Bir dershane çıkışı tek başıma eve dönmeye çalışıyorum… Karanlıkta hızlanıyor adımlarım. En ufak bir ses içimde uğultulara dönüşüyor. Her tıkırtıdan bir anlam çıkartıyorum. İçine doğduğum bu dünyada, benliğim ve kimliğimle alakalı henüz hiçbir özellik gelişmemişken, hayatta kalmak ve kendimi olası tehlikelere karşı korumak adına “korku”yu öğrendiğimi hatırlıyorum. Bir kız çocuğu, bir kadın olarak korkuyu öğrenmek… Akşam eve belli bir saatten sonra dönmemek, yüksek sesle gülmemek, görece açık giyinmemek, karanlık sokaklarda dolaşmamak… Henüz kendini bilmeden cinsel kimliğini bilmek ve sürekli olarak kendini savunman gerekliliğiyle alakalı dikteler öğrenmek… Kurtuluş Son Durak’ı izlediğimde, kendimi bir fanusun içinde gibi hissediyordum. 18 yıllık yaşamımda muhtelif ayrımcılıklara maruz kalmış, kutuplaştırılmanın ve ötekileştirilmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordum. Kadın olmanın yeri geldiğinde bir çıkıntılık ya da zayıflık göstergesi olduğuna inanmasam dahi yetiştiriliş tarzım ve içinde bulunduğum coğrafya doğrultusunda, içimde dizginleyemediğim bir “muhtaç” olma hissiyatı vardı…
Tüm bu düşünce dağınıklığı, beni varoluşumuz ve bir insanın hayattaki yolculuğunun nasıl başladığıyla alakalı düşünmeye iterdi. Bir insan yaratmanın maaliyeti neydi? Muhakkak ki bu sadece bir sperm ve yumurtadan ibaret değildi. Fizyolojimiz dışında ruhumuz ve kalabalık bir dünyanın mensubu olmaktan gelen toplumsallığımız vardı… Peki bu toplumsal normlar ve dayatmalar nasıl kafamıza işlerdi? Cinsel kimliğimizle alakalı kaygı ve korkularımız nasıl başlardı? Kadın olmanın erkek olmaktan ne farkı vardı? Kurtuluş Son Durak, tüm sorularıma cevap verircesine farklı hikayelerden 5 kadının hayat gailesini ve dayanışmasını karşıma çıkardı. Film bir ev kadını olan Füsun’un kocasının zulmüne karşı koymak adına bir cinayete karışması ve arkadaşları Eylem, Goncagül, Tülay ve Vartanuş’un ona yardım etmesini konu alınmaktaydı. Füsun Türkiye’de ya da dünya üzerinde zulme uğrayan binlerce kadın ya da canlıdan biriydi. Denizde kum gibi… Bu zulüm sadece fiziksel olmak zorunda değildi. Her türlü özgürlük feragatimiz, kendimizden verdiğimiz ödün; bazen bir duruş, bazen bir bakış…
Özgecan Aslan cinayeti yaşandığında 12 yaşındaydım. Dünyayı tam anlamıyla tanımak ve tanımlamak için erken ama empati kurmak ve yine korkmak için makul bir yaş. Sözlü kültürümüze yerleştirilmiş, “adam olmak”, “ Kızını dövmeyen dizini döver.” ifadelerinin ise hafımzamda ne zaman yer edindiğini hatırlamıyorum. Haberlerde mütemadiyen çıkan cinayet haberleri, hafifletilen cezalar, suçsuz bulunmalar, göz yumulmalar… Ben sanki yine bir dershane çıkışınında, tek başıma yürüyorum; kendimi yapayalnız hissederek… “Kurtuluş Son Durak” ile beş kadın, beş yürek, beş hayat tanıyorum… Sadece cinsel kimliğinden ibaret biri değil. Bir iş kadını, bir yolcu, bir öğrenci, bir anne, bir çocuk… Sadece elleri ve gözleri değil, düşünceleri ve kelimeleri olan biri. Hem gidecek işi hem ocakta aşı olan… Bağımsız, bir uçurtma gibi. Kendi kendine yetebilen…
Füsun ve diğerleri bir cinayete karışarak doğru olanı mı yapmıştır, haklı kimdir ya da “hak” nedir bilmiyorum. Lakin bu film sayesinde kadının toplumsal izolasyonu ve cinsellik mitiyle alakalı düşünme imkanı buluyorum. Bugün aynaya baktığımda ben de kendimi bir şekilde topluma kabul ettirmeye çalıştığımı görüyorum. Sınırları keskin çizgilerle çizilmiş bir düzenin piyonu olmak… Çarkın dişlisi olmak için başta uslu, rahatsızlık vermeyen bir çocuk olmak ve suya sabuna dokunmamak; henüz kim olduğunu ve ne istediğini bilmeden, sırf yapmak zorunda olduğun için sürekli çalışmak ve yarışmak; belli bir noktada bir aile ve evlat sahibi olmak… Kadın olarak ise edepli, namuslu olmak; cinsel kimliğini belli bir noktaya kadar gizlemek ama günün birinde ideal bir anne ve eş olmanın zorunluluğu…
Artık farkındayım ki hiçbir kadın yalnız değildir. Füsun’un yalnız olmadığı ve adil bir dünya, bir ümidinin sahici olduğu gibi… Elimizi tutacak bir el vardır her zaman oralarda. Kadınlar o ağaçta, o yağmur damlalarında bereket olur ve dört bir yana yayılır. Topraktaki bir çatlakta bazen, bazen bir ağacın kurumuş yapraklarında, gökteki bulutta… Bir beyaz güvercin süzülür evlerimizin çatısından… Bir gün doğacak çocuklara kimsesiz sokaklarda kaygısızca ve özgürce kaybolabilme hakkı temenni ederek… Kadın olmaktan önce, bir insan yaratmanın maliyetini öğreterek…