Bir çocuğun hayatında belli dönüm noktaları vardır, atlaması gereken eşikler. Çocuk, başarı hissini, takdir edilmeyi, kendini geliştirdikçe kapısı açılan dünyaların olduğunu fark eder. Başarılı olmanın ve çevresindekilerde hayranlık uyandırmanın onda bıraktığı iz kendi değerini anlamasını, daha çok çabalamasını sağlar. Okumayı söktüğü an da onun için çok önemli bir eşiktir.
“Okuyan insan gelişen insandır, düşünen insandır, başa çıkabilen insandır.” diyor Nevin Hanım. Birkaç gün önce Nevin Kaygusuz Apaydın ve Nesrin Kaygusuz Kalaycıoğlu’yla röportaj yapma şansını yakaladım. Çok keyifli sohbetimizi umarım hakkıyla size aktarabilirim.
Nevin ve Nesrin kardeşleri Cin Ali’nin ablaları diye tanıyoruz. Her ne kadar yaşları dolayısıyla: “Biz artık Cin Ali’nin anneanneleri olduk.” deseler de enerjileri, yaydıkları ışık ve güzellikleriyle Nevin Hanım ve Nesrin Hanım Cin Ali’nin ablaları olmaya uzunca süre devam edecekler bence. Babaları Rasim Kaygusuz, Cin Ali kitaplarının yaratıcısı. Türkiye’de okumayı öğrenen çocukların ilk okuduğu kitap Cin Ali’nin hepimizin kalbinde çok özel bir yeri var.
Nevin ve Nesrin Hanım, beni “Cin Ali” isimli sıcacık mekanlarında ağırladılar. Kocaman bir bina satın almışlar. Kitaplardan gelen gelire kendileri de katkı koyup bir müze açmaya karar vermişler.
Şimdilik kafesi ve hediyelik eşya dükkanı var. Mekan Cin Ali sarısıyla bezenmiş, duvarlarda Cin Ali ve ailesinin resimleri var. Mekan capcanlı, yaşıyor, ömrünün başında ve sizi sıcacık bir gülümsemeyle karşılıyor. Bahçeye girdiğiniz anda mutlu olmamanız imkansız. Cin Ali’nin ablalarına (umarım hitabıma kızmazsınız diyerek devam ediyorum.) müzenin ne zaman ziyaretçilerle buluşacağını sordum. Nevin Hanım söze başladı:
“Sonbaharda… Normalde sonbaharda açılacak diye bir planımız var ama biz iki senedir sonbaharda açacağız, diyoruz. Burayı ilk aldığımızda ekimde açacağız, demiştik ama bunu dediğimizde 2014’tü. Biz 2015 ekimde kafeyi ve hediyelik eşya dükkanını açtık. İlk inşaata başladığımızda burası çok eski bir binaydı. ODTÜ yurdu olarak kullanılmış. Bina eski olduğu için yapmamız gereken çok şey oldu. Bütün tesisatları değiştirdik. Elektrik, su sistemleri değişti, binanın dışını baştan yaptık. Mesela güç artırım projesi bizi beş ay bekletti. Ama biz de bir kere yapalım, en iyisini yapalım, dedik.” Nesrin Hanım’ın yüzündeki gülümseme dikkatlerden kaçacak gibi değildi. Güzel bir anekdot paylaştı bizimle:
“Anne tarafı bizim Karadenizli. Karadenizliler, bilirsiniz çok esprili olur. Yüksel Dayım da rahmetli çok şakacıydı. Bu bir bisiklet almış, delikanlılık zamanları. Komşunun oğlu da ortaokul çağlarında falan. O bisiklete binmek istiyor çocuk ama nasıl içi gidiyor… Dayım da diyor ki: ‘Yaz duvara yarın olunca bisikleti alacaksın.’. Çocuk, yazıyor duvara. Çocuk da her gün geliyor. Yüksel dayım da: ‘Ben bugün demedim ki, yarın dedim.’ diyor. Erteliyor erteliyor, sonra da binebildi mi bilmiyorum.” Hepimiz gülmeye başlıyoruz. Anlaşılan müze bir sonbahar günü açılacak. Ne zaman bilmiyorum ama açılır açılmaz gitmeyi planlıyorum. Müze dışında bir de çocuk kütüphanesi açacaklarmış. Fikir kulağıma harika geliyor. Türkiye’de bunun örneklerinin olup olmadığını soruyorum. Varmış ama çok azmış. Ankara’da Ay Dede Çocuk Kütüphanesi varmış mesela, Nene Hatun Caddesi’nde. Çocuk kütüphanesi fikrinin nerden geldiğini merak ediyorum. Nevin Hanım yumuşak, tatlı sesiyle bizi çocukluğuna götürüyor:
“Bizim çocukluğumuzda mahallemizde çocuk kütüphanesi vardı. Özellikle ben oraya gitmeyi çok seviyordum ablamla. Evimize de çok yakındı. Orda her türlü kitap, çizgi kitap olurdu. Orada birtakım etkinlikler de yapılırdı, masal okuma gibi. Sonra kapandı şimdi gene çocukların zevkle gelebilecekleri bir yer olsun istiyoruz ama bakalım başarabilecek miyiz? Biz hem çocukların okuyacağı her türlü kitap hem de eğitim araştırmaları için bir kütüphane olsun istiyoruz. Çocuk hakkında araştırmacıların her türlü şeyi bulabileceği bir kütüphane olacak.” Nevin Hanım açabileceklerinden emin değil ama kısa tanışmamıza dayanarak söyleyebilirim ki, bizi Ankara’da harika bir çocuk kütüphanesi bekliyor.
