Kendimi bildim bileli, kafamdan geçenleri konuşarak açıklamaya çalışmaktansa, kelimelere dökerek daha iyi anlattığımı düşünürüm. Aşağı yukarı on üç senedir kısa hikayeler, öyküler ya da romanlar yazar; bazılarını kimseyle paylaşamayacak kadar bencil olduğumdan kitaba çevirip kendime saklar, bazılarını ise düşüncelerini öğrenmek için çevremdekilere okutur ya da internete yüklerim. Fakat elbette, şu anda yazmaya resmen aşık olsam da ve – biraz öveceğim kendimi – hatırı sayılır şekilde becerikli olduğumu düşünsem de dünyaya elimde klavyeyle inmedim. Peki, beş yıl önceki öykümün iki sayfalık bölümünü zar zor bitirirken, şimdi nasıl olup da bölümü 20 sayfadan başlayan hikayelere geçiş yapabildim? Cevabı basit: Alıştırma yaptım. Peki, o alıştırmam neydi? Onun da cevabı basit: Fan-Fiction yazmak.
Fan-Fiction; Türkçesi “hayran-kurgu” demek ve kendi adıma şunu söyleyebilirim ki, yazma konusunda pişmek veya yazmaya yeni başlamış olanlar için daha iyi bir pratik yöntemi düşünemiyorum. Çevremde yazmak isteyip çekinen çok fazla arkadaşım var ve genel düşünceleri şu şekilde: “Sıfırdan nasıl karakter ya da mekan yaratacağımı bilmiyorum.” Onlara ziyadesiyle hak veriyorum, zira sıfırdan bir kişi, mekan – hatta evren – yaratmak eğer ki daha önce yapılmamışsa, sahiden de çok ayrıntı talep eden bir şey. Ve eğer siz de bu şekilde düşünüyorsanız ya da basitçe, pratik yapacak bir şey arıyorsanız, Fan-Fiction çözümünüz olabilir, çünkü Fan-Fiction yazmak demek, zaten düzeni oturmuş bir şey hakkında yazmak demektir ve sizden yazmak dışında hiçbir şey talep etmez.
İşin güzel tarafı, aklınıza gelen her şey hakkında çekinmeden Fan-Fiction yazabilirsiniz; kitap, film, dizi, çizgi-roman, bilgisayar oyunu; ne olduğunun zerre önemi yok. Fan-Fiction yazarken uzun uzun yazmanıza veya sıfırdan bir şey yaratmanıza, hatta olana uymanıza da gerek yok; evrenler ve karakterleri harmanlayarak kendi bakış açınızı katabilirsiniz. Mesela, birbirinden apayrı evrenlerin karakterleri olan Bruce Wayne (Batman, DC), Tony Stark (Iron-Man, Marvel) ve Jaime Lannister (Game of Thrones/A Song of Ice and Fire)’ı arkadaş yapıp bir kafede kahve içirebilirsiniz ve bu kimseye tuhaf gelmez, çünkü Fan-Fiction’da çizilmiş bir sınır bulunmuyor. Karakterlerin kişiliğine veya tercihlerine de bağlı kalmak zorunda değilsiniz – ki, bence bu harika bir şey, çünkü bu sayede hem yaratıcılığınızı geliştirmiş olursunuz; hem de o çekindiğiniz ‘sıfırdan yaratma’ konusunda pratik yapma şansı edinirsiniz – üstelik, yalan yok, Fan-Fiction yazması inanılmaz eğlenceli ve rahatlatıcı da. Kendi adıma hala Harry Potter hayran kurgu hikayeleri yazarım, benim için terapiden farksızdır çünkü.
Yazarlığı kariyer olarak görenler için, Fan-Fiction yazmak okuyucu kitlesi kazanmak için de birebirdir, zira bu sayede yayınevlerince fark edilip, sonrasında da çok satanlara giren sayısız eser mevcut. Örnek vermek gerekirse, Fifty Shades of Grey (E.L. James) aslında bir Twilight Fan-Fiction’ı; seveni-sevmeyeni kişiden kişiye değişir, ancak hepimizin adını duyduğu da tıpkı Dakota Jonhson ve Jaime Dornan gibi ünlü oyuncuların yer aldığı üçleme filmleri kadar gerçek. Mortal Instruments: City of Bones (Cassandra Clare), örneğin. Belki lisedeyken okumuşsunuzdur ya da yazarın başka bir kitabına denk gelmişsinizdir, fakat bu kitabın esasında bir Harry Potter Fan-Fiction’ı, asıl adının “Draco Trilogy” ve bir Draco Malfoy/Ginny Weasley hikayesi olduğunu biliyor muydunuz? Kendi adıma ben bilmiyordum, ancak öğrenince şaşırdığımı da pek söyleyemeyeceğim.
Kısacası, Fan-Fiction, yazmak isteyip de bir türlü açılamayanlar; kendi evrenlerini, karakterlerini nasıl oluşturacağını bilemeyenler veya basitçe, benim gibi yazma konusunda pratik yapmak, kafa dağıtmak, okuyucu kitlesi edinmek isteyenler için biçilmiş kaftan. Kendime gururla amatör-yazar etiketini verebilen biri olmamda Fan-Fiction yazmamın sağladığı faydayı yeterince iyi anlatamam, fakat klavyeyle vakit geçirmek isteyen herkese çekinmeden tavsiye edebilirim!