Geçtiğimiz dönem sonu finallere çalışırken, derslerimizden birinin finali için özellikle LVMH (Louis Vuitton-Möet Hennessy) üzerinde çok durduk. LVMH ne derseniz, aslında Louis Vuitton, Givenchy, Kenzo, Marc Jacobs vb moda markalarının sahibi olmanın yanı sıra Dom Pérignon, Veuve Clicqout ve Möet & Chandon gibi içki markalarının da ortağı olan şirket. Tabi ordaki amacımız daha çok işletmeyle arasındaki bağ ile alakalı bir şekilde şirketi incelemekti ancak laf dönüp dolaşıp genel anlamda modaya geldi. Herkes en iyi modacıların ve tasarımcıların hangi ülkeden çıktığı ile ilgili fikrini beyan ediyordu. Çoğunlukla tahmin edebileceğiniz gibi Fransızların ve İtalyanların isimleri geçti- Brit’leri de söyleyenler oldu tabi ki, Alexander McQueen, Christopher Kane, Stella McCartney, Phoebe Philo (Céline) vb sanatçıları unutmak ayıp olur. Ben “Belçikalılar” diyince ortalık sessizleşti ve hatta “saçmalama” diyip suratıma gülen arkadaşlarım oldu. Aslında benzeri tepkileri daha önce bu konu başka bir arkadaş grubunda geçtiğinde de aldığım için pek şaşırmadım. Hatta siz bile tehlikenin farkında olmayabilirsiniz ama uyaralım: Belçikalılar modayı ele geçiriyor ve yeniden yorumluyor. Üstelik sadece kıyafet ve ayakkabı için değil, mimari anlamda tasarımcılarıyla da oldukça fazla sayıda yeteneğin anavatanı Belçika.
Şimdi size birkaç isim sayacağım: Martin Margiela, Kris Van Assche, Ann Demeulemeester, Raf Simons, Olivier Theyskens, Dries Van Noten, Dirk Bikkembergs ve Diane von Fürstenberg. Bunların içinde birkaçını bildiğinizden eminim. Öncelikle Diane von Fürstenberg. Zaten modayı biraz takip eden biriyseniz onu bilmemeniz çok düşük bir ihtimal. “Wrap-dress”lerin anası Fürstenberg çok uzun yıllardır bu işin içinde ve güçlü kadın imajını günümüz kadınlarına taşımak için oldukça yatırım yapıyor şirketi için. Hala da tasarımlarının yapımı aşamasında birebir yer alıyor.
Çoğunluğun bileceği diğer iki isim de Martin Margiela (Maison Martin Margiela’dan aklınızda kalmış olabilir) ve Dries van Noten- markasıyla aynı adı taşıyan diğer bir tasarımcı. Bu ikisi hakkında bilmedikleriniz olabilir tabi. Mesela Margiela’nın daha önce Hermès’in kreatif direktörü olduğunu ve Antwerp Six- yazının ilerleyen kısımlarda bunu açıklayacağım- grubunun arasında sayılmamasını sebebinin Royal Academy of Fine Arts’tan bir yıl önce mezun olması olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Dries Van Noten ise yıllardır pek çok ünlünün favori markaları arasında. Drew Barrymore favori markasının Dries Van Noten olduğunu 2 yıl önce bir ödül töreni sırasında giydiği Van Noten imzalı bir tasarımın sebebini açıklarken söylemişti.
Ve yine belki ara sıra Net-a-Porter’a veya bu tarz online alışveriş sitelerine göz gezdiriyorsanız, hatta Beymen, Harvey Nichols vb department store’lara ara sıra girip neler var diye bakıyorsanız, Olivier Theyskens ve Ann Demeulemeester isimlerini görmüş olabilirsiniz. Hatta belki de içinizden Demeulemeester demeye çalışıp diyemeyişinize bir iç çekmiş veya bunu telafuz edebilmeyi başaran nadir gruba dahil olduğunuz için kendinizle gurur duymuş da olabilirsiniz. Özellikle Demeulemeester- yazması bile zor- son zamanlarda gerçekten son derece başarılı isimlerden biri haline geldi kendi adını taşıyan markasıyla. Giyilebilir, bir anlamda rahat ve sade renklerden oluşan koleksiyonlarıyla sofistike bir görüntü yarattığı konusunda pek çok kritik hemfikir. Açıkçası tasarımlarını hiç giymedim ancak çevremde giymiş olanlar kalitesinden oldukça memnun, tasarımları zaten giymeyeni bile tatmin edebilecek nitelikte çoğu zaman.
