Elif Şafak Vogue Türkiye için İstanbul’da kadın olmak üzerine bir yazı yazmıştı. Demişti ki İstanbul’a zıtlık oluşturan bir betimlemesinde: “Şehirler vardır. Teninin üzerinden bir damla su gibi akar gider, iz bırakmadan. Gezer, sever, beğenirsin; müzelerinden, mekanlarından etkilenirsin. Lokantalarında yeni lezzetler tadar, sokaklarında aşık olursun, ama oradan uzaklaşır uzaklaşmaz çıkıverir aklından; farkında bile olmadan unutursun.”
Milano seyahatimden önce şehre dair çok yazı okudum. Milano, İtalya’nın mutsuz bir şehri diyor çoğu blog, gezi yazarı. Acelesi olan, asık suratlı ama birbirinden şık insanları tasvir ediyorlar. Milano’ya gitmeden önce soğuk bir şehir hayal ettim, insanı kucaklamayacak, ait hissettirmeyecek, bir süre sonra aklımdan silinip kaybolacak… Elif Şafak’ın satırlarıyla bire bir uyumlu bir şehir… Ama Milano’ya gitmeyi yıllardır çok istiyordum; modanın, estetiğin, tasarımın, başkentinden bahsediyoruz, Son Akşam Yemeği’nin, La Scala’nın evinden. Annemin yoğun muhalefetlerine karşın dört günlük Roma seyahatimin bir gününü Milano’da geçirmeye karar verdim.
Roma Termini’ye metroyla kısa bir yolculuk yaptıktan sonra kredi kartımla en yakın saatteki Milano biletini almaya çalıştım. 15 dakika sonra o büyülü şehre tren kalkacaktı. Hala neden bilmiyorum, annemin ahı tuttu diye düşünmek istiyorum; kredi kartım bir türlü çalışmadı, başka bir kart kullanmayı denedim o da olmadı. Yanımdaki 220 Euro’nun 180 Euro’sunu tren biletlerine verip koşarak trene yetiştim. Milano’nun ucuz bir şehir olmadığını bildiğim için biraz endişeliydim.
Yüksek hızlı trenle Roma Milano arası yaklaşık 3 saat 15 dakika sürüyor. Milano tren istasyonuna vardığımda şehrin haritasını edinmek için bir kitapçıya girdim. Ufak, turistler için hazırlanmış bir harita bulup kitapçıyı hızlıca dolaşmaya karar verdim. Şirin mi şirin bir seyahat defteri buldum, gördüklerimi, tattıklarımı, deneyimlediklerimi yazarım düşüncesiyle defteri de alıp kasaya yöneldim. İngilizcesini epey zayıf olan kasiyerden yalap şap bir metro tarifiyle terminalden çıktım. Muhteşem kabartmalarla ve duvarları resimlerle süslü terminalden çıkıp üç farklı metro durağıyla karşılaşınca fark ettim ki, kasiyer belki de cehaletim karşısında donup kalmıştı sadece.
Terminalden sonra sarı metro hattına binip Duomo’ya gittim. Metro’dan indikten sonra ünlü Duomo Katedrali’ni bulup bulamayacağımı düşünüyordum. Bu tür seyahatlerimde şehir içinde yolculuk yaparken haritayı fazla çıkarmamaya çalışırım, özellikle metroda. Hırsızların öncelikle turistleri hedeflediğini herkes duymuştur, kendi çapımda bir güvenlik önlemi alıyorum.
Durakta indikten sonra yukarı çıkarken donup kaldım. Katedral bütün haşmetiyle, o muhteşem görselliğiyle karşımdaydı. Sanırım katedralle ansızın karşılaşan kim olsa ufak bir saygı duruşuna geçerdi. Meydanda geri kalan bütün binalar katedrale selam durmuş gibi alçakgönüllülükle yerleştirilmişler. Gotik mimarinin en ünlü örneklerinden olan Duomo Katedrali’ne İtalyanların ilginç bir sahip çıkma yöntemi varmış rivayete göre: Katedralin üst kısmında sürekli devam eden bir inşaat görüntüsü olurmuş, çünkü katedral, yapımı biter bitmez tüm dünyanın olacakmış. Katedralin içinde yine çok etkileyici, Rönesans’a ait eserler var.
Katedrali gezdikten sonra tam karşımda Milano’nun ünlü tarihi alışveriş merkezi Galleria Vittorio Emmanuele II’yi gördüm. Normalde yurt dışında, özellikle Avrupa’da, alışveriş merkezlerinden özenle uzak dururum. Ancak bu alışveriş merkezi bambaşkaydı, ünlü İtalyan tasarımcıların eşsiz vitrinlerle süslenmiş mağazalarının yanında dünyadaki ilk Prada’yı da barındırıyor. Güzel bir alışveriş sonrası soluklanıp bir şeyler atıştırabileceğiniz lüks restoranlar, takım elbiseli garsonlarıyla sizi ağırlamaya hazır, bekliyor. Eğer Milano’ya giderken alışveriş yapmak da planlarınız arasındaysa burada saatler geçirebilirsiniz.
