Uzakta aramaya gerek yok aslında biz farkında olmasak bile aramızda öyle yetenekler var ki biraz kafamızı kaldırmamız yeter; Deniz ise bunlardan sadece biri. Henüz 5 yaşındayken annesi sayesinde müzikle tanışmış ve o yaştan itibaren müziği kendine bir tutku haline getirmiş. Şu anda da Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde eğitimini sürdürüyor. 17 Aralık Salı günü saat 18.45te piyanisti Neşe Grançer Okay ile birlikte izleyicilere 3 parçadan oluşacak viyola ve piano resitali sunacaklar. Konser, Bilkent Üniversitesi Adnan Saygun Konser Salonu’nda gerçekleşecek. Kendisiyle kısa ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik, iyi okumalar.
GazeteBilkent: Seni biraz yakından tanımak isteriz Deniz bize biraz kendinden bahseder misin? Müzikle nasıl tanıştın ve müzik, nasıl hayatının bir parçası haline geldi?
Ben Deniz Çağlarcan, 1992 İstanbul doğumluyum. Çok küçük yaştan itibaren evde annemin çaldığı piyanonun sesiyle büyüdüm. Müzik ruhuma işlemiş olacak ki henüz 5 yaşındayken müziğin hayatıma yön vereceğini biliyordum ve annemin “Müzikle ilgilenmek ister misin?” sorusuna hiç düşünmeden “Evet” yanıtını verdim. Sonrasında ise eğitimim başladı. İlk öğretmenim annemdi, evde çalışmaya başladık bu yüzden de müzik kariyerim piyano ile başladı diyebiliriz. 2 sene Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde piyano ve solfej dersleri aldım. İlkokul 3. sınıfta iken İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na başladım, lise eğitimim devam ederken İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndaki müzik eğitimimi de sürdürdüm. Aynı zamanda The Associated Board of the Royal School of Music Okulu’nun piyano ve teori bolumunun 5.grade’ini bitirdim. Lise bittikten sonra Viyana’da eğitimimi sürdürmek için oradaki Konservatorium Wien Akademisi’ne başvurumu yaptım, sınavlarını kazandım; fakat okuldan kaynaklı bazı sebepler dolayısıyla gidemedim ve sonunda yolum Bilkent Üniversitesi’ne düştü diyebiliriz. O günden beri de buradayım.
GazeteBilkent: Bildiğim kadarıyla ana dalınız viyola, peki neden viyola?
Aslında viyola ile tanışmam söyle oldu, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın sınavına girdiğinde jüri tarafından ilk önce fiziksel özelliklerinle değerlendiriliyorsun. Bana söylenen ise viyolanın benim yapıma daha uygun olduğuydu. Tabii biraz da viyola hocasının öğrenci eksikliği de bu durumu etkilemiş olabilir ama daha sonrasında viyola benim vazgeçilmezim oldu, çok sevdim. İlk zamanlarda “Kemana geçsem mi” diye çok düşünmüştüm fakat yapamadım. O gün bana viyola vermeselerdi belki piyanist olacaktım fakat yine de müzisyenlik benim alın yazımdı.
GazeteBilkent: İleriye dair hedeflerin nelerdir? Kariyerine ne şekilde yön vermek istiyorsun?
Aslında şu an yaşıtlarıma baktığımda klasik müzikle uğraşanlar – keman, piyano veya viyola çalanlar – kariyer yapmayı açlık gibi görüyorlar. Kendi fakültem de, Türkiye’deki diğer fakülteler de bir umutsuzluğun içinde; çünkü çoğu, işe biraz maddi boyutta bakıyor ve en kısa zamanda bir orkestraya girmek istiyor. Halbuki ben böyle düşünmüyorum, orkestrayı severim fakat ben piyanistimle Türkiye’nin bir çok yerinde konser vermeyi orkestraya tercih ederim. Yani bu benim hayalim kısacası. Zevk aldığım için çalmak veya bir oda müziğinde çalmak beni daha mutlu eder. Zaten bu yüzden sonat formundaki parçaları tercih ediyorum oda müziğine daha yakın olduğu için. Piyanistimle de oda müziği formatında çalışmalarımızı sürdürüyoruz solist, piyanist gibi değil de daha çok düet gibi çalıştık bugüne kadar. Hayalimde bu yönde zaten; piyanistimle Türkiyede’ki konser salonlarını doldurmak ve kısa sürede yurtdışına açılmak planlarım arasında öncelikli. Mesela Yuri Bashmet kendi piyanistiyle birlikte tum dunyada konserler veriyor. Kendime Yuri Bashmet’i ornek alıyorum.
GazeteBilkent: İstersen biraz da piyanistini tanıyalım?
Piyanistim Neşe Grançer Okay, kendisi şu anda Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakultesi’nde öğretim görevlisi. Ben 13 yaşındayken tanıştık kendisiyle. Konservatuar sınavlarımda bana eşlik etti uzun yıllar. Birbirimize çok alıştık. Daha sonra da ayrılmadık ayrı şehirlerde olmamıza rağmen imkan buldukça bir araya geliyoruz ve çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hatta geçenlerde bir yarışmaya katıldık ve finalist olduk devamı gelecek, umuyoruz.
GazeteBilkent: Viyola çalmak sana ne hissettiriyor?
Kesinlikle beni rahatlatıyor. Viyola doğası bakımından buğulu ve puslu bir sese sahip; keman gibi kristal, temiz değil, biraz karamsardır aslında. Viyola her duyguyu içinde barındırıyor; yeri geliyor romantik oluyor, yeri geliyor hırçınlaşıyor. Fakat ben onun hırçınlığında bile rahatlıyorum. Çoğu müzisyen enstrümanı duygular üzerinden çalmaya yelteniyor. Örneğin çok romantik bir parçayı, tekniğini göz ardı ederek sadece duygularıyla çalıyor; fakat asıl düşünmeleri gereken bence bu duyguları nasıl teknik olarak enstrümanda karşılamaları gerektiğidir. Teknik ihtiyaç eksik olduğunda bu duygu karşı tarafa mükemmel bir şekilde yansımıyor ve ortada bir açık oluşuyor. Bence bu durum göz ardı edilmemesi gereken önemli bir faktördür.
GazeteBilkent: Bu keyifli söyleşi için ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Rica ederim.