Gelelim benim en sevdiğim Belçikalı adama… Tabi ki Kris van Assche’den bahsediyorum. Muhteşem bir tasarımcı, terzi ve direktör olmasının yanı sıra bu adamı sevimli bulmamak elde değil. O kadar mütevazı, o kadar sempatik ve o kadar aklı başında cevapları var ki röportajlarında, bu adamı neden daha önce duymamışım diyip üzüleceğinizi düşünüyorum. O tabi ki Dior Homme’un kreatif direktörü. Dior Homme ne yazık ki Türkiye’de mağazasını açmıyor ancak zaman zaman ürünlerini Beymen’den bulabilirsiniz. Van Assche, Hedi Slimane sonrası Dior Homme’a yeni bir nefes getirdi, markanın ürünlerini insan dışı dar kalıplardan normal boyutlara çekerek “asil ve güçlü erkek” görüntüsü yaratan tasarımlara imza atmaya başladı. Ayrıca daha önce YSL’de de -günümüzün Saint Laurent’i- Slimane’a asistanlık yaptı. Unutmadan ekleyeyim, kendi adını taşıyan bir markası da var- ne yazık ki erkekler için tasarlıyor sadece.
Belki de aranızda Dior takipçisi kadınların iyi bileceği bir ismi sonlara bırakmamın sebebi aslında çoğunun Raf Simons ismini duymuş olduğu halde nereli olduğu veya hangi markanın kreatif direktörü olduğu hakkında fikri olmuyor olmasından kaynaklanıyor. Evet, Simons Dior’un Dior Homme koleksiyonları dışındaki diğer koleksiyonların başındaki isim. Simons aynı zamanda Alman markası Jil Sander’e de zamanında kreatif direktörlük yapmış- öyle ki markanın isim annesi Sander’in markasını emanet edecek kadar güvendiği nadir isimlerden Simons. Belçika’nın özgür, rahat, çılgın ancak zaman zaman sade ve kültür çokluğundan kaynaklanan “çeşitliliği” tasarımlarına her daim taşıyor Simons.
Gelelim Antwerp Six’e- ki birazdan Dirk Bikkembergs adını neden yazdığımı da anlamış olacaksınız, aslında çoğunuzun bu ismi daha önce duyduğunuzu düşünüyorum. Antwerp Six, yani Antwerp Altılısı- Antwerp’in Royal Academy of Fine Arts okulundan 1980-81 yılları arasında mezun olmuş ve radikal ve inovatif koleksiyonlarıyla modada o yıl büyük bir değişime imza atmış 6 isimden oluşuyor: Ann Demeulemeester, Dirk Bikkembergs, Dries Van Noten, Walter van Beirendonck, Dirk van Saene, Marina Yee. Bu 6’lı dikkatleri üzerlerine Londra’daki Fashion Show’da gösterdikleri bir koleksiyonla çekiyor ve tarihe adlarını bu şekilde yazdırıyor. Saymış olduğum 6 ismin hepsini bilmemeniz normal. Aralarında farklı alanlara yönelenler var- Dirk Bikkembergs’in spor koleksiyonlarına yönelmesi gibi, burda markanın spor havasından bahsetmiyorum sadece; Bikkembergs gerçekten bir dönem futbol için kıyafet tasarımları yaptı. Aralarında büyümemeyi tercih eden ve büyümenin yaratıcılıklarını kısıtlayacaklarını düşündükleri için korkan tasarımcılar var- karizmatik ve eksantrik Van Saene gibi. Aralarında gerçekten fazla çatlak tasarımlarına yeterince alıcı bulamadıkları için popüler kalamayanlar var- Marina Yee gibi. Bir de bunların hepsinden ortaya karışık sebeplerle adını yeterince duymadığınız Walter Beirendock var- bu adamı bir araştırmanızı tavsiye ederim, değişik sakallarıyla çok komik ve sevimli bir adam.
Biz her ne kadar modanın hala Fransız ve İtalyanlar tarafından yönetildiğini düşünsek de aslında farkına varmadığınız bir şekilde İngilizler, İskoçlar ve Belçikalılar şu anda günümüz modasını yönlendirenler. Bu biraz da onların modern ve klasiği, yaratıcı ve sadeyi, çarpıcı ve mütevazıyı harmanlamayı son derece başarılı bir şekilde yapmalarından kaynaklanıyor. Hatta inanıyorum ki zıtlıkları başarılı bir şekilde harmanlayabilmelerinin başlıca sebebi kültürleri ve ülkelerindeki çok çeşitli yapının olabildiğince barışçıl şekilde yaşanması- en azından bu çeşitli ortamda olmaya kendilerini alıştırmışlar, nitekim türlü türlü ırkların yer aldığı Londra, ırkçılığın neredeyse hiç yer almadığı nadir metropollerden biri. Her türden insanı anlayıp onlar için tasarlayabiliyor olmaları da onların başarısını açıklayan başka bir sebep. Yani siz siz olun artık Belçikalıları moda konusunda yabana atmayın. Aslında ufacık Belçika kocaman yetenekleriyle modada uzun zamandır yer alıyor.