Eğer harcayacak paranız veya vaktiniz yoksa, yine Galleria’nın içine girin derim, mağazalar tasarımları övünçle, saygıyla, karşı konulmaz bir özgüvenle sergiliyor. Mutlaka ziyaret etmeniz gereken iki yer tespit ettim: Prada ve antika kitapları, haritaları, resimleriyle Libreria Bocca. Sonradan Libreria Bocca’nın internet sayfasına baktığımda hepimize gurur verecek ufak bir detay fark ettim, not düşmek isterim. Başarılı sanatçı Murat Germen’in* kitabının sunuşu 17 Ekim’de Libreria Bocca’da yapılacak. Kitap, iki seriden oluşuyor: Muta-morphosis ve Facsimile**.
Galleria çıkışında Leonardo da Vinci’nin kocaman bir heykeli duruyor. Ustaya kısaca selam verip La Scala’yı ziyaret edin. Öğrenci olduğunuzu söylerseniz 17 Euro kadar bir ücretle içeri girebilirsiniz. Müzeye kadar bina, eski operaların afişleriyle süslenmiş. İçeri girdiğinizde zamanında orada kullanılmış müzik aletleri ve kostümleri görebilirsiniz. Ben La Scala’ya gittiğimde çok şanslıydım, sahnede kostümlü prova yapılıyordu ve yukarıda müzenin pencerelerinden yirmi dakika kadar provayı izleyebildim. O deneyimi tarif etmek için “kusuruz” kelimesini yeterli bulmuyorum, nasıl ifade edilir bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim, bir gün bilet alıp orada bir opera izlemeye kesin karar verdim.
La Scala’dan çıktığımda trene kadar yaklaşık bir buçuk saatim kalmıştı, metroyla ulaşım hızlı olduğundan sokaklarda kaybolmaya karar verdim. Açıkçası acıkmaya da başlamıştım ve cebimde kalan 10 Euro’yla yiyecek bir şeyler almam gerekiyordu. Gezindikçe fark ettim ki, Milano’nun o turistik bölgesinde market, büfe veya düşük fiyata ayak üstü bir şeyler atıştırabileceğiniz yerler yok.
Alışveriş merkezine dönüp iki top yoğurtlu dondurma aldım. Dondurmacıdaki suratsız, takım elbiseli teyze, dondurmayı bütün müşterilere aşağılayıcı ve öfkeli bir tavırla uzatırken turistlerin mutlu ifadeleriyle güzel bir tezat oluşturmuştu. Alışveriş merkezinden dışarı çıktım, sokak sanatçısı akustik gitarı eşliğinde Hallelujah söylüyordu. Yanımdaki evsiz görünümlü adam, zengin görünümlü kadından sigara istedi. Kadın bir tane ikram etti. Adam ona ödeme yapmak istedi, kadın reddetti. Hallelujah devam ediyordu:
“And love is not a victory march
It is a cold and it is a broken Hallelujah”
Sokakta durmuş dinliyordu insanlar şarkıyı. Eşlik edenler, ritimle sallananlar, birbirlerine hala hayranlıkla bakan çiftler, arkada Duomo Katedrali. Benim için olanğanüstü, belki Milano yerlileri için sıradan bir gün sona ermek üzereydi, şarkı devam etti:
“Maybe there is a God above
But all I have ever learned from love
Was how to shoot somebody who outdrew you”
*Murat Germen fotoğrafı hem araştırma için hem de sanatında malzeme olarak kullanan önemli sanatçılarımızdan. Çalışmalarında kentsel dönüşümü güçlü bir sorgulamaya tutuyor. Detaylı bilgi edinmek için kendi sitesini ziyaret edebilirsiniz: http://muratgermen.com/
**Facsimile:Reprodüksiyon, kopyalama
serhat mert
180 euro ne bileti, anlamadım ?
nilgün konuk
Süper bir anlatım olmuş.gerçekten görülmesi gereken yer.insan kendini o tarihte yaşıyor hissine kapılıyor. Tespitler çok güzel.galleria vittoria emmanuelle.libreria bolca.la scala.gördüğüm en güzel şehirlerden biri.aklım orda kalmıştı.anlatim için çok tesskurler.orda dolastigim günlere götürdü beni.
Suzan Bektaş
Mükemmel bir yazı hayran kaldım anlattıklarına, anlatımına…
Kutlarım öpüyorum.
Erol
Yazdığınız yerlere gittim , gördüm. Anlatımlarınız yerinde olmuş. Teşekkürler.