşuyor, kimi zaman belgesellerden ve röportajlardan sahneler kesip yeni görüntüler ekliyor. Doğrusal bir akış yerine atlamalar ve geri dönüşlerle izleyiciyi sürekli sorgulayan bir yapı kuruyor. Elmyr’in sahte tablolar yapma sürecini anlatırken Rönesans’ta taklidin meşru bir sanat olduğunu hatırlatıyor. Irving’in görüşlerini aktardığında ise onun sahte bir biyografi yazdığını söyleyerek hem kendi hem de Irving’in güvenilirliğini zedeliyor. Böylece film, basit bir belgesel olmaktan çıkıp kişisel bir araştırmaya dönüşüyor.

Görsel 5. Welles’in War of the Worlds’e göndermesi.
Filmin sonunda Welles, Oja Kodar üzerinden bir hikâye anlatıyor. Picasso’ya aitmiş
gibi sunulan tabloların aslında Kodar’ın dedesine ait olduğunu fakat eleştirmenlerin bu
eserleri övgüyle karşıladığını söylüyor. Daha sonra bunun da kurmaca olduğunu itiraf edip
seyirciye dönüyor ve filmi bir sihirbazlık numarası ile taçlandırıyor.

Görsel 6. Welles’in son sihirbazlık numarası.
Welles’in amacı seyirciyi kandırmak değil, onu daha dikkatli bakmaya yönlendirmektir. Bir sahnede kadehinden şarap dökülür; bu bir kaza gibi görünür ama üç farklı açıdan çekildiği fark edilince bunun da bilinçli bir hile olduğu anlaşılır. Bu tür ayrıntılar izleyiciyi pasif olmaktan çıkarır, filmi aktif bir şekilde takip etmeye zorlar.
Eleştirmen Rosenbaum’un (2014) belirttiği gibi, Welles’in sahtekârlığının anahtarı seyircinin hayal gücüdür. F for Fake, sanat ile gerçek arasındaki sınırları bulanıklaştıran benzersiz bir yapımdır. Elmyr’in tabloları, Irving’in kitapları ve Welles’in oyunbazlığı aynı soruyu gündeme getirir: Gerçek sandığımız şey aslında ne kadar gerçektir?
Welles’in fısıldadığı yanıt ise şudur: Belki de önemli olan hakikatin kendisi değil, onu ararken gösterdiğimiz samimiyettir. Çünkü tıpkı bu film gibi hayat da çoğu zaman gerçek ile yalanın iç içe geçtiği bir oyundan ibarettir.






