fotograf

Merhabalar. Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben, Bikem Akarca. Uluslararası ilişkiler Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Zamanında, ‘post-erasmus’ sendromunu iliklerine kadar yaşamış sayılabilecek biri olduğumu da söyleyebilirim ayrıca.

Değişim Programı ile hangi ülkeye gittiniz? Bu ülkeyi tercih etmenizin özel bir sebebi var mıydı?
Hollanda’nın Twente bölgesindeki, Enschede şehrine gittim; Fenerbahçeliler iyi bilir orayı. Twente’yi seçmem tamamen şans eseriydi. Normalde bütün tercihlerim Hollanda’daki üniversitelerdi; ancak o üniversiteler sıralamada benden üstteki kişiler tarafından seçilmişti. Tam umudu kesmişken, Tore hocadan Twente üniversitesi ile bu sene karşılıklı anlaşma imzalandığını ve benim oraya gidebileceğimi belirten bir mail aldım. Gerçekten şanslıydım ve baya sevinmiştim. Şehir küçük bir öğrenci şehriydi; fakat Almanya sınırında olması nedeniyle, 10 dakikalık geçişlerle sürekli Almanya-Hollanda arası mekik dokuyordum. Aynı zamanda, Avrupa’daki pek çok ülkeyi görme fırsatım da oldu. Belçika, İspanya, Fransa, İtalya bunlardan bir kaçı.

Seçtiğiniz bu ülkenin beklentilerinizi karşıladığını söyleyebilir miyiz?
İyi ki Hollanda’ya gitmişim diyebilirim aslında. Hem insana ve kültürel çeşitliliğe verdikleri değer hem sıcakkanlı ve arkadaş canlısı bir millet oluşları beni çok etkiledi. Tabii başka nedenler de var. Hollanda gerçekten özgürlükler ülkesi olarak nitelendirilebilir. Dikkat çeken birçok yasası var ve bu yasalarını soğukkanlılıkla koruyan bir millet. Gerek eşcinsellik konusunda gerekse insana birçok alanda serbestlik tanıyan yasaları var. Bunları yakından gözlemlemek ilginçti.

Gittiğiniz ülkede herhangi bir uyum sorunu yaşadınız mı?
Hemen hemen hiç yaşamadım diyebilirim. İlk haftalar çoğu öğünün; Hollanda ekmeği, Hollanda tereyağı ve Hollanda peynirinden oluştuğunu öğrenince kendimi, “o kadar da kötü değil 3 öğün kahvaltı ediyormuşsun gibi düşün” diyerek bu duruma alıştırdım. Okulun biz değişim programı öğrencilerini karşılama yemeğinde, bira ve süt vermesi ise hayatımın büyük paradokslarındandır.

Program süresince ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Kışın bisiklet kullanmayla başlayabiliriz. Hatta orada bitirebiliriz. Çokça yağmur yağan, kışları da soğuk bir ülke düşünün. Hava Ankara’dan nemli. Toplu taşıma gideceğiniz şehre göre değişiyor; kiminde ağ çok geniş, kiminde “eh”. Benim gittiğim şehirde, otobüs resmen sadece düz bir çizgi çiziyordu; yani sağa-sola gidecekseniz otobüs yok. Bu nedenle, bisiklet en yakın arkadaşım olmak zorundaydı! Oldu da. Çok sevdik birbirimizi, yağmur-çamur demeden.

Bu süreç içinde yaşadığınız en ilginç anı neydi?
Tren sistemi Hollanda’nın en geniş ulaşım ağı. Neredeyse herkes, gerek Avrupa’da başka bir şehre gerekse Hollanda içi seyahatlerde treni kullanmayı tercih ediyor. Amsterdam’da, Enschede’ye 3-4 aktarmalı bir tren bileti aldım. Normalde tek gidiş tercih ediyordum; ancak biraz geç kaldığım için son sefere yetişebildim. Son sefere 1 saat kalmıştı. Velhasıl, bindim trene; ilk aktarmayı yaptım. İkinciyi de yaptım derken, 3.yü yapmak için indim ve trenin gecikmeli geleceği yazısını okudum. Yarım saat bekleyecektim. Bekleyeceğim yer Amersfoort diye bir şehirdi hatta, çok net hatırlıyorum. Beklerken uyuya kalmışım ve tren kaçmış. Aslında durum çok vahim değildi; çünkü bir Hollandalı atasozünün de dediği gibi, “Her zaman bir sonraki tren vardır.” Ancak, öyle olmadı. O anda gidenin son tren olması nedeniyle başka sefer olmadığı yazısını gördüm. Gece saat 12’ye geliyor, hiç bilmediğim bir yerde, boş sayılabilecek bir tren istasyonunda ve dondurucu bir soğukta bekliyordum. Genelde böyle anlarda ağlamam, ağlayanı da sevmem. Halime gülerim, nitekim güldüm de. Tabii korktum “Gülerek Dondu” haberleriyle manşet olmaktan da. Sabah ilk tren 7’de olduğu için 7 saat dışarıda bekledim. Neden dışarıda diyorsunuzdur; çünkü içerisi diye bir kavram yoktu, istasyon veya market yok. Bu da böyle bir anımdı işte.

Gittiğiniz ülkedeki eğitimi Türkiye’deki eğitim ile karşılaştıracak olursanız, neler söyleyebilirsiniz?
Daha sıkı bir eğitim anlayışları var; çünkü katılım zorunluydu benim üniversitemde. Resmen derse dört kere gitmezsen kalıyordun, tüm dersler için böyleydi bu. Bir diğer konu da neredeyse her dersin grup çalışması şeklinde gitmesiydi. Ben çoğunlukla European Union dersleri aldım; ancak akademik sistemin Bilkent’ten çok fazla farklı olmadığını, işleyişin aşağı yukarı aynı olduğunu gördüm.

Yaşadığınız bu tecrübe hayatınıza ne kattı?
Farklı kültürlerden onlarca arkadaş kazandım. İleride kapısını bana seve seve açacağına emin olduğum bir çok dost… Bunun dışında, kişisel anlamda çok farklı bakış açıları ve yaşam tecrübesi kazandığımı söyleyebilirim.

Eğer tekrar bu programa katılacak olsaydınız, yine aynı ülkeyi tercih eder miydiniz?
Eğer Erasmus farklı kültürleri tanımak, kaynaşmak ve ortak bir paylaşım alanı yaratmayı hedef alan bir programsa, tekrar gidecek olsaydım elbette farklı bir ülkeye giderdim. Ne kadar değişik ülke, o kadar tecrübe diye bakmalı olaya insan. Ancak bu soru eğer memnuniyet ölçme amaçlı bir soruysa, cevabım evet olur.

Son olarak, gittiğiniz ülkeyi tercih etmeyi düşünenlere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Mutlaka gitmelerini öneririm. Özellikle Amsterdam’ı, Utrecht’i, Den Haag’ı ve Rotterdam’ı görmelerini tavsiye ederim. Bisiklet kullanmayı seviyorlarsa, özgürlüklerine ve rahatlıklarına düşkünlerse, eğlenmek ve trenle gezmek göbek adlarıysa, mor Milka ineklerini hep görmek istemişlerse, yel değirmenlerinin hala varolduğu konusunda bir şüpheleri varsa, peynir yemekten ve bira içmekten sıkılmayacaklarsa, derslere girecekleri konusunda da kendilerine güveniyorlarsa, bence Hollanda tam onlara göre bir yer!

Leave a Reply