Sohbet ilerledikçe Nevin Hanım’ın Ankara Üniversitesi’nde “Müze Eğitimi” yüksek lisansı yaptığını öğrendim. Cehaletim affola, müze eğitiminin ne olduğunu sordum:
“Müzeler son yıllarda biraz şekil değiştirdi. Şekil değiştirdi derken, işlevi değişti. Sadece gezilen yerler değil, aynı zamanda yaşayan yerler olması ve her yaştakilere müzeyi sevdirme amacı taşımaya başladı. Aslında müze etkinliği ve eğitimi biraz karıştırılıyor. Müze eğitiminde müzenin kendi objelerini eğitim amaçlı kullanıyorsunuz. Müzede herhangi bir dersi işleyebiliyorsunuz. Örneğin orada bir para varsa o paradan yola çıkarak tarih dersi işleyebilirsiniz.” Nevin Hanım müzelerin neden bu kadar önemli olduğunu açıkladı ardından:
“Müzeler çok statik alanlar olarak düşünülüyor ama müzeler Amerika’da yüz yıldan uzun bir süredir eğitim amaçlı kullanılıyor. Türkiye’de de son 15-20 yılda farklı müzelere farklı açılardan bakılmaya başlandı. Müzeler ibadethane gibi kesinlikle dokunulmayacak, konuşulmayacak yer olarak anlatılırdı. Pek çok müze de öyledir. Bir arkeoloji müzesini çok getirebilirsiniz ama oradaki parçalar çok değerli olduğu için koruma içgüdüsü daha fazla olabilir. Ama müzeler çok öğretici yerler aslında. Ama biz bunu nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Müze eğitimi aslında bunun nasıl kullanılacağını göstermek için ortaya çıkmış bir şey. Müzelerden çok şey öğrenilebilir, müzeler bizim geçmişimiz, belleğimiz. Cin Ali, 60’larda çıktı. Bugüne kadar pek çok kişinin kalbinde yer etti. Bu hepimizin ortak bir buluşma noktası. Biz bu müzede bunu hatırlatmaya çalışıyoruz. Bizim bir Cin Ali’miz var. O bizden birisi.”
Cin Ali’nin doğumunu, arkasındaki hikayeyi bilmesek olmaz, dedim. Babalarını sordum kardeşlere, nasıl bir insandı, diye:
“Rasim Hoca‘yı öğrencileri çok severdi.” diye başladı söze Nevin Hanım. Kitap fuarlarında Rasim Öğretmen’in bir öğrencisiyle karşılaşmışlar:
“Kimseyi dövmezdi, dedi eski öğrencisi. Hayretle söylüyor bunu. Bizi Cin Ali diye çağırırdı. Hepiniz birer Cin Ali’siniz, dermiş. Niye babamın onları ikinci sınıfta bıraktığını çözememiş. Babam 17 yıl boyunca yalnızca birinci sınıf öğretmenliği yaptı. Çok sevdiği bir öğretmenmiş. Herkese yardım ederdi. Çok iyi bir insandı. Ağaçlara aşı yapardı. Tavuklarımız vardı, arı kovanımız vardı. Marangozlukla da uğraşırdı. Mahallenin iğnelerini yapardı. Doktora, hemşireye ulaşmak zordu o zamanlar.” Nesrin Hanım’a çok iğne yapmış babası. İğneden sonra da ödül olarak sinemaya giderlermiş. Nasıl bir babaydı, diye sordum. Sert bir insan mıydı?
“Babamın bize sesini yükseltmesine bile gerek yoktu. Bakışı yeterdi. Ama biz uslu çocuklardık Cin Ali gibiydik. Annemle babam bize çok adil davranırlardı. Nevin’le aramda 7 yaş fark var. Nevin küçük diye kayırmadılar hiç.”
Rasim Bey ve eşi Remziye Hanım köy enstitüsü mezunuymuş. Aynı köye öğretmen olarak gittiklerinde tanışmışlar. İkisinin de çevrelerine çok iyilikleri dokunmuş. Rasim Bey’in takma adı “Pamuk Enişte”ymiş zamanında. Memlekete gittiklerinde Remziye Hanım’ın kızı olduklarını öğrenenler hemen saygılarını iletirmiş. Remziye Hanım köyünde okuyan ilk kız çocuğuymuş. Sonra da Köy Enstitüsünde öğrenim hayatına devam etmiş. Cin Ali’nin arkasındaki kocaman hikaye cumhuriyetteki ilk öğretim seferberliğinin hikayesi. Cin Ali ailecek bir çalışmayla ülkenin her yerine yayılmış. Nevin Hanım evlerindeki yoğun çalışmayı şöyle anlattı:
“Her sene yirmi bin ilkokula reklam gönderirdik. Siparişler eve, posta kutusuna gelirdi. Evden yapılırdı siparişler. Sonradan büro açıldı. Evde sürekli bir iş vardı. Teyzem ve dayım bizde kalırdı. Ailecek çalışıyorduk. Kimse de gocunmaz, üşenmezdi iş yapmaya. Babam Cin Ali legolarını evde yapardı (Kare prizmaların dört yüzeyinde kelimeler var. Kelimleri birleştirerek cümle kurabiliyorsunuz.). Marangozluğu da vardı, evdeki atölyesinde çalışırdı.”
Şimdi de Cin Ali’nin ablaları kitap fuarlarında Cin Ali’yi tanıtıyorlar, reklam yapıyorlar. Kitap fuarlarında karşılaştıkları sahneleri bana anlattılar:
“Kitap fuarlarında stantlara gidersiniz kitapları incelersiniz ama yüzler genelde ciddi olur. Cin Ali, deyince insanlar genelde koşarak, gülerek geliyorlar, Cin Ali ilk aşkım, diye sen nerelerdeydin, diye. Alıyorlar kitapları, okşuyorlar, seviyorlar. O kadar güzel tepkiler oluyor ki; anılarını anlatıyorlar Cin Aliyle ilgili. Ayşegül Hanım’ı hiç unutamıyorum. 68-69’larda okumuş Cin Ali’yi. O zaman da evlerde telefon yoktu. Komşularda tek tük zengin ailelerde olurdu, giderdik komşudan telefon açardık. Bunların babası müteahhitmiş, evlerinde telefon varmış. Cin Ali’nin üstünde bir telefon numarası varmış, matbaanın telefon numarası her halde. Her gün o numarayı arıyormuş. Ben Cin Ali’yle tanışmak istiyorum, Cin Ali nerede, bana gösterin Cin Ali’yi, diye ısrar edermiş. Sonra onlar da öğrenmişler. Cin Ali okulda, Cin Ali uyuyor, diye geçiştirip duruyorlarmış.” Sonra Cin Ali’nin neden bu kadar sempatik olduğunu anlattılar:
“Resimler ve hikayeler birbirini karşılıyor. Çocuk orada hayal edebiliyor. Cin Ali’de çizgilerin etrafını kendisi dolduruyor. Çocuk ruhundan çok iyi anlardı babam. Çocuklara göre yaratmış bu tipi. Başta Cin Ali’yi kendi çizmiş. Resimlerdeki hareketleri kendi veremediği için profesyonel ressamla çalışmış. Bir de her kitap çok basit ama bir öykü var. Aynı kelimeleri tekrarlayarak bir öykü anlatıyor. O öykü okuyanın aklında kalıyor. Bize bir okuldan pano geldi. Orada bir çalışma çok dikkatimizi çekti. Cin Ali’nin 11. kitabını yapmışlar: “Cin Ali Balık Tutuyor”. Cin Ali’nin öyküleri bugünkü çocuklara çok fantastik geliyor. Bugünkü çocuklar elma ağacının epesine çıkmıyor. Odada bilgisayar ekranı karşısında. Ne yazık ki Cin Ali aktiviteleri yabancı geliyor. Şehirleşme arttıkça çocuklar eve kapanıyor.” Bunun üzerine 11. kitabı çıkarma gibi bir projelerinin olduğunu öğreniyorum. İnsanlardan Cin Ali hikayeleri toplayıp onları bir kitapta birleştireceklermiş. Sizi bilmem ama ben yollayacağım hikayeyi düşünmeye başladım bile. Sonra elektronik kitap çıkarmayı düşünüp düşünmediklerini soruyorum, net bir: “Hayır.” yanıtı alıyorum.
“Bir ekrandan kitap okumakla kitabın sayfalarını çevirmek farklı. Çünkü kitabın sayfasını çevirerek okuduğunuzda dokunuyorsunuz, hışırtısını duyuyorsunuz, kokusunu alıyorsunuz. Bir sürü duyu birleşip size kitabın duygusunu veriyor. Ekranda hepsi aynı. E-kitap okumak farklı bir şey, elinize kitabı aldığınızda onunla kurduğunuz bağ farklı bir şey. “
Sohbetimiz bittiğinde kendimi çok şanslı hissettim, bu kadar güzel, bu kadar bilinçli iki insanla tanıştığım için. Tekrar tekrar Nevin ve Nesrin Hanım’a sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Cin Ali’den yüzümde kocaman bir gülümseme ve çok şirin bir kalemlikle ayrıldım.
Nejdet Özer
Bu topraklarda yaratılmış ve içimizden biri olan Cin Ali’yi yeni kuşaklara tanıttığınız için çok teşekkür ederim.
Emin Bektaş
Çok güzel. Cin Aliyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Köy Enstütüleri de işte böyle birşeymiş.